MİLLİ MARŞIMIZIN BESTE HİKAYESİ

      MİLLİ MARŞIMIZIN BESTE HİKAYESİ

      Milli Marş’ın beste hikayesi

      Milli marşlarımız ve ilgili hatıralar

      Cumhuriyet devrine kadar bir "Milli Marş" yaptırılması düşünülmemiştir. Bunun yerine padişahların şahıslarına yaptırdıkları özel marşlar kullanılmıştır. Bu marşlar halk kitlesine mâl edilmediği için bilhassa dış memleketlerde çok defa güç durumlarda kalınmış, sıra bize geldiği zaman topluluğumuz şaşkına uğramış, bazen "Bizim milli marşımız yok." diyebilenlerimiz de olmuştur. Hatta bir futbol ekibimiz yine böyle sıkışık bir durumda kalarak "Milli marş" yerine "Hamsi koydum tavaya" türküsünü bile okumuştur.

      Reşadiye harp gemimizin kızaktan indirilişi töreninde bulunmak üzere İngiltere’ye davet edilen Türk heyeti, törenin son dakikalarında birden bire güç bir durumla karşılaşmıştı. Nutuklardan sonra geminin burnunda şampanya şişesi patlatılmadan İngiliz denizcileri kendi milli marşlarını okuyunca bizimkiler de mukabele etmeye mecbur kalmışlardı. Söylenecek bir milli marş olmadığı için önce birbirlerine bakıştılar, sonra müstakbel çarkçıbaşı durumun önemini hissederek:

      - Arkadaşlar, "Entarisi ala benziyor"u biliyor musunuz?

      - Biliyoruz.

      - O halde hep beraber:

      - "Entarisi ala benziyor

      Sultan Reşat bana benziyor"

      Birinci dünya savaşının son yıllarında, merhum Abdulkadir Karamürsel, bir askerî temsilcimizin yaveri olarak Brest-Litowsk’ta bulunduğu sırada gar kumandanlığından aranarak kendisine şu haber bildirilir:

      "37 kişilik bir Türk Subay kafilesi Rusya’dan esaretten kurtularak memleketlerine dönmek üzere buradan geçiyorlar. Burada bir gece kalacaklar, sizden bahsettik, pek sevindiler. Hemen geliniz. İaşe ve ibate (barınma) işlerini beraberce tanzim edelim."

      O gece misafir Türk kafilesinin bütün ihtiyaçları temin edildikten sonra gecede bir ziyafet tertip edilir. Yenilir, içilir. Karşılıklı nutuklar söylenir. Bu sırada orada bulunan Almanlar hep bir ağızdan Alman milli marşı (Deutschlan uber alles)’nı iki sesli okuyunca bizimkiler soğuk terler dökmeye başlarlar. Bir ara merhum A. Karamürsel yavaşça subaylarımıza eğilerek:

      - Ne biliyorsunuz? Ordumuz etti yemin?

      - Unuttuk.

      - Kalkın ey ehli vatan.

      - ??????

      Arkadaşlar, Tekbir’i hepiniz bilirsiniz. Benim sesime uydurarak söyleyeceğiz. Benim işaretime dikkat ediniz.

      Biraz sonra 38 Türk’ün Tekbir nidaları salonu çınlatıyordu:

      "Allahü Ekber!.. Allahü Ekber!.."



      İstiklâl Marşı’mızın besteleniş hikayesi

      Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir milli marşı olmalıydı. Daha Cumhuriyet kurulmadan İstiklâl Savaşı sırasında, Garp Cephesi Komutanlığı’ndan bu arzu doğmuştu. Durum, sonradan Maârif Vekili olan Hamdullah Suphi’ye havale edildi. Böylece Türk milli marşı olarak "İstiklâl Marşı" adı ile yaptırılacak marşın hazırlıklarına girildi. Beste ve güfte için beşer yüz lira armağan kararlaştırılarak genelge ve mektuplarla bütün yurda duyuruldu.

      Önce şiir seçilip sonra beste yarışması açılacaktı. Şiir yarışmasına yurdun dört bir yanından tam 724 şiir gönderildi. Komisyon bunlardan yedisini seçerek bastırdı ve meclis üyelerine dağıttı.

      Atatürk’ün başkanlığında TBMM’nin 12.03.1921 günkü celsesinde Mehmet Akif Ersoy’un şiiri defalarca okutturularak alkışlar arasında milli marş olarak bestelenmek üzere seçildi.

      Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Beste yarışmasına ancak 24 besteci katılmıştı. Bunlardan bazıları şunlardır:

      Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör.

      Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır.

      O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında bir çok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi.

      Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekaletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir. Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir. Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikayesini şöyle anlatmıştır:

      "İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi.

      Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyordum. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum.

      İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak." Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuvarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum.

      Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelendi.”

      Bestekarın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitlerin başlıcası olmuştur. Bestekar yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekarın kusuru başta gelmektedir. Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:

      “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.

      Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratlı bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramafon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahere böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramafonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”

      Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu.

      Plak yayıldıktan sonra ağır ritm de hafızalara yerleşti ve besteci ölümüne kadar bu ağır ritmi yürüğe götürmeye uğraştı durdu.

      Ayrıca, marşın Türk temlerini ifade etmediği ve hatta “Karmen Silva” isimli bir operetten alındığı da iddia edilmiştir.

      Daha sonra marşın değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır.

      Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkansız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikatı nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır.
      Resimler
      • mehmet_akif_ersoy.jpg

        3.18 kB, 0×0, 410 defa görüntülendi

      İSTİKLAL MARŞI

      Bu gerçekleri senelerdir biliyoruz da ben başka bir şeyi merak ediyorum.
      İlk elemeyi kazanan yedi şiir hangisidir. Bunlar biryerlerde yayınlandı mı?
      Maarif Vekilliği'nin kabul ettiği 1924’ten 1930'a kadar çalınan ve besteyi nerden temin edebiliriz?
      Bu konularda bilgisi olan var mı acaba?

      DİĞER ALTI ŞİİR

      ŞAKİR ABİ MERAK ETTİĞİN 6 ŞİİRİ ARAŞTIRDIM.EĞER BİR KARIŞIKLIK YOKSA DİĞER 6 ŞİİR AŞAĞIDA. UMARIM BESTEYİDE BULURUM....




      İSTİKLÂL MARŞI YARIŞMASINDA ÖN ELEMEYİ KAZANAN DİĞER 6 ŞİİR




      1-

      Yıllarca altı cephede ateşle kanlara;
      Türk\'ün hilâl-ü dinine düşman olanlara;
      Ceddin o; Yıldırım gibi saldın zaman zaman
      Yüksek başın eğilmedi bir art cihanlara

      Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-Şitab.
      Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab

      Ey mazi-i havariki bin destan olan;
      Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
      Arslan yürekli ordu; demir giy; silah kuşan!
      Zira hududu kapladı ateşle kan, duman.

      Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım - Şitab,
      Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab!

      Arslan mücahid ordusu, ey haris-i salah
      Destinde seyf-i hak gibi pek şanlı bir silah
      Açtın sema-yi millete pür-nûr bir sabah.
      Atî bizim... bizim artık vatan, zafer, felah.

      Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım - Şitab.
      Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab


      MEHMET MUHSİN



      2-

      Altı bin yıl efendilik yaptın,
      "Kahraman Türk" idi cihanda adın.
      Bir ateşten siperdin İslam\'a
      Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.

      Ey büyük ünlü milletim ileri!
      Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri!
      Düşmanın bir cihansa dostun
      Hak Hakkın elbette müstakil yaşamak

      Atıl, ez, vur, senindir istiklâl
      Ebedî parlasın şu al bayrak...
      Ey benim şanlı milletim ileri;
      Ele çiğnetme koş bu ülkeleri!

      M.*

      *Bursa Milletvekili Muhittin Baha Bey Yarışmaya (M) rumuzu ile katıldı. Müzakereler esnasında şiirini geri çekti.
      3-

      Ey Müslüman, ey Türk oğlu
      Açıldı istiklâl yolu
      Benim bu son günlerimdir,
      Diyor bize Anadolu.

      Çek sancağı Türk ordusu
      Olmaz Türk\'ün can korkusu
      Esarete dayanır mı
      Türk vatanı, Türk namusu?

      Bu son savaş bize farzdır,
      Fırsatımız gayet azdır,
      Muzaffer ol da ey millet
      Altın ile tarih yazdır.

      Birleşelim özümüzden,
      Dönmeyelim sözümüzden,
      Hem silelim bu lekeyi,
      Tarihdeki yüzümüzden.

      İSKENDER HÂKİ


      4-

      Göz yaşına veda et
      Ey güzel Anadolu!
      Hakkını korur elbet
      Türk\'ün bükülmez kolu

      Cenk ederiz genç, koca
      Bugün değil, yarın da
      Yadımız ağladıkça
      İzmir ezanlarında.

      Hak yolunda kan olur,
      Dünyalara taşarız;
      Ya şerefle vurulur,
      Ya efendi yaşarız.

      Her gün yeni bir hile
      Arkasından satıldık;
      Her gün yeni bir dille
      Yurdumuzdan atıldık

      Yeter, ey Ka\'be\'mizi
      Elimizden alanlar
      Alıkoyamaz bizi
      Yolumuzdan yalanlar.

      Hangi alçak el alır,
      El zinciri boynuna?
      Kim Yunan\'ı bırakır
      Türk kızının koynuna?

      KEMALEDDIN KAMI

      5-

      Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
      Yurdumuza göz dikenler al kanlara boyansın
      Ya ben ya onlar diyen silâhına dayansın

      Türk oğludur bu millet
      Türk\'ündür bu memleket
      Türk oğludur bu millet
      Türk\'ündür bu memleket

      Düşman gözü tutamaz yanar dağlar başını
      Bağrımızda saklarız vatanın her taşını
      Yurdumuza yan bakan döker gözün yaşını

      Türk oğludur bu millet
      Türk\'ündür bu memleket
      Türk oğludur bu millet
      Türk\'ündür bu memleket

      Can veririz her zaman hürriyet yoluna
      ‘Ya gazi, ya şehid’lik ne devlettir kuluna
      Ata emanet etmiş namusunu oğluna

      Bize Türk oğlu derler
      Hep bizimdir bu yerler

      A.S.

      6-


      Türk\'ün evvelce büyük bir pederi
      Çekti sancağı hilâl-i sehari
      Kanımızla boyadık bahr ü berri
      Böyle aldık bu güzel ülkeleri

      İleri, arş ileri, arş ileri
      Geri kalsın vatanın kahpeleri

      Seni ihya için ey nâmı büyük
      Vatanın uğruna öldük öldük
      Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük
      Siper oldu sana dağlar gibi Türk

      Yürü ey milletin efradı yürü
      Ak süt emmiş vatan evlâdı yürü

      Vatan evlâdını kurban edeli
      Milletin hür yaşamaktır emeli
      Veremez kimseye bir Çamlıbeli
      Bağlanır mı acaba Türk\'ün eli

      İleri, arş ileri, arş ileri
      Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.

      HÜSEYİN SUAD
      --------------------------------------------------------------------------------