Hemşin’in Ağaları

      Hemşin’in Ağaları

      Hemşin’in Ağaları

      Devir 1.Dünya Savaşının hemen sonrası. Memleket açlıktan, yokluktan yoksulluktan kırılıyor. Hemşin’in mevcut arazisi kimsenin karnını doyurmaya yetmiyor. Bu sebeple hayvancılığa yönelmiş herkes. Herkesin ahırından 8-10 tane sığır var. Yaylaya çıkılıyor ve yağ peynir yapılıyor sonra bunlar Hemşin’de satılarak tuz, gaz, şeker alınıyor. Gen de yetmiyor. Bu sebeple gurbete çıkıyor civan delikanlılar. Gurbet denilen ise Ankara, İzmir, İstanbul, Erzurum değil. Batum’dan Moskova’ya kadar olan bölgeler.
      İşte o gurbetçilerden biri Moskova’da tam iki sene çalışıyor. Kazandığı paradan neredeyse tek kuruş harcamıyor. Çalıştığı fırında taşlar üzerinde yatıyor 2 sene. Aklı memleketinde ve memleketindeki 9 çocuğunda. Sonunda bir Eylül sabahı başlıyor yolculuk. Yaklaşık bir ay süren yolculukta hep gündüz ve kalabalık kafilelerle gidiyor. Çünkü dağlar Eşkıya kaynıyor. Kazandığı paraları ise bir bezin içinde yırtık yamalı gömleğine dikmiş.
      Yolda hep hesap yapıyor. Yokluğunda geride bıraktıkları ne kadar borçlanmışlar Hemşin esnafına. Kazandıklarından geriye ne kalacak. Aklında hep bu düşünceler memleketine varmak üzere. Bir günlük yolu kalmış ama biliyor ki köyünün yakınlarında eşkıyalar var. Bu sebeple bir sürü plan yapıyor. Sonunda köyden gelen 3 kişi daha buluyor ve köye doğru yola çıkıyor. Köye ulaşmasına 1 saatlik yolu kalmışken birden önlerine silahlı 5 kişi çıkıyor. Teslim olun çağrısına ellerini havaya kaldırarak uyuyorlar.
      Adamlar üzerlerini aramaya başlıyorlar. Bu sırada dua ediyor parayı bulamasınlar diye ama eşkıya yaman. Kimin parasını nereye sakladığını iyi biliyorlar. Üstelik getirdikleri para da Rus Manat’ı! Neredeyse 25x20 cm ebatlarında çarşaf gibi paralar. Değil birkaç tanesini bir tanesini saklamak bile mümkün değil. Eşkıya kısa bir aramadan sonra parayı buluyor. Diğer yolcularda ise zaten bir şey yok.
      Ağlamaya başlıyor adam. Diyor ki; “İki senedir memleketten uzağım. Dokuz tane çocuğum var. Ne olur! Hiç olmazsa bir kısmını geri verin ki borçları ödeyeyim”. Eşkıyalar bu yalvarmalara iğrenç kahkahalar ile cevap veriyorlar. Ve silahlarını doğrultarak;”Şimdi koşarak defolun” diyorlar. Soyulmanın acısına can korkusu eklenince adam hem kaçıyor hem de bağırıyor!
      “Paramı aldınız ama kolumdaki altın bileziği alamadınız ya!”
      Eşkıyalar da başlıyor arkalarından koşmaya ve havaya ateş ederek tekrar durduruyorlar soyduklarını. Bu sefer kollarını arıyorlar bileziklerini almak için. Ama bakıyorlar ki kollarında bilezik yok. Soruyorlar;
      “Nerede bilezikler?” Adam acı ile cevap veriyor.
      “Sanat altın bileziktir! Beni soydunuz ama sanatımı alamadınız ya!” Eşkıyalar gülerek uzaklaşıyorlar. Onlar gülerken evde bir ağlamadır başlıyor aynı gece ki sormayın. O ağlamaya ne can dayanır ne yürek. Sadece soyulan adam değil bütün köy ağlıyor neredeyse.
      Eşkıya dedim de! Bu eşkıyalar ne Ermeni ne Rum! Hepsi Türk! Gurbete çıkacak kadar imanı, inancı, yüreği olmayan zavallılar. Gurbete çıkmıyorlar ama çok zenginler. Zenginlikleri ise Gurbet dönüşü soydukları zavallılar. O zavallılar ki kıtlık yıllarında un bulamadıkları için fasulyeyi kurutup değirmende öğütüp un yapıp bundan çorba içecek kadar fukaralar. O zavallılar ki ömrü memleketine hasret içinde biten yüreği yanık insanlar.
      Ya eşkıyalar kim?
      Onlar da birçoğu sonradan taş konak sahibi olan AĞA’lar. Hem de her devrin AĞA’ları. Bir sonraki devrin ağalarını ise daha sonra yazacağım.
      Şimdilik 1. dünya savaşının yarattığı AĞA’larıı yazdım.
      Bundan sonra da CHP AĞA’larını yazacağım.
      Selam ile…
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Soz ilen poz meselesi

      Şakir ağabey teşekkürler,
      Bize aktardığınız bilgiler kulaklarımıza küpe olmalı.Şimdiki genç nesilden
      acaba kaçı bunlardan haberdar.Şahsen bizlerde babalarımızdan, köyün
      yaşlılarından bu tür gerçek hikayeleri dinlemişizdir.Babamın söylediğine
      göre o zamanlar buğday ekmeği herkeste olmazmış.Malum mısır ekmeği
      yapılırdı.O da olmadığı zamanlar çam kabuklarını koparıp öğütüp ekmek
      yapmaya kalkışanlar varmış.Şimdi bu olaylar insanlara inanılmayacak gibi
      geliyor.Dediğiniz gibi eskiden Rusya'ya vs.gurbete çıkılırdı.Atina pazarından alışveriş vs.yapılırdı.(Bizimkilerde yağ peynir olurdi, kıyı kesimin insanları bizim peynirimize, tereyağımıza meraktılar).Eşkiyalarla
      ilgili hikalyeleri ben de biraz duydum.Tabi bizim kuşak tam yetişemedi bunlara daha önceki kuşaklar daha çok vakıflar bu konulara.Ama gaz
      yağıyla çalışan eski lambalardan mutlaka her evde bi tane kalmıştır.
      Babamın şöyle bir sözü var( oda herhalde büyüklerinden duymuş) :

      El oğli gurbete gider
      Yağ ilen tuz geturur
      Bizumkiler de gider
      Soz ilen poz geturur...
      Bu günümüzü çalan iki hırsız var; geçmişe ilişkin pişmanlıklarımız ve
      geleceğe ilşkin kaygılarımız...

      Ahhhhhhhhh Hüseyin Ah !

      Bir türkü daha var yazılacak. Yazbaşı gurbete gidip kışın dönen ve cennet gibi bir memleketin yeşiline senelerce hasret kalan bir Hemşinli gurbetçi memlekete dönüp te yeşilini kaybetmekte olan dağlara bakıp ne demiş bir bilsen.

      "Oyyyyyyyb oy! Gelurum sap, giderum sap! Bu dağlar hiç yeşillenmeyecek mi?"

      Dağları yeşil göremeyen o çilekeş insanların hasreti tuttu bizleri galiba.

      katırcı medet

      KATIRCI MEDET : Bu yiğidimiz Hemşin Orta köylü olup,vadimizin katırcılarındandı. “Deri” zamanı bir iki katırla ispire gider trampa işlemlerini gerçekleştirirdi. Çekük Bayram Ali nin katırcılık konusunda rakibi olsa da, en iyi arkadaşlarından biri oydu.Tramba ya onunla birlikte gider, ormandaki juru kütükleri onun la birlikte boğazlardan aşağı salardı. Hemşinden Katırları veya Atlarıyla; Sabah namazında kanlı boğaz yolunu tutar, ikindiye varmadan Bekiroğlunun hanına inerdi. Başyaylanın bakkallık görevinide yürüten vadimizin yiğidinin boşluğu; Makineleşen çağımızda insan unsuruna olan gereksinimlerden ötürü oldukça fark edilmektedir. Yiğidimiz vadimizde oldukça uzun ömür yaşamış ve bu uzun ömründe iki kez evlenerek, iki analı kardeşler yetiştire bilme başarısını göstermiştir. Vadimizin bu yiğidini de saygıyla anıyoruz.
      İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.
      RAHİBE TERESA.
      TECİNALI ALIRIZA : Tecinalı Ali Rızayı tanıyanlar onun hakkında şu bilgileri vermekle yetindiler. Vadimizin kısa boylu olanlarındandı.Ağzında vadimizde ender görülen altından bir dişi vardı. Kısa boyuna rağmen, öyle bir “kerendi”(tırpan) vururduki bir ağizda yağmi(çalışma alanı) yarıya inerdi. Ayrıca nalbant özelliğide olan Tecinali Ali Rıza, en huysuz atları bile dize getirir, nallardı. Papiça ğalayla yaylacılık eder arada sırada bir Hemşine giderdi. Yaylacılığın hakkını veren yiğidimiz vadimizde oldukça uzun yaşayanlardand
      İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.
      RAHİBE TERESA.
      Tecinali Ali Riza uzaktan akrabam da sayilur.Benim eniştem Ali Riza nun öz tornidur.Onun hakkin de bayaği birşeyler anlaturdi.kisa boyli minyon tipli bir insanmiş.
      bir gün çerilukte huvel yapemişler.Riza dayide ordeymiş.Riza dayide az eşkiyaluk yapmemiş.Bu yuzden da on i aremişler.HABER almişki oni arenler çeruluğa gelu.Yakalandi ykalenecek.

      AKlina bir fikir gelur.boyi da kisa ya .buni huvelun içine koyerler.sarup sarmalerler.hanu mida oni çeri niyetina göturur eva. Tabi Riza dayiyi arenler bunun farkina varemez.Riza dayide böylece kurtulmiş olur

      KATİRCİ

      ÇOCUKLUĞUMDAN HATIRLADIĞIM BİR DESTAN VAR AKLIMDA..

      ÇİKTUM TUMBAŞİNE HAVA PATLADİ
      BİRAZ GÖLGELENDUM KATİR OTLADİ
      KANLİ KÖYNEĞUMİ KÖYLİ YOPLADI
      ................................................

      DİYE ÜÇ DİZESİNİ HATIRLIYORUM. SANIRIM TECİNA YADA ÇANAVALI OLACAK. YAYLAYA GİDEKEN YADA GELİRKEN KATIRI İLE SELE YADA HEYELANA KAPILIP ÖLMÜŞ.

      ADINI YADA BU OLAYI BİLEN VARMI ? 50 YAŞIN ÜSTÜNDEKİ YAYLACILARIN BİLMESİ LAZIM.
      YUKAKAPİLİ