Türkiyede Çayın Tarihi

      Çayın Tarihi

      “Çayın ilk fincanı dudaklarımı ve ağzımı ıslatır,

      İkincisi yalnızlığı siler, üçüncüsü içimdekileri

      açığa çıkarır …”

      Tang dönemi şairlerinden

      Lo T'ong

      Dünya'da en çok tüketilen alkolsüz içecek çaydır.

      Bugün dünyanın yarısı “tee” veya “tea” diye adlandırır çayı, diğer yarısı ise “çay” der.

      Çin'in Amoy lehçesinde “tay” olarak söylenen t'e dönüp dolaşıp Cava üzerinden Hollandalılar tarafından Avrupa'ya taşınmış. Yani, çayı deniz yolu ile getirenler “t'e” deyişini de taşımışlar Avrupa'ya.

      Oysa, Kanton'da “chah” olarak söylenen ch'a bir yandan Japonya'ya, diğer yandan da Hindistan, İran ve Rusya'ya öylece taşınmış ve biz de dahil olmak üzere bu ülkeler “çay” demişler. Yani, karadan kervanlarla çayı doğu ve batıya taşıyanlar “ça” deyişini tanıştırmışlar tüketicilere.

      Türkler'in Orta Asya'da çayla tanışmış olduklarını gösteren kanıta Türkler arasında çayı ilk içen Türk olarak tanıtılan Hoca Ahmet Yesevi hakkındaki hikayelerde rastlanır.

      Bakın ne yazmış Fevakihü'l-Cülesâ adlı eserinde Abdül'l-Kayyûm Nâsırî :

      “Hoca Ahmet Yesevi, birgün Hitay Sınırında Türkistan karyelerinden birine misafir oldu. O gün hava çok sıcak olduğu için, Hoca, eşeğine binerek katettiği uzun mesafeden yorulmuştu. Evine misafir olduğu çiftçinin hanımı tesadüfen tam bu sırada çocuk dünyaya getirmek üzereydi; bu yüzden çiftçi, Hoca'nın bu hususta duasını diledi. Hoca bir dua yazdı, kadının beline bağladılar, hemen istediği oldu. Hanımının kurtulmasından dolayı çok memnun olan çiftçi, çay kaynatıp getirdi. Hoca çayı sıcak sıcak içince terledi, yorgunluğunu giderdi; sonra ‘bu şifalı bir şeymiş, hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar. Allah, kıyamete kadar buna revaç versin !' diye dua etti.”

      Arapça'da Shai, Hindistan'da Chaaya, Çek Cumhuriyeti'nde Cay, Japonya'da Cha veya Ocha, İran'da Tzai veya Chai, Portekiz'de Chà, Danimarka'da Te, Hollanda'da Thee, İspanya'da Té, Fransa'da Thé, İsrail'de Tae ve Endonezya'da Téh diyorlar. Almanya'da 1. Dünya şavaşına kadar çay için kullanılan Thee kelimesi, savaştan sonra ise Alman hükümeti “h”yı sallayınca Tee oluverdi. Nedense Tibetliler her iki akımdan da farklı olarak Boe'ja diyorlar çaya.

      Bir de gariptir ama İtalyanlar çaya “cia” ve “te” diye iki ad vererek orta yolu bulmuşlar bile.

      Avrupalıların çayı 16. ve 17. yüzyıllarda ancak tanıyabilmiş olmaları, Haçlı seferleri boyunca Avrupa ordularının Anadolu ve Ortadoğu'da çayla karşılaşmamış olduklarını gösterir. Oralarda çay vardı da onlar mı içmedi ? Demek ki ne Anadolu'da ne de Ortadoğu'da çay bilinmiyordu.

      Kahve ülkesi olarak bilinen Türkiye'de ne oldu da insanlar çay tüketir oldu ?

      Önce Doğu Karadeniz Bölgesinde çay tarımı başarılı olunca yerli mahsul çay ithal çaydan çok daha ucuza pazarda yerini aldı. Çay, elitlerin içeceği olmaktan çıkıp halk içeceği oldu.

      Çayın, Türkiye'de yaygınlaşmasının ikinci halkası İkinci Dünya Savaşı sırasında oldu. Kahve ithalatı yapılamayınca kahve yerine çay içme alışkanlığı oluştu. Üçüncü halka ise 1979-80 yıllarında Türkiye döviz transferi yapamadığından ithalat yok denecek kadar azaldığında oldu. Tabii, kahve de diğer yoklukların yanında nasibini aldı.

      Denilebilir ki 1979-80 ithalat krizi sırasında kahve tiryakilerinin bir kısım Nescafe'ci gerisi ise çaycı oldu.

      Tabii, yukarıda anlatılan tüm zamanlar boyunca çayın kahvaltılarımızdaki yeri hep aynı kaldı. Değişiklikler hep gün boyunca içme alışkanlıklarında oldu.

      Sonuçta, 2002 yılında Data Monitor adlı kuruluşun raporuna göre Türkiye kişi başına yıllık çay tüketiminden 2,3 kg ile dünyada birinci sıraya yerleşti. İkinci İngiltere 2,2 kg ile, üçüncü ise Hindistan.

      İşte, çok değil, 70 yıl öncesine kadar kahvede dünyada bir numara olan toplumumuz şimdi çayda birinci konumda. Bir de gelenekçi derler Türk toplumuna. Hani nerede gelenekçilik ? Çok değil iki nesilde kahvecilikte birincilikten çaycılıkta birinciliğe. Hele Avrupa Topluluğuna girme ödülü uğruna daha hangi alışkanlıklarımızı fazla zorlanmadan değiştirebileceğiz. Bundan benim hiç kuşkum yok. İşte çay bunun ispatı.

      Türkiye'de çay konusu, gazete ve dergilerde işlenirken telif eser kaynakları olmadığından olsa gerek gazeteciler kaynak olarak yabancı dergi ve kitapları kullanmaktalar. Hal böyle olunca da iki temel yanlış sürekli tekrar ediliyor.

      Birincisi, çay kaşığı konusunda. Batılı kaynaklarda çay kaşığı denilince onlar çayı fincanla içtiklerinden fincan boyutuna uygun yapılmış bizimkinden daha büyük bir çay kaşığı anlaşılmalı. Yani kabaca bu ölçü bizim tatlı kaşığı ölçüsü oluyor. Şimdi tarifi tercüme eden arkadaşımız “bilmem kaç çay kaşığı” diye tercüme edince tarif yanlış oluyor. Oysa, “bilmem kaç tatlı kaşığı” demesi gerekir.

      İkinci yanlış ise demleme süresince yapılıyor. Batılı kaynakların tamamında çayın demleme süresini “4-5 dakika” olarak bulursunuz. Bizim Rize çayını 4-5 dakika demleyip de için, göreceksiniz ki haşlanmış saman tadı verir.

      Oysa, batılıların içtiği çay sadece körpe yapraklardan ve çayın anavatanı olan yerlerde yetişen çaylardan yapıldığı için demini kısa sürede salıverme özelliğine sahip. Bizimkisinde daha alttaki körpe olmayan yapraklar da toplandığından dem süresi uzuyor.

      Biraz da yetişirken soluduğu havadan ve içtiği sudan olsa gerek.

      Ülkemizde çay tiryakileri çayın buruk tadını da genzinde hissetmek istiyor. Batıda buruk tada ulaşmış çay makbul değil. Onun için biraz da dem süresi buruk tada erişmek için uzatılıyor ve onların 4-5 dakika süresi bizim çayımızın ve geleneklerimizin farkı dolayısıyla 10-15 dakikaya çıkıyor. Fakat, gazetecilerimiz hala çay konusunu işlerken 4-5 dakika dem süresi öngörüyorlar. Bu yanlış.

      Bizde bir de “tavşan kanı” deyimi vardır. Çayın “tavşan kanı” olması istenir. Tavşanın kanını kim görmüş, kim incelemiş de kuzu kanından farkını ortaya koymuş bilemiyorum. Taşıdığı sembolik anlam olarak bazıları bizdeki “kan kardeşliği”, “kanı kaynamak”, “delikanlılık” ve “kanın ısınması” gibi deyimlerin devamı olarak niteler. İnce belli cam çay bardaklarından tavşan kanı çayı sohbetle içenlerin tavşan uysallığına kavuşacağını umarlar. Ne de olsa tavşan uysal ve huzurlu bir hayvan, kurt, çakal gibi yırtıcı özelliklere sahip değil.

      Tabii bunun tersi için de bir deyim var dilimizde. Çay tatsız, bulanık, rengi bozuk ve yeterince sıcak değilse çaycıya şöyle sitem edilir : “Ne bu yahu ! İmamın abdest suyuna benzemiş.”

      Liselerde yapılmakta olan çay partileri aklıma geldi. Aslında, şimdi bu partilerde çaydan başka herşey içiliyor ama adı yine de “Çay Partisi”.

      Bu geleneğin, İstanbul'daki Amerikan kolejlerinde başlatıldığı söylenir. Bebek'teki Robert Kolejinde okuyan erkek öğrenciler ile Arnavutköy'deki Amerikan Kız Kolejinde okuyan kızları birbirlerine tanıştırmak amacı ile yılda bir kez bir okulda, bir kez de diğer okulda çay partileri yapılırdı.

      Çay, ramazanda iftartan sahura kadar gün boyu susuz kalan vücudu sulama görevini üstlenir. İftardan hemen sonra yakılan sigaralar tiryakilere ilaç gibi gelirken akabinde başlayan çay servisi de vücuda su ve dolayısıyla da canlılık getirir.

      Belki de ramazanlarda oluşmuş olan bu geleneğimizin devamıdır son zamanlarda kebapçılarda başlamış olan yemek arasında çay servisi. Bir yandan içki yanında mezeler çatal ucu yapılırken arada çay gelir masaya, ama mutlaka ince belli bardakta.

      Hatta sadece kebapçılarda değil çayın içki masasına gelişi, Beyoğlu'ndaki meyhanelerde de başladı.

      Kültürümüzde bir de “çayda çıra” vardır. Bunun çayla bir ilgisi yoktur. Elazığ yöresinde kına gecelerinde oynanan bir folklorik oyunun adıdır.

      Derler ki Elazığ yakınlarındaki Harıngit Çay'ı kenarındaki bir çayırda bir köy ağası kızını evlendirirken birden ay tutulmuş. Konuklar bunu uğursuzluk sayınca, oğlanın anası bütün mumları toplatıp ve tabaklara dizerek alevlendirmiş. Oynayan kızların ellerine vermiş bu tabakları. Karanlıkta oynanan bu ışıklı oyun herkesi coşturmuş ve uğursuzluk dedikoduları da bitivermiş. O gün bugün bu oyun kına gecelerinde oynanır olmuş. Yani bizim bu kitapta ele aldığımız içilecek çayla ilgisi yok “çayda çıra”nın fakat “akarsu” anlamına gelen çay ile ilgisi var.

      Her ne kadar hepimiz lafa gelince “dünya kardeşliği”, “hepimiz insanoğluyuz” nutukları atıyorsak da pratiğe inince bunun böyle olmadığının farkına varıyoruz. Sanki, insanın nedense hamurunda birleşme yerine farklılaşma baskın çıkmakta. İnsanlar bir kültüre ait olmanın tatminini yaşamak istiyor. “Ben bunu böyle yaparım çünkü bizimkiler böyle yapıyor” diyor. O zaman onun gibi yapmayanlar “Öteki” oluyor. Ve bu böyle yüzyıllardır binyıllardır sürüp gidiyor.

      İnsanoğlu, bundan haz duyuyor ve bize de hayıflanarak kabul etmekten başka bir şey kalmıyor.

      Kimileri buna “kültürler mozaiği” diyor, olumlu kabul ediyor. Kimi de “Kültürlerin çatışması” diye niteliyor ve “dikkat” diyor.

      1670 yılında, biraz atmosfer dışına çıkıp da dünyaya bakmış olsaydık şunu görürdük.

      Bir yanda Yahudiler ellerinde banknotlar … hapasa sayıyorlar. Hıristiyan alemi … ellerinde şarap kadehleri. Öte yanda Müslüman kavimleri bir elde cezve diğer elde kahve fincanı … ve höpürdetilerek içilen bol köpüklü kahve. İşte, burada biraz mola verelim. Çünkü çaya geldik.

      Budistler de kendi inanışlarının sanki farklılığının simgesi olarak bir elde çaydanlık diğer elde çay bardağı.

      Şimdi ise durum iyice karışık. Fakat temel farklılıklar hala devam etmekte. İslam alemi, kahveden daha çok çay içer oldu. Amerika, şarabın yanısıra buzlu çay ve filtre kahve içmeye başladı. Avrupa, şarabın yanısıra sütlü çay ve espresso içiyor. Uzakdoğu'da hala ezici bir biçimde çay eski durumunu koruyor. Ama Hintliler, İngiliz kültürünün izleri hala üzerlerine yapışmış halde çayı sütle içiyor fakat diğer Uzakdoğulular sütsüz içiyorlar çayı.

      Şunlar çaya nane, şunlar kakule katar, şunlar yeşil, şunlar siyah çay içer derken birden bir fast food dalgası gelip bütün bu karman çorman fakat farklılıkların yarattığı ufacık mozaik tanelerinden yapılmış tabloya bir tokat atıyor ve mozaiklerin çoğu yerlere saçılıyor. Bazıları tek tük yerden topladıklarını yeniden yerlerine yapıştırmaya çalışıyor ama nafile …

      İşte, bu tokat fast food furyası ile gelen kolalı meşrubat salgını.

      Bugün kola, insanoğlunun milliyet, din vs. farklılıklarını ortadan kaldırıp zenginini de fakirini de bir kılıyor.

      Ben, burada kola bezirganlığı yapmayıp konuyu çaya bağlayacağım.

      İşte, çay da böyle. Kahveci toplumları da altedebilse çay, hem zenginin hem fakirin hem her dinden hem her milliyetten sonuç olarak tüm kültürlerin müşterek paydası olma yolunda koladan önde.

      Şimdi, şu anda elinizde bulunan bu kitap size artık evrensel bir içecek olan çayı tanıtmak amacıyla yazıldı. Ama bu kitapta ayrıca kendimize bir çay içimlik ayırabileceğimiz keyif ve sohbet vaktini - özellikle içinde bulunduğumuz “modern” toplumun belki de insanın varoluş gayesini saptıran gaddar temposunda – ne kadar boşverdiğimizi hatırlayacaksınız ve belki de bu satırları okurken çaydanlığınıza taze suyu koyup altını yaktınız bile …

      Kitabın bu giriş bölümünü kapatmadan önce çayınızı içip bitirdiyseniz size bir çay falı bakmak istiyorum. Çay falı İngiltere'de çıkmış ve 20. yüzyılın başından ortalarına kadar, salgın halinde çay partilerinde bayanlar arasında yaygınmış.

      Çay falına bakmak için çayın mutlaka sütlü çay olması, çayın fincana süzülmeden koyulması ve fincanda bir çay kaşığı tortu kalıncaya kadar içmiş olmak gerekiyor. Sonra fincan tabağının üzerine ters çevrilip kapatılıyor. Daha bitmedi … fincan tabağın üzerinde – havaya kaldırılmadan – üç kere saat yönü tersine çevriliyor. Sonra fincan ele alınıp içine bakılıyor. Tortuda sütün içinde kalan çay parçacıklarının yarattığı şekillere anlam vererek bir şeyler söyleniyor.

      Örneğin şu anda benim size söylediğim gibilerden :

      Üç vadede, hafta mı, ay mı, yıl mı desem, Size bir yol gözüküyor. Sonunda ışık var ve de koca bir balık. Balık da nesi demeyin. Büyükçe bir kısmet görünüyor. Eh hayırlı olsun. Yine iyisiniz. Falda da olsa malı götürdünüz yine, köşe oldunuz, köşe !


      Süleyman Nazif, Bağdat veya Mısır valiliği yaparken üçüncü ordu komutanı damat Hafız İsmail Hakkı Paşa'dan şöyle bir telgraf almış :

      • “On bin okka (13 ton) çayın yirmidört saat içinde tedarik edilerek orduya sevki.”

      Nazif şöyle cevap vermiş :

      • “Çin İmparatorluğuna çekilmesi gerekirken yanlışlıkla valiliğe çekilen telgrafınız iade edilmektedir.”

      "Deniz Gürsoy, Demlikten Süzülen Kültür:Çay, 2005, Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık San. ve Tic. Ltd. Şti., yazarın onayı alınarak kullanılmıştır."
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......


      Türkiyede Çayın Tarihi

      TÜRK MİLLETİ’NİN YOK EDİLMEK İSTENEN BAŞKA BİR DEĞERİ..ÇAY


      Çayın Tarihçesi
      Çayın tarihçesinin ve tesadüfen ilk kullanımının milattan önce 2.000’li yıllara kadar uzandığı düşünülmektedir. Rivayete göre hastalık bulaşmasından çok korkan Çin İmparatoru Shen-Nung sürekli kaynamış su içmektedir ve bir gün rüzgârın savurduğu çay yaprağının fincanına düşmesi ile insanlık çay ile tanışır ve ilk zamanlarda ilaç olarak onda şifa arar. Tabiatta bulunan vahşi çayın ıslah edilmesi ile Çin’de zamanla çay sektörü oluşmaya başlar ve Zen Rahiplerinin Japonya’ya götürmesi ile yayılma sürecine girer. Japonya’da çok sıkı korunan bahçelerden çalınan çay milattan sonra 800 ve 900’lü yıllarda ipek yolu üzerinden Avrupa’ya ulaşır. Çayın damga vurduğu en büyük tarihsel olay ise 16.Aralık.1773 günü Amerika’nın Boston Limanı’nda yaşanır. Yedi yıl savaşlarından çıkan Birleşik Krallığın bütçe açıklarını kapatmak için vergilere boğduğu kolonilerde ki vatandaşları sembolik olarak İngiliz Sömürge Sistemi’nin bir organı olan Doğu Hindistan Ticaret Şirketine ait üç gemide bulunan çay çuvallarını Kızılderili kıyafetine bürünerek denize dökerler ve “Boston Tea Party” olarak adlandırılan bu olay Amerikalıların İngiltere’ye karşı giriştikleri bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı sayılmaktadır.

      Türklerin Çayla Tanışması
      Türkler her ne kadar ilk olarak Orta Asya’da çay ile tanışmışlar ise de çayın Türk toplumunda sevilmesi 19.Yüzyılda İstanbul’a getirilen ithal çaylar ile başlamıştır. Osmanlı döneminde Bursa’da yapılmak istenen ilk çay üretimi başarısızlıkla sonuçlanmış, daha sonra Çinli bir girişimcinin çay yetiştirmede Gürcistan’da sonuç alması ve bu gelişme üzerine Doğu Karadeniz bölgemizde yapılan araştırmalar neticesinde 1923 yılında Zihni Derin tarafından Rize’de bir fidanlık kurulmuş, ancak ilk başlarda halkın ve devletin gereken önemi vermemesi üzerine dağıtılan çay fidanlarının telef olmuştur.

      Savaş öncesi para kazanmak üzere Rusya’nın çeşitli yörelerine giden Rizelilerin savaştan sonra bu olanaktan mahrum kalmaları, ülkenin içerisinde bulunduğu zor koşullar, işsizlik ve yoksuzluk nedeni ile bölgede huzursuzluk artmıştır. Bunun üzerine çözüm arayan devrin hükümetinin konuyu TBMM’ne getirmesi ve yapılan yoğun görüşmeler sonucunda 6.Şubat.1924’de çıkarılan 407 Sayılı ‘Rize Vilayeti ile Borçka kazasında Fındık, Portakal, Mandalina, Limon ve Çay Yetiştirilmesi hakkında ki Kanun ile bölgede ki tarımsal üretim desteklenmeye ve geliştirilmeye çalışılır. 1935 yılında bölgeyi ziyaret eden dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün çay üretimine sahip çıkması, gönderdiği heyetlerin çalışmaları ve 1938 yılında Rize Çay ve Fidanlıklar Müdürlüğü’nün canlandırılması neticesinde bölgenin makûs talihi değişir. İleriki yılarda çıkarılan 5684,6133 ve 6757 Sayılı Kanunlarla çay üretimi teşvik edilmiş, çay ekili alan artmış, ilk çay fabrikası 60 Ton/Gün kapasiteli olarak 1947 yılında Rize Merkezde faaliyete geçmiştir. Günümüzde takriben resmi rakamlara göre 767.000 dekarlık bir alanda ikiyüzdörtbin civarında üretici çay tarımı yapmakta ve sayıları bir milyona ulaşan Türk İnsanı geçimini çaydan sağlamaktadır. Kafkas Dağlarının korumasında özellikle Rize’nin mikro klimasında hâkim ılık ve bol yağışlı iklimi çok seven nazlı çay bitkisi kimi zaman bin metreye ulaşan engebeli arazide çok zor şartlar altında yetiştirilmekte, bakımı ve toplanması büyük cefa gerektirmektedir. Çay bitkisi ekili olduğu alanlarda başka bir ürün yetiştirilmesine izin vermez ve çay tarımı yapılan eğimi yaklaşık %80’e ulaşan Doğu Karadeniz’in tipik arazileri de başka ürünün yetiştirilmesine uygun değildir. Bu özellikleri itibariyle ve bölgenin coğrafi yapısı nedeniyle çay ülkemizin çok önemli bir tarımsal zenginliği, Rize’nin vazgeçilmez değeri, Rizelinin ise alternatifsiz ekmek teknesidir.

      Türkiye’de Çay Üretimi ve Önemi
      Çay zaman içerisinde Türk İnsanının sofrasının en önemli unsuru “ekmek somunu”, ile özdeşleşmiş, yemeklerin, sohbetlerin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Çaya ülkede artan talep önceleri yerli üretimin yanı sıra ithalat ile karşılanmaya başlansa da 1965 yılından itibaren yerli kuru çay üretimi iç piyasa ihtiyacını karşılayacak seviyeye ulaşmıştır. 1971 yılına kadar çay yetiştirme, alım, işleme, paketleme ve pazarlama faaliyetleri Tekel Genel Müdürlüğünce yürütülmüş, bu yıldan itibaren çıkarılan 1497 Sayılı Kanunla kurulan Çay Kurumu bu görevleri üstlenmiştir. Fiilen faaliyete geçmesi 1973 yılında gerçekleşen Çay Kurumu daha sonra 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tadil edilen 2929 Sayılı Kanunla 1982 Yılında Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür. Daha önce Çay Tarımı, Üretimi ve Satışı Devlet Tekelinde olan çay piyasası 1984 yılında çıkarılan 3092 Sayılı Kanun ile serbest bırakılmış ve daha önce çıkarılan 3788, 4223 ve 6133 Sayılı Kanunların ilgili hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. 1994 yılında çıkartılan 4046 Sayılı “Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanunun 35. Maddesi” uyarınca bir Kamu İktisadi Kuruluşu olan Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (ÇAY-KUR) statüsü İktisadi Devlet Teşekkülü olarak değiştirilmiştir. Bugün ÇAY-KUR 46 Adet fabrikası, 3 adet paketleme tesisi ve yıllık 110.000 Ton düzeyinde ki kuru çay pazarlama potansiyeli ile sektörün %65’ini elinde tutan dev bir kuruluş, çok önemli milli bir değer ve çay üreticisinin en büyük sigortasıdır. İleride değineceğimiz konuya bir parantez açacak olursak, ÇAY-KUR bu yapısı ve potansiyeli, ilaveten tüm yurt sathına yayılmış bayileri, pazarlama ağı, satış olanakları ile aslında kendi başına bir ürün ihtisas borsasıdır.


      Ülkemizde çay pazarının yılda bir milyar ABD Dolarını aştığı tahmin edilmektedir. İrlanda’dan sonra dünyada en fazla çay ülkemizde içilmekte ve yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 100 kişiden 96’sı her gün çay içmekte, yıllık kişi başı çay tüketimi 2,80 kg düzeyine ulaşmaktadır. İrlanda’da ise bu rakam yıllık kişi başı 3,00 kg’ dır. Kabaca bir hesapla Türkiye’nin yıllık kuru çay talebi 200.000 Ton civarındadır. Tüketimin bu oranda yüksek bir düzeyde bulunduğu ülkemizde çay üreticisinin sıkıntıya düşürülmesi, sistemin tıkanması hayrete şayandır. 1980’li yılların başında çayların denize dökülmesi ile başlayan yanlış politikalar, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlı Araştırma Enstitüsünde yeterli teknik eleman ve donanımın bulunmaması, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Araştırma Enstitülerinde çay ile ilgili araştırmaların yapılmaması, yanlış makine parkı ve ekipman seçimi, kalitesiz kuru çay üretimine göz yumulması, gerekli AR-GE faaliyetlerinde bulunulmaması, stratejik planlamanın yapılmaması, fabrikaların elzem rehabilitasyon ve yenileme işlemine tabi tutulmaması, yanlış istihdam gibi ülkemizin klasik sorunlarından kaynaklanmaktadır. Girdilerin arttığı sorunların çoğaldığı ortamda gerekli tedbirler alınmayarak, sağlıklı, üreticiyi destekleyici çözüm yolları aranmayarak çay kaderine terk edilmek istenmektedir.

      Ülkemizde Tarımın Bilinçli Olarak Yok Edilmesi ve AB ile ABD’de Durum
      İki başbakanı ile övünen Rizelinin çayının bugün içine düştüğü bu açmaz ülkemizde tarımın bilinçli olarak yok edilmesi projesinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Özellikle 2002 Yılının Kasım Ayında AKP iktidara gelmesi ile hız kazanan bu politikalar AB ve ABD’nin Türkiye’yi içerisine düşürmek istedikleri bağımlı, kendine yetmeyen zamane sömürgesi bir Türkiye yaratma çabalarına yöneliktir. Aç kalan çiftçilerin büyük şehirlerin varoşlarına göç ederek kömür, makarna yardımları ile oy kullanmalarının yönlendirilmesi ise ülkemizde tarımı çok bilinçli olarak yok etmek isteyen küresel güçlerce AKP’nin teslimiyetçi ve işbirlikçi iktidarını devamının bir sigortası olarak değerlendirilmektedir. Bugün Atatürk ne dedi ise tam tersi yapılmaktadır; Atatürk1923 yılında yaptığı bir konuşmada “ Milletimiz çok büyük elemler, mağlubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır. Çünkü Türk Çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elinde ki sapanla topraktan ayrılmadı. Eğer Milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık” demekte ve “milli ekonominin temeli ziraattır, Türk Köylüsünü Efendi yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez” sözleri ile bugün AB ve ABD’nin kendi çiftçilerine uyguladıkları desteğe işaret etmektedir. Anadolu coğrafyasında bulunan Türk Milleti’nin zirai üretim olmadan, tarımda kendi kendine yetmeden payidar olması mümkün değildir. Pahalı, çok kaynak tüketiyor, nüfusunuzun sadece %8’i tarımda kalsın, siz üretmeyin biz size para verelim şeklinde ki AB ve ABD söylemleri ile yok edilecek tarımsal üretim ve ürün zenginliği sonucunda bağımlı hale gelecek toplumun yarın doğacak gıda ihtiyacının bedeli yoktur. Dünyada görülmeyen bir örnekle Türk Çiftçisine sen üretme oturduğun yerden para al ne gerek var ekip biçeceksin diye maaşa bağlayıp, tembelleştirip, üretimden koparanların kendi çiftçileri sağlanan desteklerle refah içerisinde yaşamakta, AB ve ABD kendi üreticisinin yaşam standardı düşmesin diye büyük mücadele vermektedir. Bazı ülkelerde çiftçilere ürün bazında sağlanan destek tutarları şu şekildedir,

      AB 114 Milyar ABD Doları

      ABD 54 Milyar ABD Doları

      Japonya 58 Milyar ABD Doları

      Hindistan 7 Milyar ABD Doları


      Zirai gayrisafi hasıla yani tarımsal üretim değeri temel alındığında oransal olarak sağlanan sübvansiyon


      İsviçre % 73,00

      Japonya % 65,00

      AB % 49,00

      ABD % 24,00

      Hindistan %6,50

      Örnek olarak verecek olursak çiftçilerine Fransa’nın 9,5 Milyar Avro, Yunanistan’ın 3 Milyar Avro düzeyinde destekleme primi sağladığı ortamda Türkiye’de iki başbakanlı Rize’de ve çevre illerde hükümet ikiyüzdörtbin üreticisinden, bir milyonu aşkın vatandaşından ileride detaylı bir şekilde ele alınacağı üzere kabaca bir hesapla 50 Milyon Avro sübvansiyonu, yani desteklemeyi esirgemekte, üreticinin teminatı ÇAY-KUR’u sessizce ortadan kaldırmak için çare, yol aramaktadır. Hatta daha da ileri giderek 2008 yılında açıkladığı zaten çok yetersiz olan destekleme priminin bir kısmını üreticinin cebinden geri almakta, mağduriyeti daha da artırmaktadır. Çay üretimi konusunda göz boyamak amacıyla borsası örnek olarak alınmaya çalışılan Hindistan üreticisine yıllık 7 Milyar ABD Doları destek sağlamasının yanı sıra ülkesinde yetişen ve kendi kendine yeten tarımsal ürünlere %2000 (yüzde ikibin) gümrük koruması uygulamaktadır.

      Türkiye’de AB ve ABD talimatı ile kademeli bir şekilde tarımın yok edildiği ortamda AB’den aldığı kaynaklarla birlikte tarımına 55 Milyar Avro doğrudan sübvansiyon sağlayan Almanya çiftçilerinin yanı sıra tarımsal üretim yapan işletmelere ve fabrikalara da ayrıca destek sağlamaktadır. Bizde şeker pancarı üreticisinin açlığa terk edilmesini isteyen AB Üyesi Almanya Şeker Üreticisi Südzucker AG’ye (yani Güney Şeker Fabrikaları A.Ş.) 82 Milyon Avro, August Töpfer Hamburg Tarımsal Ürünler Ticaret’e 60,8 Milyon Avro, ülkenin en Mandırası Nordmilch 52 Milyon Avro doğrudan destekleme primi almaktadır. Listede en ilgi çekici üretici ise 5,6 Milyon Avro sübvansiyon alan, bizde de market raflarında çokça görünen Merci ve Nimm2 Çikolatalarının üreticisi August Storck şirketidir. Dünya endüstriyel ve kimyasal ürünler ihracatında ilk üçte bulunan ağır sanayi devi Almanya’nın kendi tarımının idamesi, çiftçisinin bekası için bizdeki zihniyetle tarımsal üretime ne gerek var ucuza ithal ederiz, çiftçi çok masraflı oluyor zihniyetinin aksine izlediği yol örnek olmalı ve ibret alınmalıdır. Ülkemizin milli çıkarlarının teslimiyet, bölünme, teröristlerle kucaklaşma, Türk Dünyasından uzaklaşmada olduğuna inanan on iki kötü adam misali Almanya’da bazı basın kuruluşlarının devletin bu tarım politikasını ve özellikle tarımsal üretim yapan özel şirketlere sağlanan doğrudan desteği eleştirmesi üzerine hükümet ülkede sağlanan tarımsal sübvansiyonlar hakkında yayın yapılmasını ve rakamların açıklanmasını yasaklamıştır. Bu yasaklama üzerine AB Organlarından ve Komiserlerinden yükselen itirazi sesleri ise Alman Bakan bu benim Milli Meselem siz karışamazsınız şeklinde çok sert bir açıklama ile susturmuştur.

      Onların zirai ürünlerinin ithali neticesinde bizim çeltik, mısır pamuk üreticimizin yokluğa terk edilerek bir bakanın oğlunun cebine bir gecede yaklaşık 500.000.-TL konmasına karşın ABD orta halli bir çiftlik işletmesine yılda 360.000.- ABD-$ destekleme primi vermekte, ayrıca doğrudan tarımsal ürün alımı da yaparak sektöre kaynak aktarımını daha da genişletmektedir. ABD’nin bu tarım politikalarını savunan bir siyasi ileride petrol bittiğinde araçlarımız durabilir, taşımamız felç olabilir, ancak bilim açlığa ve çıplaklığa çözüm bulamaz, yarın aç kalan insandan talep edilemeyecek bedel yoktur, onun için topraklarımızda hayvansal ve zirai üretim sürekli kılınmalı, çiftçilerimiz ilelebet payidar olmalıdır demekte, Yüce Önder Atatürk’ü bağımsızlığın ve milletin bekasında tarımın önemi anlayışı açısından adeta örnek almaktadır.

      Bizde ise hükümet teslimiyetçi anlayışından kaynaklanan büyük bir ön görüsüzlük içerisinde düşük fiyattan çay ithal edip Rizelinin daha da mağduriyetine sebep olan aşırı kar düşkünü çay ithalatçısını veya kaçakçısını korurcasına yakalanan kaçak çayların imhasından vazgeçerek bunları açık artırma ile satmaya yönelik uygulamalara imza atmaktadır. Böylelikle koruma daha da gevşetilmekte, Dünya Ticaret Örgütü karşısında %145 düzeyinde ki gümrük korumasının yıllık %10 indirilmesi taahhüdü ile Türkiye’de çay üretiminin ortadan kaldırılması hedefine adım adım yürünmektedir.


      O. Cem KAZMAZ 23.10.2009

      çayın tarihi 2

      okunacak bilgi alınacak çok güzel bir yazı tüm dostlar ve ilgililer adına cem kazmaz kardeşimize ve kaçkar gazetesine çok teşekür ediyorum

      Sömürgecilik ve Çay Ticaretinin Gelişimi
      Çay ticaretinin gelişimi ve dünya pazarlarına dağılması adeta İngiliz sömürgeciliği ile özdeşleşmiş bir unsurdur. 15. Yüzyılda Vasco Dö Gama isimli Portekizli Denizcinin Osmanlı İmparatorluğu’nun kıskacından kurtulmak için ümit burnu yolunu bulması ile önce Portekizli ve Hollandalılar daha sonra İngilizler Hindistan, Çin ve Japonya ile Uzakdoğu’nun diğer devletlerini ilk olarak ticaret şirketleri aracılığı ile sarmallarına almışlar, daha sonra ise Japonya hariç bu ülkeleri doğrudan sömürge haline getirmişlerdir. Devlet kontrolünde ki bu şirketler yelkenli gemileri ve sömürgeleştirilecek ülkelerde ki ticaret kolonileri ile mal taşıma ve pazarlama faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. İngilizlerin Kraliçe I. Elisabeth’in talimatı ile 31.Aralık.1600 yılında kurulan West India Company isimli şirketi bu alanda monopol ticaret yapma ayrıcalığının ve ülkeleri sömürgeleştirmede kullanılan ticaret sarmalının ilk örneğidir. Hollandalıların 1602 yılında kurdukları Dutch East India Company ve 1621 yılında kurdukları Dutch West India Company isimli şirketleri aracılığı ile Endonezya’dan Amerika ve Karayip Denizine kadar mal akışını sağlamışlar, ticaret yapmışlar, sömürge kaynakları üzerinden zenginleşmişlerdir. Çay ticareti ise özellikle İngilizlerin Çin’den yeşil çay ile başlamak üzere başta Sömürgeleri Hindistan ve Sri Lanka’da plantajlar kurmaları ve Avrupa’yı baharatın yanı sıra bu karlı ürün ile tanıştırmaları ile gelişmiştir. İngilizler Çin’in yeşil çayının ticareti ile işe başlamışlarsa da daha sonra talebini sağladıkları siyah kuru çay ile kültürlerini özdeşleştirmişlerdir. Burada çaydan sağlanan aşırı kar ise sömürgelerde oluşturulan senede on sürgün alınabilen tropik ortam çaylıkları, ucuz işçilik ve tekelci ticaret ayrıcalığında yatmaktadır.

      Kuru Çay Emtia Borsaları, İşleyişleri ve Türk Çay Üreticileri İçin Sunulan Modelde Yatan Tehlike
      Çay son derece zahmet gerektiren bir bitkidir, kuru çaya giden yol üretim, toplama, fabrikasyon ve paketleme ile pazarlamadan geçmektedir. Üretiminin, toplanmasının ve fabrikasyonunun ucuz işçilik ve bağımlı ülkelerde, sömürgelerde gerçekleşmesi nedeni ile çay ticaretinin en önemli ayağını paketleme ve pazarlama ile marka oluşturma teşkil etmektedir. Buna yönelik olarak İngilizler devlet kontrolünde ki East India Company Tekelinde bulunan çay ticaretini geliştirmek amacıyla pazarlanmasına yönelik olarak 1835 yılında Londra Kuru Çay Borsasını kurmuşlardır. Gelişen ticaret ve oluşan piyasa dinamikleri, özel sektör açılımları ve çeşitlilik neticesinde İngiliz Sömürgelerinde 1861 yılında Kalküta (Hindistan) ve 1883 yılında Colombo (Sri Lanka) Borsaları açılmıştır. Bunları 1947 yılından başlamak üzere sömürgelerin bağımsızlığa kavuşmaya başlamaları üzerine Bengaldeş, Endonezya, Kenya ve Malavi’de kurulan diğer borsalar izlemiştir. Bu oluşumların neticesinde işlevsiz kalan Londra Borsası ise 1998 yılında kapatılmıştır.

      Burada üzerinde durulması gereken en önemli husus bu emtia borsalarının az gelişmiş ülkelerde bulunmaları ve başta İngilizler olmak üzere çay paketleme (marka) ve pazarlamasını ve elinde tutan çok uluslu şirketlerin oluşturdukları şartlarda buralardan kuru çay alımı yapmalarıdır. Yani kendi öz ürünlerini işlemenin bütün eza ve cefasını çekmelerine rağmen dünyada bunu paketleyerek pazarlama imkânı bulunmayan dünün sömürgeleri, bugünün az gelişmiş ülkeleri çaylarını kuru dökme çay haline getirerek bu ihracat borsalarına koymakta, gelişmiş ülkelerin şirketleri ise buradan alım yapmakta ve belirleyici olmaktadırlar. Örnek olarak vermek gerekirse bugün Rize Milletvekilimizce bize borsası çözüm olarak sunulan Sri Lanka’da çay işçileri her bir aileye 25 m2odacık düşen 5 ya da 6 küçük birimden oluşan teneke-karton barakalarda yaşamaktadırlar. Bu kondular ilk olarak çay plantasyonların İngiliz Sömürgeci Sahipleri tarafından Güney Hindistan’dan getirilen çay toplama işçilerinin ataları için yapılmış bulunmaktadır. Bugün için çay işçileri ayda 30-35 ABD-$ ücretle çalışmakta, hasadın iyi olduğu dönemde ise bu gelir ayda 45.- ABD-$ düzeyine çıkabilmektedir. Sri Lanka yılda 320.000 Ton kuru çay üretmekte bunun 300.000 Tonunu ihraç etmektedir. Gübrede herhangi bir KDV uygulamasının bulunmadığı, çay girdilerinin minimal düzeyde olduğu bu ülkenin kuru çay ihracat emtia borsasının ülkemize model ve çözüm olarak sunulması Rizelinin ya göç ettirileceği yâda Sri Lankalı Çay İşçilerinin durumuna düşürüleceği anlamını ifade etmektedir. Zira diğer tüm çay üreticisi ülkelerin aksine Türkiye üretici ile işçilik anlamında belirli bir standarda erişmiş bulunmakta, ağırlıklı olarak yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız için yapılan cüzi ihracatın dışında üretimi sadece kendi içi tüketimini karşılayabilir durumdadır. Bu nedenle Colombo ve Kalküta Kuru Çay İhracat Borsalarının Rize’ye çözüm ve model olarak sunulması mümkün olmayıp, bu gelen tepkiler nedeniyle ÇAY-KUR’u özelleştiremeyen hükümetin Kurumu kendi paketleme, marka ve pazarlama imkanından mahrum ederek sessizce ortadan kaldırma planının en büyük ayağını teşkil etmektedir. Burada bizlere düşen en önemli görev Üretici Birlikleri ve Ziraat Odaları ile birlikte kendi öz çözüm planımızı ve kurtuluş reçetemizi hazırlamamızdır. Ama her şeyden önce ülkemizde yukarıda anlatılan örneklere ve Yüce Önder Atatürk’ün Öngörülerine uygun bu gidişe dur diyecek Milli Tarım Politikasını uygulayacak Siyasi Türk Milliyetçiliği iktidara taşınmalıdır. Karadeniz için söyleyecek olursak hemşerilerimiz bir daha ki seçimde ya çayı, fındığı ya da mevcut iktidarı seçeceklerdir.

      Dünyada belli başlı şu kuru çay emtia borsaları bulunmaktadır;
      v Kalküta (Hindistan)
      v Guwahati (Hindistan)
      v Cochina (Hindistan)

      v Colombo (Sri Lanka)
      v Jakarta ( Endonezya)
      v Mombasa (Kenya)
      v Limbe (Kamerun)

      Bu borsalarda hizmet veren Broker’lar çay fabrikaları ile çok uluslu, Avrupa ağırlıklı şirketler arasında aracılık yapmaktadırlar. Bazen haftada bir partide 10.000 Tonluk kuru çay alışverişi yapılabilmektedir. Tanınmış çay markası sahibi Avrupalı Pazarlama Şirketlerinin alım yaptığı bu emtia borsalarının örnek alınarak kurulacak ve gerekli koruma sağlanmayan, yasal düzenleme ile konumu emniyet altına alınmayan ÇAY-KUR’un girmek zorunda bırakılacağı özel sektör ağırlıklı Rize Kuru Çay İhtisas Borsasının yaş çay üreticisi ile ve yaş çay yaprağı alımı ile doğrudan hiçbir ilgisinin olamayacağı gibi mikro ve makro ekonomi dengelerine bağlı bulunan, piyasa dinamiklerine göre işlem yapılan yerde yaş çay üreticisinin haklarının veya alacaklarının sağlama alınacağını söylemek ya saflığı yâda iktisat biliminden uzaklığı ifade etmekte veya çay üreticisini kandırmanın yeni bir yolu aranmaktadır. Bu mantıkla örneğin hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören büyük bir şirkete mal veren süt üreticisinin veya çiftçinin bu şirketten alacağını SPK’nın garanti etmesi gibi komik bir durum ortaya çıkmaktadır. Yaş çay üreticisinin en büyük sigortasını ÇAY-KUR ile hükümetin AB ile ABD örneğinde olduğu gibi ürüne vereceği destekleme pirimi ve gerçekçi taban fiyat uygulaması oluşturmaktadır. Aksi durumda Rizeli göç edecek, çay üretimi duracak ve ülkemiz yılda bir milyar ABD-$ tutarındaki çay iç pazarında ki talebi karşılamak için Sri Lanka, Hindistan veya Kenya’dan çay ithalatına başlayacaktır. Bu ülkelerin emtia ihracat borsalarında ortalama dökme kuru çay fiyatının 1,50 ila 2,00 Kg/ABD-$ düzeyinde bulunduğu ortamda ülkemizden bu denli yüksek oranda döviz çıkması bir yana bu ithalat, paketleme ve pazarlama işlerini gerçekleştirecek birilerinin cebine yılda en az beş yüz milyon ABD-$’ı kar akacaktır. Belki Sivil Toplum Örgütleri ve özellikle Ziraat Odaları dışlanarak yapılan yoğun çalıştay faaliyetlerinde, Sri Lanka ve Hindistan’dan Türk Çay Kanununu çıkartmak uzman getirtilerek en iyi işleyen emtia borsaları buralarda örnek alacağız denmesinde, ucube kanun taslaklarında bu gerçek gizli bulunmaktadır.

      Dünyada ki tüm emtia borsalarında işleyiş aşağı yukarı aynıdır, çay fabrikaları ürettikleri dökme kuru çayları borsanın depolarına teslim ederler ve kayıt işlemlerini tamamlarlar. Müteakiben çay numuneleri borsa aracıları tarafından alınır ve özellikle İngiliz ve Avrupalı uzmanlarca tadım yapılarak çay sınıflandırılır. Daha sonra çay fabrikasınca istenen fiyat, alıcı tarafından önerilen fiyat denkleştirilir veya açık artırma sonucu oluşan bedel üzerinden ilgili çay partisinin işlemi sonuçlandırılır. Borsa aracısı alıcı ile çay fabrikası arasında ki para akışını sağlar ve önceden belli olan yüzdelik komisyon tutarını tahsil eder. Dünya çay emtia borsalarında ki alımların %80’ni büyük, çok uluslu şirketlerce gerçekleştirilmekte, kalan cüzi kısım ise Kalküta Borsası örneğinde olduğu üzere çay fiyatını kontrol için kullanılan yerel firmalarca ve iç tüketicilerce yapılmaktadır.

      Burada ortaya çıkan en önemli husus yaş çay üreticisinin emtia borsası ile doğrudan hiçbir ilişkisinin bulunmaması, bu borsaların ihracata yönelik olmaları ve alımlar ile fiyatların çok uluslu şirketlerce belirlenmesidir. Rize’de ziyaret ettiğim sıkıntılı çay üreticisi hemşerilerimizin çoğu kendi yaptıkları yaş çay satışı ile emtia borsasını ilişkilendirmekte ve buna boş yere ümit bağlamaktadırlar. Halkımız bilgilendirilmemekte, yâda gözü boyanmaktadır. Emtia borsası çay fabrikasının ürettiği dökme kuru çayı satılmak üzere koyduğu bir pazardır. Borsadan kuru çay alımı yapan üçüncü kişi konumunda ki çay markası sahibi paketleme ve pazarlama şirketlerinin yaş çay yaprağı üreticisi ile çay fabrikası arasında gerçekleşen alışverişe, oluşan alacak-borç ilişkisine taraf tutulması, borsada geçerli kurallar çerçevesinde yaş çay üreticisinin alacağının emniyet altına alınmasına yönelik düzenleme yapılması hukukun temel prensipleri dışında Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunun Ruhuna aykırıdır. Emtia borsası ÇAY-KUR’un üreticinin sigortası olarak muhafaza edildiği ortamda sadece ürününü pazarlamada zorlanan, marka oluşturamamış çay fabrikalarına ürünlerini pazarlama imkânı sağlayarak dolaylı destek sağlayabilecek bir organ niteliktedir.

      Mombasa ve Nairobi Çay Borsaları: İşlemlere 1957 yılında başlanan bu Kenya Borsaları şu anda dünyada lider konumdadır. Kenya çay üretimine sonradan başlanmasına rağmen lider konuma gelmiş ve ileride açıklanacak şekilde üreticilerin sahip olduğu fabrikalarla örnek bir model oluşturmuştur.
      Colombo Çay Borsası: Sri Lanka’nın bu borsası kuru dökme çay alım satım işlemleri alanında dünyada ikincisidir. 2007 yılında toplam çay ihracatı rakamı Bir milyar ABD-$’nı geçmiştir.
      Kalküta ve Guwahati Borsaları : Kalküta Borsasında yılda 100 Milyon Kilogram ve Guwahati Borsasında ise yılda 150 Milyon Kilogram civarında dökme kuru çay işlem görmektedir. Haftada iki gün açık olan bu borsalarda Pazartesi günleri klasik CTC-Metodu (Crushing-Tearing-Curling) ile üretilmiş kuru çay satışı yapılırken ertesi gün “Dusts” tabir edilen daldırma poşet için üretilmiş çay piyasaya sunulmaktadır. Kalküta Emtia Bordasında işlem yapan belli başlı Hintli Şirketler ise şunlardır;India Assam Tea Company, Tata Tea Limited, Apeejay Tea Limited, Premier's Tea Limited, Ambootia Tea Group Exports, McLeod Russel India Limited.
      Şanghay Çay Pazarı: Yeşil çay üretiminde uzmanlaşmış bulunan Çin’de herhangi bir borsa bulunmamaktadır. Çay ticareti sosyalist bir ülke olan Çin’de pazarlar aracılığı ile yapılmaktadır, ziyaret etme fırsatı bulduğum Şanghay Çay pazarında ki fiyatlardan etkilenmemek mümkün değildir. Burada yeşil çay kalitesine göre 50 ila 4.500 ABD-$ arasında kilogram fiyatı üzerinden satılmakta, yoğun bir iç Pazar tüketimi de bulunan ülke son zamanlarda dünya piyasalarında artan talepten de istifade ederek yoğun yeşil çay ihracatı gerçekleştirmektedir.

      Biyolojik olarak farklı türleri bulunan çayın yeşil veya siyah çay olarak ayrılması aslında fabrikada ki üretim esnasında fermantasyon (mayalama) işleminde ki farklılıkta ortaya çıkmaktadır. Dünyada üretilen 700.000 Ton yeşil çayın 450.000 Tonluk kısmı Çin’de. Gerçekleşmektedir. Dünyada çay ekili alanların %43’lük kısmı tek başına Çin’de bulunmaktadır, 2.Sırayı Hindistan, 3.Sırayı Sri Lanka, 4.Sırayı Endonezya, 5. Sırayı Kenya, 6.Sırayı ise Türkiye almaktadır. Nüfussal büyüklükleri de dikkate alındığında dünyada iç piyasalarında en fazla çay tüketen ülkeler Çin ve Hindistan’dır. Ülkemiz piyasasında oluşan ithal yeşil çay fiyatları dikkate alındığında ÇAY-KUR bünyesinde gerçekleştirilmekte olan yeşil çay üretiminin artırılması, beyaz çay tabir edilen ürün konusunda gerekli ARGE çalışmaları ile yatırım yapılarak,fabrikalarda iyileştirme faaliyetlerinde bulunulması halinde popülaritesi artan ve talebi çoğalan yeşil çayın ciddi bir kaynak yaratacağı düşünülmektedir.

      Dünyada ve Ülkemizde Çay Üretimi
      Dünyada çay tarımı Çin ve ülkemiz istisna tutulursa az gelişmiş, ağırlıkla eski İngiliz sömürgesi ülkelerde yapılmaktadır. Dünyada yıllık kuru çay üretimi 3.250.000 Ton civarında gerçekleşmektedir. İlk altıda bulunan üretici ülkeler Çin, Endonezya,Hindistan, Kenya, Sri Lanka ve Türkiye’dir. Dünyada yıllık çay ihracatı 2.000.000 Ton düzeyinde gerçekleştirilmektedir. AB yılda ortalama 250.000-300.000 Ton düzeyinde yeşil çay, siyah çay ve çay ekstraktı ithal etmektedir. Bu rakamın büyük bir kısmını siyah çay oluşturmakta ve en fazla siyah çay ithalatı yapan AB ülkesi ise İngiltere olmaktadır. İngiltere’yi Almanya, İrlanda ve Hollanda izlemektedir. En fazla yeşil çay ithalatı yapan ülke Fransa ve Almanya’dır. Çay ekstraktı ithalatında lider ülke Fransa’dır. AB ülkeleri çay ithalatının bir kısmını tüketim amaçlı yaparken bir kısmını da re-eksport amacıyla gerçekleştirmektedir. 2003 yılı siyah çay re-eksport miktarı 70.000 Ton, yeşil çay reeksport miktarı 8.000 Ton, çay ekstraktı re-eksport miktarı ise 12 bin Ton olarak gerçekleşmiştir.AB ülkeleri, çay üreten ülkelerden, ortak dış ticaret politikası çerçevesinde ortak gümrük tarifeli veya gümrük tarifesi olmaksızın ithalat yapmaktadır.

      Türkiye dünyanın sayılı çay üreticisi ülkelerinin arasında bulunmasına rağmen büyük ağırlıkta kendi iç piyasası için üretim yapmaktadır. İşçilik ve üreticinin belirli bir hayat standardına ulaştığı ülkemiz hariç tüm diğer üretici az gelişmiş eski sömürge devletlerde işçilik son derece ucuz ve girdiler alt seviyededir. Günlük işçi yevmiyelerinin 30-40 ABD-$ düzeyinde bulunduğu, gübreye %18 KDV uygulandığı ülkemizin aylık işçi ücretlerinin bu kadar olduğu diğer üretici ülkelerle rekabet etmesi mümkün değildir. Yüksek maliyet ve herhangi bir katkı olmamasına rağmen düşük kalitede ki Türk çayının fazla bir ihraç şansı da bulunmamaktadır. Burada ihtiyaç olan husus Türk Devletinin bu Milli değerini ve çaydan başka geçinme imkânı olmayan bir milyonu aşkın evladını koruması ve buna yönelik politikaları AB ve ABD’de ki, hatta Hindistan’da ki örneklerine uygun olarak geliştirmesidir. Örnek olarak alınması gereken emtia borsasından önce Hindistan’ın tarımına uyguladığı destek ve yerli ürünlerine sağladığı yüksek gümrük korumasıdır. Sayın Vekil’in Çalıştay için getirttiği Hintli Uzmandan emtia borsası ile birlikte bu konularda bilgi alması ve Rizelilerle paylaşması çay üreticileri açısından çok daha hayırlı olacaktır. Yoksa iki yılda Rize’ye iki yüz sefer gelmenin pek halkın yararına olduğunun söylenmesi mümkün değildir.

      Ülkemizde Çaylık Alanların İllere Göre Dağılımı
      İLLER
      Çaylık alan
      (dekar) Yüzde
      (%) Üretici Sayısı Yüzde
      (%)
      RİZE 499.681 65 122.908 60
      TRABZON 158.337 21 49.776 25
      ARTVİN 86.006 11 19.310 10
      GİRESUN-ORDU 22.368 3 11.324 5
      TOPLAM 766.392 100 203.318 100


      Bu rakamın kaçak, kayıt dışı çaylıklar da dikkate alındığında 800.000 dekar civarında olduğu düşünülmektedir.


      ÇAY-2
      25/10/2009

      O.Cem KAZMAZ
      Çaykur'dan radyasyon açıklaması


      ÇAYKUR Genel Müdürü Ekrem Yüce, 1990 yılından 2009 yılına kadar satışa sunulan kuru çayların radyoaktif analizlere tabi tutulduğunu, herhangi bir olumsuz veri elde edilmediğini bildirdi.


      Yüce, yaptığı yazılı açıklamada, kozmik bilim, bio enerji, sağlıklı yaşam konularında uluslararası çalışmaları bulunan Prof. Dr. Ahmet Maranki'nin ulusal bir gazetede çay hakkında çay üreticilerini, ÇAYKUR'u ve genelde bölge ekonomisini zor durumlara düşürebilecek talihsiz açıklamalarda bulunduğunu belirtti.

      Açıklamasında, çay hakkında Maranki'nin yaptığı açıklamaların hiçbirinin gerçekle ilgisinin olmadığını öne süren Yüce, şöyle devam etti:
      “Ahmet Maranki'nin açıklamalarından biri, 1986 yılında meydana gelen Çernobil olayının etkilerinin halen devam ettiğidir. 1986 yılındaki Çernobil olayından sonra ÇAYKUR'a ait bütün depolar, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nca (TAEK) taranmış ve yapılan ölçümler sonucunda, 58 bin 70 ton ÇAYKUR çayının imhasına karar verilmiştir. İmhasına karar verilen çaylar ÇAYKUR'a ait fabrikaların yeşil alanlarına TAEK gözetiminde gömülmüştür. Gömü alanları her yıl TAEK tarafından kontrol edilmiş, bu konuda radyoaktif sızıntı olduğu veya radyoaktif elementlere rastlandığı rapor edilmemiştir.”

      Yüce, TAEK tarafından yapılan radyoaktif incelemeler dışındaki çalışmaların ve sözde ölçümlerin hiçbir bilimsel değeri olmadığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
      “Çernobil olayından bu yana 23 yıl geçmesine rağmen halen radyoaktif ölçme yapıldığı beyanının hiçbir bilimsel değerinin olmadığı aşikardır. Ayrıca gerek yurt içi gerekse yurt dışı satışlarımız öncesinde bütün çay nevilerimiz radyoaktif analizlere tabi tutulmaktadır. 1990 yılından 2009 yılına kadar satışa sunduğumuz çaylarımız radyoaktif analizlere tabi tutulmuş olup, herhangi bir olumsuz veri elde edilmemiştir. Bu konudaki analizlerin tamamı da özel laboratuvarlarda değil, radyoaktivite konusunda resmi kurum olan TAEK tarafından yapılmıştır. En son analizler 9 Temmuz 2009 tarihinde ve yine TAEK'çe yapılmıştır.”


      Yüce, bu açıklamaların göstereceği gibi Prof. Dr. Maranki tarafından verilen beyanatın gerçekleri yansıtmadığını, konunun hukuki açıdan da değerlendirileceğini bildirdi.


      hurriyet.com.tr/ekonomi/12823582.asp
      "Can ile bizden eğer hoşnut ise Canımız.

      Cana minnettir O'nun kurbanı olsun Canımız.

      Canımı canan eğer isterse, minnet Canına.

      Can nedir ki, onu kurban etmeyem Cananım'a..."