Türkiye'de Ortaöğretim

      Türkiye'de Ortaöğretim

      TÜRKİYE ‘DE ORTAÖĞRETİM’İN TARİHİ
      1. Rüşdiyeler(Ortaokul)
      "Rüşdiye" diye adlandırılan eğitim kurumu, Türk eğitim tarihinde önce ortaöğretim kademesinde ortaya çıkmış, lise ve ortaokul fonksiyonlarını gördükten sonra, öğretim seviyesi düşerek ilköğretim kademesine geçmiştir. Bir süre de "yüksek ilkokul" denilebilecek bir düzeyde kaldıktan sonra, 1913 yılında ilkokulların içinde erimiştir.
      Ülkede çok uzun zamandan beri açılmış bulunan askerî okullar, kendisine iki şekilde öğrenci hazırladığından başarılı bir çalışma yapamıyorlardı. 1838 yılında Mühendishane, Harbiye, Tıbbiye gibi askerî okullara öğrenci hazırlamak için sıbyan okullarının üstünde bir ara öğretim kademesi kurulmak istenmiştir. Hazırlanan tasarıya göre, sıbyan okullarına "sınıf-ı evvel" denilmiş, bu yeni kurulacak okullara da "sınıf-ı sânî" denilmesi düşünülmüştü. Ancak II. Mahmut bu adı beğenmemiş, bu okullara "rüşdiye" denilmesini istemişti. Çocuklar "rüşt çağı" olan 14-15 yaşına kadar bu okullarında kalacaklar, ondan sonra yüksek askerî okullara ve memuriyetlere girebileceklerdi. Gene tasarıya göre bu okullarındaki öğrenciler sıralara oturacaklar, evkafdan aylık alacaklardı. Hattâ bunun için 1838'de "Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti" adlı bir de idarî birim kurulamuştur.
      Ancak çeşitli nedenlerle "Rüşdiye" adlı okulların açılmaları 1847 yılına kadar gerçekleşememiştir.
      Burada bir noktaya dokunmak gerekiyor. Türk eğitim tarihi alanında araştırma yapanlardan çoğu, 1838 yılında açılan iki sivil memur yetiştirme okulunu da "rüşdiye" sayarlar. Onun için bunlar üzerinde kısaca durulmalıdır.
      Mekteb-i Maarif-i Adliye
      1838'de hükûmet dairelerine girmiş olan genç memurları ve memuriyete girmek için başvuranları okutmak ve yetiştirmek amacıyla Sultan Ahmet Külliyesinde açılmıştır. Buradaki "adliye" kelimesinin adelet ile ilgisi yoktur. Padişahın mahlası "adlî" olduğundan dolayı bu adı almıştır.
      Yatılı ve gündüzlü öğrenciler alacak olan okul, askerî bir düzen içide olacaktı. Öğrencilerin resmî kıyafeti olacaktı. Masraflar devlete ait olacaktı. İç yönetmelik bakımından askerî okullardan etkilenmiş olan bu okul, sınıf düzeni bakımından Enderun okullarından yararlanmıştır. Dersaneler "yeşil oda", "sarı oda" ve "mavi oda" olarak adlandırılıyordu.
      Gariptir ki, okulun öğretim programı da medreselerden etkilenmiştir. Medrese dersleri programın esasını oluşturuyordu. Okulun imtihanları Batı düzenine göre ilk bürokrasinin kurulma heyecanlarıyla büyük törenler düzenlenerek yapılıyordu. Zaten öğrenciler de paşazade ve beyzade çocukları idi. Okul çeşitli binalar ve programlar değiştirerek 1862 yılına kadar sürdü. 10 yıl sonra "Mahrec-i Aklam" adlı okul açılınca fonksiyonunun ona bırakarak, kapandı.
      Mektebi Ulûm-u Edebiyye
      Bu ismin, "Mekteb-i Maarif-i Adliye" adlı okulla Sülaymaniye'de açılan benzeri okulun ortak adı mı olduğu, yoksa yalnızca ikincisine mi ad olarak verildiği tartışmalıdır. Bu okul Süleymaniye Külliyesindeki mektepte açılmıştır. Amaç olarak devlet dairelerine güzel, anlaşılır, doğru yazı yazmayı bilen kâtipler yetiştirmeyi almıştır. Kalıp olarak yeni bir görünüm getirmesine rağmen, medrese zihniyetiyle öğretim ve imtihan biçimlerinin egemen olduğu bu okulda 1838'deki Rüştiye Nezareti görevlerini yerine getirmediği için, 1847'de yeni bir örgütlenmeye gidilir.
      "Mekâtib-i Umumiye Nezareti" kurulunca, ilk olarak açılacak rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere 1848'de bir "Dârülmualimin-i Rüşdiye"yi kurulmuştur. Aynı yıl İstanbul'un çeşitli yerlerinde 5 tane rüşdiye okulu aşılmıştır. Daha sonra 1853 yılında öğretmen okulu mezun verince, ülkenin 25 büyük yerleşim merkezine de rüşdiyelerin kurulmasına girişilmiştir.
      Rüştiye okulları bu ilk çıktığı dönemde orta öğretim düzeyinin tek okulu idi. Çünkü ülkede eğitim planlamasını yapmakla görevlendirilmiş bulunan Geçici Eğitim Kurulu (Meclis-i Maarif-i Muvakkat), Batıdan esinlenerek bu ülke eğitimini üç kademede kurmayı düşünüyordu: İlk kademede vakıflara bağlı sıbyan okulları vardı. Bunun için kurul orta ve yüksek öğretimi kurmayı düşünüyordu. Ortaöğretim kuruluşu olarak "rüşdiye"lerin yaygınlaştırılması ve daha sonra da üniversite olarak "Dârülfünun"un kurulması planlanıyordu.
      İşte, lise ayarındaki idadi ve sultaniler kuruluncaya kadar rüşdiyeler, tüm ortaöğretim kademesini temsil eden bir okul olarak kalmışlardır. Hattâ Bezm-i Alem Valide Sultan'ın 1850'de büyük törenlerle kurduğu "Dârülmaarif" adlı okul, Batıdaki liseler düzeyinde bulunmasına rağmen, eğitim tarihçileri tarafından gene de rüşdiyeler arasında sayılır.
      Rüştiyelerin öğretim süresi ilk açıldıklarında iki yıl idi, daha sonra dört yıla, 1859 yılından itibaren de altı yıla çıkarılmıştır. Sonra tekrar beş, dört ve üç yıla indirilmiştir. Ders programı da öğretim süresinin artıp eksilmesine göre sürekli değişmiştir. Öğretim süresindeki düşüşte en büyük etken şüphesiz idadilerin açılmasıdıki sivil erkek rüşdiyeleri 19. yüzyılın ikinci yarısında normal gelişimlerini sürdürürken, aynı öğretim düzeyinde iki rüşdiye tipi daha ortaya çıktı.
      Bunlardan birisi kız rüşdiyeleri idi. İlk defa 1859 yılında aşılmış, 1869 yılında ülke çapında açılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca 1870 yılında da kız rüştiyelerine öğretmen yetiştirmek amacıyla ilk kız öğretmen okulu olan "Dârülmualimat" açılmıştır. 19. Yüzyıldaki eğitim gelişmemizde askerî eğitim, tâ orta dereceli öğretimin başlarından itibaren sivil okullardan ayrı olan gelişimini sürdürmüştür. 1875 tarihinden itibaren İstanbul il merkezinde ve askerî garnizon merkezlerinde askerî rüşdiyeler açılmaya başlandı.
      Rüştiye okulları II. Abdülhamit döneminde yalnız yerel hükümet dairelarine kâtip yetiştirmek amacına yönelmiş; ders programlarının esasını da yazı öğretimi teşkil etmişti. Öğretmenlerinin maaşlarının düşürülmesi karşısında da öğretim düzeyi tamamen düşmüştür.
      II. Meşrutiyet dönemi ise, rüşdiyelerin yıkılış dönemi olmuştur. Bu dönemde rüşdiye, ilkokul çıkışlıların bilgilerini tamamlayan ve onları orta öğretime hazırlayan bir yüksek ilkokul durumuna getirildi. Bu öğretim kurumu önce ıslah edilmek istendi. "Numune Rüşdiyeleri" adı altında örnek kurumlar kuruldu. Fransızca, Türkçe ve pratik derslere ağırlık vermeyi amaçlayan bu kurum, tüm Osmanlı unsurlarını bünyesinde toplamayı amaçlıyordu. Hattâ 1908'de kapatılan "Darülmuallimîn-i Rüşdiye"ler bile yeniden açıldı. Ama bu arada rüşdiyelerin ilkokullarla birleştirme çalışmalarına da devam ediliyordu. Bir taraftan da Boşo Efendi'nin başlattığı bir kampanya ile askerî rüşdiyelerin Maarif Nezaretine bağlanması hususunda çalışmalar yoğunlaşıyordu. 1913 yılı "rüşdiye" adlı öğretim kurumlarının sonu oldu. Önce 29 Askerî rüşdiye Maarife devredildi. Ancak bu çok karışık oldu. Askerler, devir sırasında öğretim ve araç gereçleri ile askerî öğretmenlerin çoğunu kendi bünyesinden ayırmadı. Bu okullar bir keşmekeş içinde kaldılar. Ancak tam bu sırada "Tedrisat-ı İbtidaiye Kanun-u Muvakatı" yayınlandı ve rüşdiyeler, ibtidailer içinde eritildi. 1910 yılında 458 erkek, 80 de kız rüşdiyesi vardı.
      2. İdadiler(Liseler)
      "İdad" hazırlamak demektir. "İdadi" de genel olarak kendisinden üstün bulunan bir okula öğrenci hazırlayan okul demektir. Öğrencileri bir yere hazırlayan öğretim kurumlarına ad olarak daha sonra "Mahrec", "İzharî" "İhtiyat" gibi adlar kullanılmıştır. Hazırlama okulları olduklları için idadilerin eğitim tarihindeki rolleri sürekli olarak değişmiştir. Sıbyan mektebilerine bile bir zaman "idadi" denmiştir. Sıbyan okulları, rüşdiyelere "idadi" olarak verilmişti.
      "İdadi" adlı ilk okullar, yüksek askerî okullara öğrenci hazırlayan ön-sınıflar olarak, ilk defa 1845 yılında ordu merkezleriyle Bosna'da açıldı. Harp okullarına ve Askerî Tıbbiye'ye girmek isteyen 11-14 yaş arasındaki gençlerin eksikliklerini tamamlayan ve onları yüksek okul derslerini izleyebilir bir düzeye getirmek isteyen kuruluşlar olarak ortaya çıktı. Yaş bakımından olduğu gibi, program bakımından da orta öğretimin birinci basamağı düzeyinde idiler.
      "İdadi" adı gerçek hüviyetini 1969 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'nde buldu. Bu Yönetmeliğe göre, müslüman olan ve olmayan Osmanlı vatandaşlarını birbirlerine kaynaştırmak ve ortak bir kültür içinde yetiştirmek düşüncesiyle Sancak merkezlerinde rüşdiye çıkışlı öğrencileri Sultanilere hazırlamak için üç yıllık idadiler kurulacaktı.
      Bu, kağıt üzerindeki maddelerin tamamen gerçekleştirilmesi hemen mümkün olmadı. Ancak 1873'de "Darülmaarif" adlı okul mülkî idadi şekline dönüştürüldü. İki yıl sonra da Mora-Yenişehir'de bir idadi okul daha açıldı. İdadilerin ülke çapında yaygınlaşmaları II. Abdülhamit döneminde olmuştur. 1881 yılından itibaren il merkezlerinden yedi yıllık, ilçe merkezlerinde de beş yıllık idadiler açılmaya başlanılmıştır. Böylece 19. yüzyıl sonlarında ülke, ortaöğretim bakımından oldukça sıkı örgülü bir örgün yapıya sahip olmuştur.
      Aslında bu yedi yıllık ve beş yıllık idadilerin ilk üç sınıfları rüşdiye sınıfları idi. Bu nedenle bunlar aslında iki ve dörder yıllık idadilerdi. Bu okullar arasındaki bir diğer farklılık, ilçe idadilerinin gündüzlü (neharî), illerdeki yedi yıllık idadilerin de yatılı (leylî) olmaları idi.
      İdadilerin ilk uyguladıkları program ele geçememiş, ancak 20 yıldan fazla uygulanan 1892 programı elimizdedir. Ancak bu program ülke ihtiyaçlarına yetmediğinden, 1902-1906 arasında yeni bir porgram girişiminde bulunuldu. Yedi yıllık idadiler, ziraat, ticaret ve sanayi ile çeşitli amaçlı üç dala ayrıldı. Ziraat şubesi altı, diğer şubeler sekiz yıl oldu. Ancak bu şubelerdeki dersleri okutacak yetenekte öğretmenler bulunamadığından, tamamen vazgeçildi. Beş yıllık idadilerin amacı, üniversite ve yüksek okullara öğrenci hazırlamak değildi. Bunlar, bulundukları yörenin işlerini idare edecek, imarını sağlayacak adamlar yetiştirmeye yönelmişlerdi.
      Bu okullara başlangıçta yalnız ilkokul mezunları alınırken, 1913'de girişilen bir düzenleme ile rüşdiye mezunları da alınmaya başlandı ve program bakımından da 1902 girişimi gibi yeni bir denemeye geçildi. Bu okullar yüksek öğretimı devam etmeyecek olan öğrencileri genel, ziraat, ticaret ve sanayi dallarında eğitmeye yöneldi. Programları bu amaca göre düzenlendi. Sürekli savaşlar dolayısıyla pek uygulanmayan bu programlarla, rüşdiyelerin ortadan kaldırılması ile beş yıllık idadiler ortaöğretimin ilk basamağını oluşturdular ve Cumhuriyet döneminde "Ortaokul"a dönüştüler.
      Yüksek okullara öğrenci hazırlayan ortaöğretim kurumları olarak tüm ülkeye yayılmış olan yedi yıllık idadiler de 1910-1913 arasında önce "sultani"ye, daha sonda da "lise"ye çevrilerek tarihe karıştılar. Bu çevirmelerden amaç, bütün Osmanlı vatandaşlarına hiç olmazsa bu düzeyde ortak bir eğitim vermek ve iyi bir yabacı dil öğretmek idi. Bu isim değişiklileri sırasında yönetmelik, proğram, öğretmen maaşları, öğrenci diplomaları vs. yönünden pek çok karışıklıklar ve polemikler oldu. Ama Meşrutiyet döneminden sonra eski idadiler tartışmasız liseye dönüştürüldü.
      1914 yılı başlarında ülkede 59 idadi 6970 öğrenci ve 629 öğretmen vardı.
      3. Sultaniler
      XIX. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı Devletinin ilk öğretim ile yüksek öğretim arasında bir eğitim kademesi kurma çalışmaları ile doludur. Eğitim Bakanlığı ile bir yandan ilk ve yüksek öğretim kademeleri arasında bir köprü kurmaya çalışırken; müslüman ve hıristiyan bütün Osmanlı yurttaşlarına örtaöğretim düzeyinde ortak bir kültür ve eğitim vermek istiyordu.
      Rusya'ya karşı Osmanlı Devletinin bütünlüğünü korumak isteyen bazı Avrupa Devletleri, Osmanlı Devletine ıslahat notaları veriyorlardı. Bunlardan biri de 1867 tarihinde Fransa tarafından verildi. Fransız elçisinin Osmanlı yöneticileriyle yaptıkları görüşmeler ve Abduaziz'in Avrupa seyahatindeki izlenimleri sonucu öğretim dili Fransızca olan bir ortaöğretim kurumu açılması kararlaştırıldı. 1868 yılında çok görkemli törenlerle açılan bu kurum kısaca "Sultani" diye adlandırıldı.
      Galatasarayı'nda açılan bu sultani okulu, ilk ve ortaöğretim kademelerini içeriyordu. Hattâ bir ara "Dârülfünun-u Sultani" adıyla yüksek kurumlar da açılarak tam bir külliye haline getirilmişse de, bu uygulamadan çabuk vazgeçilmiştir. Galatasaray Sultanisin bir ortaöğrenim kurumu olmasına rağmen hem dil hem de proğram ve öğretim sistemi bakımından diğer ortaöğretim kurumlarından ayrı ve üstün idi. Daha sonraları "Galatasaray Lisesi" adını alacak olan bu öğretim kurumu, günümüzde de aynı sistemde devam etmektedir.
      Galatasaray lisesinin açılışından bir yıl sonra yayınlanan "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi"nde de vilayet merkezlerinde "Mekteb-i sultani" adlı altı yıllık eğitim kurumlarının açılması öngörülüyordu. Bütün Osmanlı yurttaşlarına açık olacak bu okullar, rüşdiye çıkışlıları alacaktı ve son üç yıllık dönemi "Edebiyat" ve "Ulum" kollarına ayrılacaktı. Yönetmelikte bu okullarda uygulanacak programlar bile belirlenmişti. Ancak bunlar gerçekleşemedi, yanlız bir yerde, o dönemdeki siyasî olaylar nedeniyle büyük önem kazanan Girit'in merkezinde "Mekteb-i Kebir" adlı bir sultani okul kurulmuştu. Bunun dışında II. Meşrutiyet dönemine kadar hiçbir sultani açılmadı.
      1908-1914 arasında ise "Sultani meselesi" çeşitli alanlarda birden kendini gösterdi. Her zeman her birisi de geniş yankılanmalara ve önemli olaylara neden olan bu hareketler şu şekilde özetlenebilir.
      Mekteb-i Sultani meselesi
      1910 yılında Tevfik Fikret Bey'in bu Ookuldaki müdürlük görevinden istifasından sonra ortaya çıkmıştır. Gerek Bakanlığın tutumu gerek öğretmen ve öğrencilerin boykot hareketleri, meseleyi çok önemli bir ülke meselesi haline getirdi. Buarada Okulun proramındaki edebiyat ve fen deslerinin ağırlıkları Bakanlık tarafından belirlenmeye kalkılınca, Okulun imtiyazlarının kaldırılıp öteki idadiler düzeyine indirileceği gibi tartışmalar oldu. Ama hiçbir şey olmadı, zaman öfkeleri yatıştırdı.
      Mekâtib-i Sultaniyeler
      Bunların sayıları yetmişi geçmemesine rağmen önemli bir işo yaramayan taşra idadileriydi. Emrullah Efendi'nin Bakanlığı zamanında ıslâh edilmek istenildi. Bakan, Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'deki(1869) maddeleri uygulemaya koymak istedi. İlk önce 23 yatılı idadiden 10 tanesini sultani haline çevirdi, ama öğretmenlerin seçimi ve maaşlarında, öğrencilerin intibaklarında, ders programlarında vs. o kadar çok karışıklıklar oldu ki, bu hususta Bakan hakkında gensoru önergesi bile verildi.
      Buna rağmen bazı çevrelerce "kahkaha ve ıslığa lâyık" görülen bu lise veya sultaniye hareketi kör topal yürüdü. 1914 yılında Şükrü Bey'in Bakanlığı sırasında da bütün yedi yıllık idadiler sultaniyeye çevrildi. Daha sonra sultanilerden liseye geçişte de aynı şekilde birçok tartışmalar oldu. 1913-14 öğretim yılında ülkede 721 öğretmen, 9573 öğrencisiyle 36 tane sultani vardı.
      İnas Sultanisi (Kız Lisesi)
      II. Meşrutiyet dönemine gelinceye kadar Osmanlı devletinde kızlara orta ve yüksek öğretim veren hiçbir kurum yoktu. Meşrutiyet ilân edilince Meclis başkanı Ahmet Rıza Bey'in önderliğini yaptığı bir kız sultanisi kurma kapmanyası başladı. Çok büyük gürültülerle yürütülen bu kampanya, Balkan Savaşanın başlamasıyla hiçbir sonuca ulaşmadan sona erdi.
      Özel girişimler bir sonuç vermeyince mesele ile devlet ilgilenmeye başladı. Darülmuallimat binasının yanması üzerine, onun öğretmen ve öğrenci kadrosuyla bir "kız idadisi" açıldı. Bu, daha sonra "inas sultanisi" haline çevrildi ve günümüzde kız lisesi olarak devam etmektedi
      Resimler
      • 01700.jpg

        112.95 kB, 400×280, 1,175 defa görüntülendi

      TÜRKİYE'DE ORTAÖĞRETİM

      4. Özel ortaöğretim kurumları
      Türk eğitim tarihinde "özel okul" denilince yalnız müslümanların kurduğu özel okullar anlaşılmalıdır. Resmî okulların dışında, yabancı devletlerin, Osmanlı uyruğunda olmayan kişilerin, müslüman olmayan dinî toplumların ve hıristiyan Osmanlıların açtıkları okullar da vardı. Ama bunlar, kendi okullarının "özel okul" statüsüne konulmasına kesinlikle izin vermiyorlardı. Çünkü başka devletlere bağlı çeşitli kişi ve kurumlar tasafından açılan bu okullar, çok geniş ve üstün bazı ayrıcalıklara sahip sahip idilir.
      Yabancı devletler Osmanlı yönetimi üzerine kurdukları çeşitli baskılarla bu okulları gayet "iyi" koruyorlar; hattâ bu hususta istedikleri her ayrıcalığı alıyorlardı. Osmanlı yönetimi, ülkedeki yabancı ve ezınlık okullarını özel okul statüsüne alabilmek için çok yoğun çabalar harcamış, fakat başaramamıştır. Hıristiyan dinî toplumlar daha önceden aldıkları ayrıcalıkları canla başla savunmuşlar, Osmanlı yönetiminin denetim ve müdahele hakkını bile tam olarak kullandırmamışlardır. Hıristiyan kişilerin açtıkları özel okullar da, kendi dinî toplumlarının sahip olduğu tüm haklardan yararlanmışlardır.
      Azınlık ve yabancı okullarının özel okul statüsüne alınmaları ancak Cumhuriyetten hemen sonra mümkün olmuştur.
      Cumhuriyet dönemine kadar Maarif Nezaretinin özel okul olarak işlem yaptığı okullar, yalnızca müslüman kişi ve kurumların açtıkları üzel okullar olmuştur.
      Türkiye'de özel okulların ortaya çıkışı, XIX. yüzyılın ikinci yarısındadır. O zamanın Osmanlı hükûmetleri çeşitli malî eksiklikler sonucu, ülkenin ihtiyacına yetecek kadar Batılı eğitim-öğretim kurumları kuramıyorlardı. Yönetimin malî kriz içinde bulunduğu, halkın da okula şiddetle ihtiyaç gösterdiği sıralarda özel girişim ve sermayelerle ülkenin büyük şehirlerinde özel okullar açılmaya başlanılmıştır.
      Ülkede kurulan ilk özel okulun hangisi olduğu tartışmalıdır. Ama özel okulların 1860'lardan sonra kurulmaya başladıkları bir gerçektir.
      Özel okullar genelikle büyük konaklar kiralanarak kuruluyordu. Kendine has binaları olan özel okullar çok azdı. Kiralık konaklardaki eğitim de, gerek okulun sürekliliği gerekse sağlık koşulları bakımından pek verimli olamıyordu. Kişilerin kurdukları özel okullar ticarî amaca yönelik oldağu için, süreklilikleri garanti edilemiyordu. Kişilerin ölmesi, konağın kirasını verememesi, öğretmenlerin başka yerlerde iş bulmaları, özel okulların kısa ömürlü olmalarının önemli faktörlerindendir.
      Derneklerin kurdukları özel okullar, şahısların kurduklarından daha uzun süreli ve güvenilir oluyordu. Ama bunların sayısı çok azdı. Özel okulların olumlu ve olumsuz yanları vardı.
      Olumlu yanları:
      1. Her ne kadar ücretli eğitim yapmakta ise de, bir kısım yoksul öğrencileri parasız okutmuşlardır.
      2. Öğrenci çekmede birbirleriyle ve devlet okullarıyla rekabete girdikleri için eğitim ve öğretim alanındeki yenilikleri uygulamada önderlik etmişlerdir.
      3. Reklam ve gösteriye ihtiyaçları olduğundan
      Devrin tanınmış bilgin ve uzmanlarından öğretmen olnrak yararlanmışlardır.
      Çeşitli dil ve bilim dallarına özellikle ağırlık vermişlerdir.
      Sınavlar sırasında devrin ileri gelenlerinin de katılmasıyla büyük törenler yaparak halkın ilgisini eğitim olayına çekiyorlardı. Ödül dağıtma, diploma verme törenlerinde özel okul günlerinde gene öyle.
      Okul gezileri düzenlemişler, çeçitli oyunlar ve marşlarla hem eğitim hem de halk üzerinde olumlu etkilerde bulunmuşlardır.
      Temizlik ve düzeni göstermek için özel öğrenci formaları hazırlamışlar ve giydirmişlerdir.
      Devlet okullarındaki gibi "atıl ve batıl" durmayıp sürekli çalışarak verimli bir eğitimi gerçekleştirmişlerdir.
      Türkiye'deki özel okulların olumsuz yanları da şunlardır:
      1. Pek çok özel okulun esas amacı kâr ve vergiden kaçmak idi. Eski konaklar biraz temizlenerek ve bazı malzemeler bulunarak okul haline getiriliyor, okul oldugıı için binanın vergisini vermekten kurtuluyorlardı.
      2. Okul görünümü altında esas amacı ticaret olan bazı okulların öğretmenleri de iyi olmuyordu. Bu yüzden öğretmenler sık sık değiştiriliyor, öğretimde bir süreklilik sağlanamıyordu.
      3. Öğretmenler gibi yöneticileri, ders programları, amaçları, öğretim metotları vs. de sık sık değişiyor, çocuklar neye uğradıklarını şaşırıyorlardı.
      4. Düzenledikleri piyango, müsamere ve ücretli konferanslarla hanedan ve diğer zenginlerin verdikleri ihsanlarla haksız kazançlar sağlıyorlardı.
      Başlangıçta gayet hoşgörülü davranılan, hattâ kurulması teşvik edilen özel okullara karşı, Bakanlık 1912 yılından itibaren sert bir tutum izlemeye başlamııştı. Bazı özel okullar çeşitli yolsuzluklarla adlî koğuşturmaya konu olmuş, şahıslara ait özel okul binalarından vergi alınmaya başlanılmış, aldıkları ücretler ve diğer gelir ve giderlerin defterleri Bakanlık müfettişlerince incelenilmeye başlanılmış, program ve sınavlar üzerinde resmî denetimler kurulmaya çalışılmıştır. Önceleri Bakanlık bünyesinde gündelik emirlere göre yön verilmeye çalışılan özel okullar için, 1915 yılında bir de genel yönetmelik çıkarılmıştır.
      Osmanlı Anayasası, öğretim hürriyeti bahsinde özel okullara geniş yer veriyordu. Bu okullar ilk ve ortaöğretim sahasında kurulabiliyorlardı. Yüksek özel okul açılmasına yasalar izin vermiyorlardı. Özel okulların, Bakanlığın ruhsatı ve padişahın "irade-i seniyye"si ile kurulması gerekti. Bu da uzun bürokratik işlemleri gerektiriyordu. Bu nedenle özel okulların çoğu ruhsatsız çalışıyorlardı.
      Bakanlık bu okulları genellikle okul binalarının sağlığa, genel ahlâka uygun olması ve askerlik bakımından bir ongel oluşturmaması, okul yönetici ve öğretmenleri icin gerekli ehliyetnameleri bulundurması, okulda yapılan öğretimin din, ahlâk ve adab ile Devlet yasa ve yönetmeliklerine uygun olması yönlerinden denetliyordu. Yoksa programlarına, ders kitaplarına, öğretmenlerin seçilmelerine karışmıyordu.
      Özel okulları şahıslar kurabildikleri gibi, dernekler de kurabiliyordu. Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye, İttihat ve Terakki gibi derneklerin çeşitli kentlere dağılmış okulları vardı.
      Türkiye'de müslümanlar tarafından kurulan özel okulların en eskisi ve en süreklisi "Darüşşafaka"dır. Yetimler için 1888 yılında kurulan bu okul, ilk ve orta öğretim kurumlarından oluşuyordu. Okulun kendisi, Türkiye'deki diğer özel okullara iyi bir örnek olduğu gibi, mezunları da Türkiye'nin posta işlerinde büyük hizmetler görmüşlerdir. Bu özel okul, 1903 yılında öğrencilerinin açlık ve idaresizlik yüzünden Bâb-ı Ali'ye hücum etmelerinden dolayı, Bakanlığa bağlanarak cezalandırılmış, II. Meşrutiyetin ilânından sonra tekrar bağımsız hale getirilmiştir. Türkiye'de jimnastik ve askerlik derslerini programına ilk alan, ilk defa ders kitapları yazdırtan bu öğretim kurumu, başarılı çalışmalarına hâlâ devam ediyor.
      Türk eğitim tarihinde özel okulların kesin istatistikleri tutulmamıştır. Bu bakımdan okullar hakkındaki bilgiler ve sayılar bölük pörçüktür.
      4. Öğretmen yetiştirme
      Türk eğitim tarihinde öğretmen yetiştirme sorunu XIX. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar okullaşmamıştır. Bu dönemde medreseler hem adalet mekanizmasını hem din adamlarının ve "sıbyan mektepleri muallimleri"nin ve medrese öğretim elemanlarının yetişmesinde hemen hemen tek kaynak olmuşlardı.
      Alt düzeydeki medrese çıkışlılardan imam-hatiplik mesleğini seçenler, aynı zamanda bulundukları köy ve mahallenin ilköğretim düzeyindeki öğretmeni de oluyorlardı. Yüksek medrese çıkışlılardan medrese de öğretim üyesi (müdderis) olmak isteyenler ise önce alt seviyedeki küçük medreselerden başlayarak, giderek yüksek düzeydeki büyük medreselerin müdderisliklerine kadar çıkarlardı. Ayrıca -özellikle Selçuklular döneminde- müderrisliğin bir alt kademesi olarak "muidlik" özgün adıyla, yardımcılık fonksiyonunu gören ayrı bir öğretmenlik kademesi vardı. Osmanlılar dbneminde ise bu fonksiyon üst düzeydeki medrese öğrencilerine bırakılmıştır. Medreselerde öğretmenlikle ilgili meslek dersleri yoktu. Sadece dinî bilimler alanında salt bilgiye dayanan bir öğretim uygulanıyordu. Zaten bu dönemdeki öğretim metotları da ezbere, not tutturmaya (imlâ) ve şerhe dayandığından, öğretmenin üzerinde didaktiğe dayalı fazla bir yük yoktu. Tartışmaya dayalı bir öğretim, çok seyrek olarak, kendine güvenen öğretmenler tarafından uygulanırdı.
      Türkiye'de öğretmen yetiştirme sorununun okullar aracılığıyla çözümlenmeye çalışılması 19. Yüzyıl ortalarında olmuştur. Batı örneğine göre kurulan ve kurulması palanlanan okullar, öğretmen yetiştirmenin öyle bir çerçeve içinde ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Kuruluş tarihine göre, Türkiye'de öğretmen yetiştiren okullar şöyle gruplandırılabilir.
      Orta öğretmen okulları
      İlk Öğretmen okulları
      Yüksek Öğretmen okulları
      Özel ve meslekî öğretmen okulları
      Bu okul gruplarından bazılarının bazen tek bir yönetim ve okul altında birleştikleri de görülmüştür.
      Orta Öğretmen Okulları
      Türkiye'deki ilk öğretmen okulu kuruluşu, 16 Mart 1848'de kurulan "Dârülmualimin-i Rüşdi"dir. O zaman yeni yeni kurulmaya başlayan "Rüşdiye" adlı orta okullara öğretmen yetiştirmek amacını güdüyordu. Öğretim süresi ve ders programı hakkında net bilgilere sahip olmadığımız bu okul mukakkak ki, alt pedagojik bir öğretmen yetiştirme kurumu değildi. Gösterilen dersler, rüşdiye derslerinin biraz daha ayrıntılı şekilleriydi. Hattâ meslekî hiç bir ders olmadığı da söylenmektedir. Bu okul, Cevdet Paşa ve özellikle Ahmet Hilmi Efendi'nin yönetimleri altında, eğitim sorunlarının topluca ele alındığı 1868 yılına kadar devam etti.
      1868 yılında ilkokul öğretmenleri yetiştirmek için bir "Dârülmuallimin-i Sıbyan" kurulmuştur. 1869 Genel Eğitim Yönetmeliğ'inde de ("Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi") bir büyük Dârülmuallimin kurulması öngörülüyordu (madde 52). Buna göre bu Okul üç şubeden oluşacaktı: Rüşdiye, İdadiye ve Sultaniye. Bu üç cins okula öğretmen yetiştirecek büyük Dârülmuallimin'in yöneticine Dârülmualimin-i Sıbyan'ın yönetimi de verilmişti (madde 66). Aynı yönetmelik Sıbyan ve Rüşdiye okullarına öğretmen yetiştirecek bir Kız Öğretmen Okulu (Dârülmualimmat) kurulmasını da öngörüyordu (madde 68-78).
      Yönetmelik maddelerine göre 1870 yılında açılan Dârüllmuallimat, üç yıl öğretim süreli hem sıbyan okullarına, hem de kız rüşdiyelerine öğretmen yetiştiren bir kurum olarak devam etti.
      Erkek öğretmen yetiştiren orta seviyedeki öğretmen okulları ise çok karmaşık bir yapıda XX. yüzyıla kadar sürmüşlerdir. 1910-1912 srasında rüşdiyelere öğretmen yetiştirmek için açılan okullar, taşrada da birkaç yerde açılmış, fakat 1913 yılında rüşdiyelerin ilkokullar içinde eritilmesinden sonra ortadan kalkmıştır.
      Savaş yıllarında İstanbul'daki kız ve erkek Yüksek Öğretmen Okulları içindeki izharî kısımlar da orta seviyedeki okullara öğretmen yetiştiriyordu.
      Cumhuriyet döneminde ise, karmaşık yıllardan sonra 1926 yılında Konya'da açılan, 1930 yılında da Ankara'ya nakledilen Gazi Pedagoji Enstitüsü, 1943 yılında Balıkesir'de açılan Necati Eğitim Enstitisü, 1946'da İstanbul Eğitim ve İzmir Karşıyaka Kız Eğitim Enstitüleri orta seviyedeki okullara öğretmen yetiştirmişlerdir. 1948'de ortaokul öğretmeni yetiştirme işlevi yalnız Gazi Eğitim Enstitüsü'ne bırakılmış, 1950'den sonra diğer eğitim enstitüleri yeniden açılmıştır. 1975'den sonra ise -temel eğitimin 8 yıla çıkartılmasından sonra- ilköğretmen liselerinden çıkanları ortaokul öğretmeni seviyesinden çıkarmak için çok sayıda Eğitim Enstitüsü açılmıştır.
      İlk Öğretmen Okulları
      Ülkemizde Batı zihniyetine göre ilköğretim sorunu ortaöğretimden sonra ele alındığı için, bu alandaki öğretmen okulu da -Dârülmuallimin-i Rüşdî'den yirmi yıl sonra -1868 yılında "Dârülmuallimin-i Sıbyan" adı ile kurulmuştur. Öğretim süresi iki yıl olan bu okulun progrımı elimizde yoktur.
      1871'de kapanmak zorunda kalan bu okul, bir yıl sonra yeniden açılıyor ve buna, taşradaki öğretmen okullarına da öğretmen yetiştirme fonksiyonu verilmiştir.
      1883 yılında da "Dârülameliyat" adı altında bir uygulama ilkokulu hüviyetini kazanmıştır. İki yıl sonra da tekrar eski adı ve hüviyetine kavuşuyor.
      İstanbul'daki İlköğretmen okulu 1909 yılındaki Sâtı Bey'in müdürlük dönemine kadar küçük değişikliklerle, önemli bir yenilik olmadan sürdü geldi. Sâtı Bey, Okulun 900 öğrencisini 150'ye indirerek, öğretim heyetinin de %90'ını değiştirdi. Okul öğrencilerinin uygulama yapacakları bir "Tatbikat Mektebi" açtı. Sâtı Bey'in yönetiminde bu Okulun seviyesi hızla yükseldi. Öyle ki 1912 yılında "Dârülmuallimin-i Aliye" adıyla bir yüksek okul düzeyine çıkarıldı.
      Ayrıca 1875 yılından itibaren vilayet ve sancak merkezlerinde de bir ve iki yıllık "Dârülmuallimin-i Sıbyan"lar açılmıştı. Bunların sayıları XX. yüzyıl başlarında 16'ya, I. Dünya Savaşı yıllarında da 30'a kadar çıkmıştı. Savaş yıllarında okullar gerek öğretmen gerek öğrenci kadroları açısından kapanma derecesine kadar zayıfladı. Kurtuluş Savaışı sırasında özel idareler tarafından yönetilen bu okulların sayısı 33, Cumhuriyetten sonra da 46 idi. 1924'de bunların sayısı 20'ye indirildi. Öğretim süreleri beş yıla çıkartıldı.
      1926-28 yılları arasında köylerdeki ilköğretim sorunu çözümlenmeye çalışıldı. Kayseri ve Denizli'de Köy Öğretmen Okulları kuruldu ve 1933'de kapatıldı. 1927-1932 yılları arasında aynı amaca yönelik ve dört il merkezinde açılan "Pedagoji Sınıfları"nı görmekteyiz. Köy öğretmeni yetiştirme sorunu 1936 yılında Köy eğitmeni yetiştiren kurslar biçiminde, 1937'den itibaren de Köy Öğretmen Okulları biçiminde çözümlenmeye çalışılmıştır.
      1940 yılında ilköğretim düzeyindeki okullara öğretmen yetiştiren bütün kurumlar "Köy Enstitüsü" adı altında yeniden kurulmaya başlanmıştır. 1950'ye kadar sayıları 21'e çıkan Köy Enstitülerinin 1947 ve 1952'de programları önemli ölçüde değiştirilmiş,1954 yılından itibaren de adları "İlköğretmen Okulu" biçimine getirilmiştir. Daha sonra sayıları 84'e kadar çıkan öğretmen okulları bugün "Öğretmen Lisesi" haline getirilmiş ve asıl fonksiyonunu Eğitim Fakültelerine devretmiş bir şekle gelmiştir.
      Yüksek Öğretmen Okulları
      Yüksek Öğretmen Okullarının amacı, lise ve dengi okullara öğretmen yetiştirmektir. Bunun için de üniversite düzeyinde bir eğitim vermiştir. Ülkemizde yüksek öğretmen okulu sayılabilecek ilk tasarı, 1869 Yönetmeliğinin Büyük Dârülmuallimin tasarısı idi. İki yıllık idadi ve 3 yıllık sultani şubeleri, lise ve dengi okullara öğretmen yetiştirecekti. İdadiye Şubesi 1877'de açıldı. 1880'de kapandı.
      Esas "Dârümuallimin-i Aliye" ise 1891'de kuruldu. Öğretim süresi 2 yıl olan bu okulda rüşdiye üstündeki okulların öğretmenini yetiştiriyordu.
      II. Meşrutiyetten sonra bazı derslerini üniversite ile beraber yapan bu Okul, daha sonra lağvedilerek Sâtı Bey yönetimindeki İstanbul Dârülmuallimini'ne bir kısm-ı âli eklendi ve daha sonra da "Dârülmuallimin-i Aliye" adını aldı. Öğretimi kâh Üniversite ile beraber kâh ondan bağımsız olarak Cumhuriyet dönemine kadar sürdü.
      Cumhuriyetten sonra 1924'de Yüksek Öğretmen Okulunun yönetimi bağımsız, öğretimi ise tamamen üniversiteye bağlandı. Bu durum 1948 yılına kadar sürdü. 1950'den sonra ise İstanbul, Ankara ve İzmir'de büyük, yatılı, öğretimi üniversitelere dayalı üç Yüksek Öğretmen Okulu açıldı. İlköğretmen okulunun 5. yılından seçtiği öğrencileri Üniversitede okutarak, lise öğretmeni yetiştiren bu kurumlar da 1975'den sonra oldukça büyük değişikliğe uğrayarak ortadan kalktı.
      Özel ve meslekî Öğretmen Okulları
      Türkiye'de özel öğretmen okulu kurulması için Osmanlılar döneminde bazı girişimlerde bulunulmuş, ancak başarılı hiçbir uygulamaya geçilememiştir.
      Meslekî ve teknik öğretim alanında çalışacak öğretmenler ise, Cumhuriyet dönemine kadar ya kendi okullarında ya da yurtdışında yetişmişlerdir. Cumhuriyet döneminde de bu sorun ilk yıllar yurt dışına öğrenci gönderilerek ve yabancı uzman getirilerek çözümlenmeye çalışılmıştır. Daha sonra ise -okulların sayının hızla artması üzerine- 1934-35 öğretim yılında Kız Enstitülerine ve Akşam Kız Sanat okullarına öğretmen yetiştiren "Kız Teknik Öğretmen Okulu", 1937-38 öğretim yılında Erkek Sanat, Akşam Erkek Sanat, Yapı Enstitüsi vs. öğretmenlerini yetiştirmek için "Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu" açılmıştır. Ayrıca Kız ve Erkek Sanat okulları çıkışlılardan da öğretmen olarak yararlanılmaktadır.
      Öğretmen Okulları ve Eğitim Bilimi
      Türkiye'de Batı örneğine göre kurulmuş okullar için açılan öğretmen okullarında maalesef eğitim bilimiyle ilgili dersler uzun süre sonra ve ilkel bir biçimde yer almıştır.
      Öğretmen okullarında eğitimle ilgili ilk dersler didaktik konusunda olmuş, Cevdet Efendi "Elifba" dersini verirken bunun didaktiğine daha çok önem verir bir tarzda anlatmıştır. 1877-78 yıllarında Usul-ü Tedris (Didaktik) dersinin öğretmen okulları programına konulup konulmaması konusunda bazı çalışmalar oluyor ve sonunda bu ders kesin olarak okul programlarına giriyor. Aynı sıralarda "Dârülameliyat" adıyla daha ziyade uygulamaya yönelik okullar açılıyor. XX. yüzyıla kadar öğretmen okullarındaki eğitim dersleri hemen tamamen "Usul-ü Tedris" ve "Fenn-i Terbiye" adlarıyla genellikle metodik derslerdir.
      "İlm-i Ruh" adıyla psikolojinin de programlara girdiği görülmektedir. Giderek bu okullardaki pedagoji ders saatleri artırılmış ve çeşitlendirilmiştir. 1970'lerden sonra ise Türkiye'de öğretmen yetiştirme sorunu gene bir bunalım içine girmiştir.
      5. Darülfünun(Üniversite)
      Bazı eğitim tarihçileri, Türkiye'nin Batılı anlamda ilk Üniversitesi olan "İstanbul Dârülfünu"nu Fatih külliyesine bağlamak isterler. İşe medrese açısından bakılırsa 19. yüzyıla gelinceye kadar Türkiye'de üniversite dediğimiz İstanbul Darülfünunu, medreseden ayrı, Avrupa'nın üniversitelerini taklit etmek amacıyla kurulmuştur. Bu nedenle başlangıcını Fatih dönemine kadar götürmek yanlış olacaktır.
      1845'de kurulan Meclis-i Maarif-i Muvakkat, Fransız eğitim sistemine göre Türk eğitim sistemini üç kademeli olarak kurulması çalışmalarına başladı. Meclis-i Valayı Ahkam-ı Adliye'ye sunulan tasarıda, sıbyan okullarına ilköğretim kademesi denilerek, onun üzerine medreselerden ayrı bir orta ve yüksek öğretim kademesi kurulacaktı. Ortaöğretim "rüşdiye" mektepleri kurulup yayılarak meydana getirilecek, yüksek öğretim düzeyinde ise yatılı bir "Dârülfünun" kurulacaktı.
      Gerçekten de İtalya'dan Fasoti adında bir mimar ayda 100 altın maaşla getirilmiş ve Sultanahmet'le Ayasofya arasında üç katlı bir bina ancak 19 yılda yaptırılabilmiştir (1845-1864). Bu bina bir ara Kırım Savaşı dolayısıyla askerî hastahane olmuş, Maliye, Adliye ve Evkaf Nezaretleri, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan, İstanbul Vilayet binası ve mahkeme olarak kulanılmış ve sonra da yanmıştır (1933).
      Ancak bu binanın yapımı daha tamanlanmadan 1863'de binanın tamanlanmış kısımlarında Dârülfünun derslerine başlanılmıştır. Dersler herkese açık konferanslar biçimindeydi. Derviş Paşa Fizik, Hekimbaşı Salih Efendi nebatat, Ahmet Vefik Efendi Tarih, Ahmet Cevdet Efendi Tabii Coğrafya, Müneccimbaşı Osman Saip Efendi de heyet üzerine konferanslar veriyordu. Konferansları sürekli izleyen bir öğrenci zümresi de vardı. Ancak bu olumsuz bir tecrübe oldu. Dinleyicilerin bilgi düzeyleri dersleri anlamaya yeterli değildi. Konferanslar pek ciddiye alınmıyordu. Dinleyicilerin ve ders verenlerin büyük çoğunluğu devlet memuru idiler.
      1865 yılında bu konferanslar esas Dârülfünün binasında çıkarılarak (Maliye Nezareti olmuş) Divan yolunda Nuri Efendi Konağı'na taşındı ve oranın da içinde kütüphanesiyle beraber yanması üzerine, yeni bir binada konferanslara devam edilmedi.
      Dârülfünun'un ikinci kez gündeme gelmesi, Saffet Paşa'nın hazırlayıp yayınladığı 1869 "Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi" ile olmuştur. Bu yönetmeliğin 79-129. maddeleri İstanbul'da bir Dârülfünun-u Osmanî kurulmasını öngörülüyordu. Bu üniversite "hikmet ve edebiyat", "hukuk", "ulûm-u tabiiye ve riyaziye" diye üç kürsüden oluşacaktı. Öğretim süresi üç yıl olacak şekilde ders programı da hazırlanmıştı. Türkçe ders yapacak "müderrisler" yetişinceye kadar Fransızca da ders yapılabilecekti. Üniversitenin diğer hususlarına dair ayrıntılar da tespit edilmişti.
      Bu Dârülfünun ders yapabilmesi için Çemberlitaş'ta bir yeni bina yatırıldı (Uzun süre Maarif Nezareti olararak ve Belediye Fen Heyeti Binası olarak kullanılmıştır). Gazete ilânlarıyle kayıtlar yapıldı. Başvuran 1000 civarında öğrenciden 450'si sınavla seçildi. Ancak seçilenlerin büyük çoğunluğu medrese öğrencisi oldukları ve onlar da 3 aylar cerrine çıktıkları için, açılış Ramazan Bayramı ertesine bırakılmış ve Ramazan süresince Üniversite resmen atanmış öğretmenlerce, halka açık gece dersleri düzenleniyor. Ancak bu dersler (Takvim-i Vekayi'de yayınlanmıştır) seviye olarak ilk öğretim düzeyinde diye nitelenmektedir. Ama bu karar daha sonraki duruma bakarak verilmiştir!
      Bu ikinci Dârülfünun da 1870'de büyük törenlerle açılmıştır; ancak Yönetmelikte belirlenen bütün dersleri verecak öğretmen ve ders kitabı bulunmadığından haftada 5 gün ve ikişer saat ders yapılabilmiştir.
      Ancak bu dersler sırasında bilgisizlik, bu kurum hakkında devamlı sorunlar çıkarmıştır. Burada açılan Arapça dersleri öğrencilerin ilgisizliği yüzünden kapatılmış, Cemalleddin Afgani'nin konferanslarından birinde güya "Nübüvvet, sanatlardan bir sanattır" demesi büyük tepkilere yol açtı. Bu sözü reddeden kitaplar yazılmıştır. Oysa konuşmadan yukarıdaki gibi bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Ama medrese öğrencilerinin tepkisi üzerine Cemalettin Afganî yurt dışına sürülmüş, Darülfünun'un Müdürü Hoca Tahsin Efendi görevden alınmış, bu kurumu koruyan Sadrazam Ali Paşa'nın da ölmesiyle 1871 yılında kapanmıştır.
      Bu Dârülfünun'un softalar baskısıyla dağılması üzerine, Maarif Nazırı Saffet Paşa, Galatasaray Lisesinde bir Üniversite kurulması için Müdür Sava Efendi (Paşa)'yi görevlendirdi. O da bu sırada Gülhane Kışlasında olan Liseyi Beyoğlu'na getirerek orada Edebiyat, Hukuk ve Turuk-u Maabir (yollar - köprüler, Fen) dallarında bir Ünivereite kurdu. "Dârülfünun-u Sultanî" veya "Mekteb-i Aliye-i Sultaniye" adıyla anılan bu üniversiteye de ilânla öğrenci kaydedildi. Öğretmenlerinin çoğu Fransız ve bazıları da Rum idi. Dersler de Türkçe ve Fransızca olarak okutuluyordu. 1874 yılında açılan bu Üniversite daha devamlı olmuş, üç defa mezun vermiş, hattâ doktora tezleri bile yaptırılmıştı. Ancak 1880-81 yıllarından sonra bu okulun bir çok problemleri ortaya çıktığından, fen kısmına öğrenci bulunamadığından Maarif Nezaretince lağv edilmiştir.
      Bundan sonra, Sadrazam Sait Paşa'nın II. Abdülhamid'e yaptığı -kabul edilmeyen- birkaç önerinin dışında, 20 yıl kadar yeni bir açma girişiminde bulunulmadığı görülüyor.
      Ancak 1900 yalında, Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. Yıldönümünde, Mülkiye Mektebi binasında "Dârülfünun-u Şâhâne" adıyla bir Üniversite kurulmuştur. Bu Üniversitenin bir gösteriş olarak açıldığı, ayrıca gençlerin Üniversite öğretimi görmek için Avrupaya gitmelerini engellemek ve Abdülhamid'in maarif düşmanı olmadığını göstermek için açıldığı da iddia edilmektedir.
      Osmanlı eğitim sisteminde Hukuk ve Tıp okulları daha önce açılmış olduğundan ve hâlâ öğretim yapmakta olduklarından, yeni açılan Dârülfünunda bunları tamamlayacak şu üç şube açılmıştı.
      Edebiyat
      Ulûm-u Riyaziye ve Tabiiye (Fen)
      Ulum-u Aliye-i Diniye (İlâhiyat).
      Bu şubelere alınacak öğrenci sayısı 25-30 civarında sınırlandırılmış, ayrı bir bina ve yönetime gereksinme duyulmadan, Mülkiye Mektebi binasında ve onun müdürünün hizmetine verilmişti. Öğretim süreleri -birer yılı doktora sınıfları olmak üzere- Fen ve Edebiyat şubelerinde 3, ilâhiyat şubelerinde 4 yıl idi. Ancak öğrenci sayısı çok sınırlı tutuldığından, siyasî, sosyal, felsefî ve tarihî derslere programda yer verilmediğinden ve fen dersleri dahil bütün dersler maarif müfettişleri tarafından kontrol edildiğinden, üniversitedeki dersler pek yavaş geçiyordu.
      II. Abdülhamid'in bu Dârülfünun'u 1908 inkılâbına kadar devam etti. 1908'den sonra ise Mülkiye Mektebi'nden çıkarılarak Zeynep Hanım Konağı'na yerleşti. Başına bağıösız bir müdür getirildi. Programlar baştan aşağı değiştirildi. Öğrenci almadaki sınırlama, öğrencilerden ücret alma kaldırıldı.
      Bu dönemde Darülfünunda esas değişikliği Emrullah Efendi gerçekleştirmiştir. Emrullah Efendi Maarif Nazırlığı zamanında yeni bir yönetmelik hazırlayarak yayınladı. Bununla Üniversiteye azçok malî ve idarî bir özerklik veriliyor, ayrı bir üniversite polisi kurulması bile öneriliyordu. "İstanbul Dârülfünunu" adını alan bu kurum, Tıp Fakültesini ve Hukuk mektebini de bünyesine alarak beş şubeden oluşan bir üniversite oldu. Ayrıca Bağdat ve Konya Hukuk Mektepleriyle, İstanbul'daki Dişçilik ve Eczacılık Yüksek okulları da Darülfünuna bağlandılar.
      1914-1919 yılları arasında ise Almanya'dan 20 kadar profesör, doçent, asistan getirildi. Bunlar bazı enstitüler (Dârülmesai) ve laboratuvarlar kurarak âletler getirmişler, programları kendi bilgilerine göre genişleterek Mütarekeye kadar İstanbul'da öğretim faaliyetinde bnlunmuşlardır. Mütarekeden sonra anlaşmaları feshedilerek Türkiye'den çıkartılmışlardır.
      1919'da yeni bir yönetmelik çıkartılarak üniversiteye ilmî muhtariyet verildi. Sınıf usulü yerine sömestir usulü kondu ve fakültelerin adı "medrese" oldu. Bu arada savaş dolayısıyla erkek nüfusun büyük ölçüde silâh altına alındığı dönemlerde Dârülfünun öğrencilerinin yaş ortalaması küçüldü ve Şubat 1914'de başlayan hanımlara Üniversite dersleri verilmesi, 1916 yılında bir bir İnas Dârülfünunu kurulmasyla sonuçlanmıştı. 1917 yılında da Tıbbiye'ye de kız öğrenci alınmaya başlanmış, kızlar çarşafı atamamakla beraber peçeyi kaldırmışlar, 1918 yılında da üniversitede karma konferanslar verilmeye başlanmıştır.
      Cumhuriyetten sonra kadınlara mutlak serbesti verilip karma eğitime tam anlamıyla izin verildikten sonra İnas Darülfununu kapatılarak dağıtılmıştır. Üniversite 1923 yılında eski Harbiye Nezareti binasına geçti. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile de tamamen bağımsız oldu. Edebiyat ve İlâhiyat Fakülteleri programlarında önemli değişiklikler yapıldı. Ama Dârülfünun ile Cumhuriyet yönetimleri tam olarak hiç uyuşamadılar. Aralarında her zaman soğuk bir savaş sürdü gitti. Dârülfünün bir türlü kendisinen beklenen hızlı değişme ve yenileşmeleri yapamıyordu. Oradaki "müderris" adlı bir çok öğretmenin ilmî seviyeleri bir üniversite için yeterli değildi. Yayın ve araştırma çalışmaları yoktu. Bu durum karşısında İsviçre'den Prof. Albert Malche getirilerek bu Dârülfünunun durumunu inceletildi. Malche, bir rapor verdi. Cumhuriyet hükümeti bu rapora da dayanarak 1933 tarihinde İstanbul Dârülfünunu'nu ilga ederek yerine İstanbul Üniversitesi'ni kurdu. Dârülfünun'dan 157 kişi kadro dışı bırakıldı. Her şeyi ile ünivereite yeniden kuruldu. Kadro eksikleri o zaman Almanya'dan kaçan Yahudi ve antinazist öğretim üyeleri ile dolduruldu.
      Daha sonra Ankara'da ve diğer Anadolu kentlerinde de birçok üniversiteler açıldı. Bunların adları kuruluş yerleri ve yılları şöyledir.
      Üniversite Şehir Kuruluş yılı İ.T.Ü. İstanbul 1944 Ankara Üniversitesi Ankara 1946* Ege Üniversitesi İzmir 1955 O.D.T.Ü. Ankara 1957 Atatürk Üniversitesi Erzurum 1958 Karadeniz Teknik Üniv. Trabzon 1963 Hacettepe Üniversitesi Ankara 1963 Çukurova Üniversitesi Adana 1967 Fırat Üniversitesi Elazığ 1967 Diyarbakır Üniversitesi Diyarbakır 1967 Kayseri Üniversitesi Kayseri 1968 Anadolu Üniversitesi Eskişehir 1970 Boğaziçi Üniversitesi İstanbul 1971 * Hukuk Fakültesi 1925, D.T.C. Fakültesi 1935, Fen Fakültesi 1943, Tıp Fakültesi 1945.
      Türkiye'de üniversitelerin kuruluşu 1980'li yılardan sonra büyük bir ivme kazandı ve daha da önemlisi, özel üniversitelerin kurulmasına da izin verildi.

      KAYNAK . MUSTAFA ERGÜN
      Resimler
      • tarihi1.jpg

        15.57 kB, 0×0, 1,017 defa görüntülendi