Destansı Hikayeler

      Destansı Hikayeler

      ŞEHİTLERİMİZİN, GAZİLERİMİZİN BİLDİĞİNİZ HİKAYELERİ VARSA ONLARI BURAYA AKTARALIM...AKTARALIM VE TEKRAR TEKRAR OKUYALIM.BU TOPRAKLARIN NASIL KAZANILDIĞINI,SARFEDİLEN EMEKLERİ,YİTİRDİĞİMİZ CANLARIMIZI BİR KEZ DAHA ANIMSAYALIM.HATIRLAYALIM Kİ KIYMETİNİ BİLELİM, HATIRLAYALIM Kİ SAHİP ÇIKALIM, HATIRLAYALIM Kİ ZAMANI GELİNCE NE YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ ÖĞRENELİM....




      İSKENDER PALA

      Kanlısırt’taki mitralyöz

      Bir bölük kumandanının hatırat defterinden;
      Kanlısırt’taki düşmanın ileri siperlerinden birinde tek bir mitralyözü vardı ki, fırkanın bütün cephesini taciz edip duruyordu. Daha ikmâl edilememiş siperlerden bazıları bu mitralyözün ateşi altında idi. Ara sıra acı haberler alıyorduk: Üçüncü bölüğün emir eri sipere gelirken vurulmuş. Dördüncü mangadan bir nefer şehit olmuş... Yüzbaşı yaralanmış, artık bu mitralyöz bizim için meşum olmaya başlamıştı.

      Hatta bombalardan, torpillerden daha meşum! Çünkü bu silahların az çok mizacını biliyorduk. Mesela büyük torpil makinesi haftada iki gün bizim cephemizi ziyaret ediyordu. Bombalar daha ziyade akşamdan sonraki ziyaretçilerimiz meyânına dahildi. Velhasıl dâimi bir ülfet neticesi olarak harbin kendisine mahsus itiyatlarını öğrenmiş, ruhumuzda bir huzur ve sükûn tesis edebilmiştik. İşte Kanlısırt’taki melun mitralyöz bizim bu kıymetli asayişimizi ihlâl ediyordu. Gece toplanmış konuşuyorduk. Devamlı yaptığımız musahabe bu uğursuz nokta üstünde deveran ediyordu:

      - Eey... Bu mitralyoz tahrip edilemeyecek mi?

      - Siperler yakındır, topçu ateş edemez.

      - Bir hücum yapsak!

      - Kumandan müdâfaada kalmayı tercih ediyor.

      - Sen ne dersin ha Mustafa Çavuş, can sıkmaya başlamadı mı bu mitralyöz? O, cevap vermedi. Derin derin düşünüyordu; fakat doğrusu ya en babayiğidimiz de kendisi idi. Bahis değişmek üzere iken Mustafa Çavuş bir heykel gibi karşımıza dikildi: “Ben bunu gidip getiririm!” dedi.

      “Satmıyorlarmış galiba!..” diye lâtife ettik. Arkadaşımızın bu sözü ciddi söylediğine kânî değildik. Fakat o hiç tavrını bozmadı. Gülümsedik bile. Yalnız kendini siperin üstüne fırlattı. O zaman anladık ki hakikaten mitralyözü almak için gidiyor. Kendisini en çok seven iki hemşehrisi arkasından koştu. Biraz sonra bu üç asker, diğer bütün gecelerden daha korkunç, daha siyah bir gecenin enginlerine doğru kayıp gitmişlerdi.

      Hepimiz asabiyetten, heyecandan sararmıştık. Avuçlarımızdaki tüfekleri sıkıyorduk. Şu dakika hücuma kalkmak için öyle dayanılmaz bir arzu duyuyorduk ki... Hey yâ Rabbi eğer gidenler gelmeyecek olurlarsa!.. Bu sefer orada kalsak bile ey Kanlısırt’taki düşman mitralyözü artık sen yerinden oynamıştın!

      (NETTEN ALINTI)

      Türk anası ne düşünüyor?

      Türk anası ne düşünüyor?

      “... Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.”

      (Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken [uğurlarken])

      yakın tarih...

      Çanakkale üzerine bildiğim birkaç kitap ; Kan Çiçekleri, M.Niyazi-Çanakkkale Mahşeri ( Ötüken yay.), Gelibolu-Erol Mütercimler ( Alfa yay. ) Ve şuan çok satanlar listesindeki Çılgın Türkler kitabı. Bu kitaplar tarihi anlatımlı ve belgesel niteliğinde. Yani aynı zamanda bilgi veriyolar.

      Roman dışında ise yakın tarihle ilgili bazı eserler de var. Bunların bir kısmı yazarların kendi dünya fikirleri etrafında anlatılıyor. Bazıları anı niteliğinde ve ülke dışına çıkan seçkin,aydın veya asker kökenli zümrenin anılarıdır.Bazılar resmi tarih bakımından eleştirilip bir kısmı da karşı görüşte olanların örnek veriği kitaplardır. Bir kısmı da Atatürk'ün yakın çevresindeki insanların kitapları. Afet İnan, Nurullah Ataç, F.Rıfkı Atay ( Zeytindağı ).
      Ahmet Kabaklı'nın Temellerin Duruşması ve o dönemin anayasal gelişim açısından anlatıldığı Bülent Tanör'ün kitapları da örnek verilebilir. Bu konuda B.Lewis Modern Türkiye'nin Doğuşu gibi yabancı bilim adamlarınca yazılmış eserler dışında Türk Tarih Kurmunca çıkarılan kaynak eserler de var. ( Suat Sinanoğlu- Türk Hümanizmi )
      Şimdilik bu kadar. Selamla.

      NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI

      Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O''nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı ,Hakkı Bey' in naşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri' nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir.

      CONKBAYIRI ÜZERİNDEKİ BULUTLAR

      Conkbayırı' nda kara savaşları sırasında 57 tümen her gün çamaşır değiştirir. Kirlilerini yıkar çalılara asar ve ertesi gün için kurumuş. Sebebi ise eğer şehit olurlarsa Allah'a temiz kıyafetlerle varmaktır. Savaşa çıkmadan önce namazlarını kılar ve ibadet ettikten sonra savaşa başlarlarmış. Maneviyatı kuvvetli bu insanlar Conkbayırı' ında düşman tarafından kıstırıldıkları anda gökten beyaz-gri bir bulut kümesi 57. Tümenin üzerine inmiş ve bulut yok olduğunda düşman askerleri ne olup bittiğini anlayamamışlar. Zira ortada tek bir Türk askeri bile yokmuş. Gemiden bu olayı seyreden İngiliz Amirali Hamilton daha sonraki savaş anılarında da bu olayı anlatmaktadır.
      (kültürbakanlığı)

      Şahin Bey

      Şahin Bey 1877'de Gaziantep'de doğmuştur. Asıl adı Mehmed Said'dir. 1899'de Yemen'e er olarak giden Mehmed Said, Yemen cephesinde gösterdiği muvaffakiyet ve kahramanlık üzerine başçavuş olmuştur.

      Mehmed Said 1911'de Trablusgarb harbine gönüllü olarak katılmış, Balkan savaşlarında Çatalca cephesinde savaşmıştır.

      Galiçya'da 15. Kolorduda savaşan Mehmed Said, 1917 Ekiminde Sina Cephesinde vazife almıştır. Tehlikeli vazifelere gönüllü olarak koşan, vatanperverliği, ahlakı ile dikkatleri üzerinde toplayan Mehmed Said'in rütbesi teğmenliğe yükseltilmiştir.

      1918'de İngilizlerle Sina cephesinde cereyan eden şiddetli bir muharebe neticesinde esir düşmüştür. Mısır'daki İngiliz esir kampında 1919 Aralık ayı başlarına kadar esir olarak kalan Mehmed Said, ateşkesden sonra serbest bırakılmıştır.

      Şahin Bey, 13 Aralık 1919'da İstanbul'a gelmiş, Harbiye Nezaretine müracaat ederek vazife istemiştir. Harbiye Nezareti tarafından Urfa'nın Birecik kazası Askerlik Şubesi Başkanlığına tayin olunan Şahin Bey, İşgal altındaki Antep'in vaziyetini görerek Antep'te kalmaya karar vermiştir.

      Antep Heyet-i Merkeziyesine müracaat ederek vazife isteyen Şahin Bey, heyetin kendisine Kilis-Antep yolunu kontrol altında tutma vazifesini vermesi üzerine derhal çalışmaya başlamıştır.

      Yıllardır evinden, ailesinden, çocuklarından ayrı kalan Şahin Bey, kendisine verilen vatan hizmetinin mesuliyetini omuzuna aldıktan sonra derhal hizmet mahalline koşmuştur. Yıllar sonra döndüğü evinde ise ailesi ve çocukları arasında ancak bir gün kalmıştır.

      1920 yılı Ocak ayı başlarında köyleri dolaşarak cihadın ehemmiyetini ve faziletini anlatan Şahin Bey, kısa zamanda 200 fedai toplamıştır.

      Kilis-Antep yolu, Antep harbinin kilit noktasıdır. Ne yapılıp edilmeli Fransızların bu yoldan Antep'teki işgal birliklerine yardım ulaştırmalarına engel olunmalıdır. Şahin Bey kendisine haber gönderen Anteplilere şu cevabı vermektedir:

      "Müsterih olunuz. Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez!"

      5 Kasım 1919'da İngilizlerden işgal hareketini devralan Fransızlar bir türlü Anadolunun bu güzel beldesini işgale muvaffak olamamakta, şehir halkı, sınırlı imkânlarıyla karşı koymaktadırlar. Fransızlar bütün ümitlerini Kilis'ten gelecek takviye kuvvetlerine bağlamışlardır. Fakat, o yolu da Şahin Bey bir avuç serdengeçtisiyle tutmuştur.

      Şahin Bey ve fedaileri 3 Şubat'ta ve 18 Şubat 1920'de tam donanımlı Fransız birliklerini perişan etmişlerdir.

      Şahin Bey, zaferin ardından düşman kumandanına gönderdiği mektupta şöyle demektedir:

      "Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şühedâ kanı karışıktır... Din için, namus için, hürriyet için ölüme atılmak bize, Ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Bir gün evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza."

      Sürüyle saldıran düşman kuvvetleri bir avuç yiğit karşısında perişan olmanın şaşkınlığına düşmüşlerdi. Bu şaşkınlık yerini öfkeye terketmiş ve Antep'e ulaşmak düşman kuvvetleri için bir prestij, meselesi olmuştur.

      Fransız kuvvetleri 25 Mart 1920'de Andorya kumandasında yola çıkar. Bu Fransız küvetleri sekiz bin piyade ve iki yüz süvariden oluşmaktaydı. Ayrıca bu Fransız birliğinde, bir batarya top, 16 Ağır makinalı tüfek, çok miktarda otomatik tüfek ve 4 tank mevcuttu.

      Kahraman Şahin Bey, ancak yüz kişiyi bulan fedâileriyle düşmanın karşısına dikilmişti. 25 Mart günü sabahtan akşama kadar çatışma devam etmiş ve Şahin Bey düşmana ağır kayıplar verdirmiştir.

      Şahin Bey gece gündüz uyumuyor, çatışma esnasında her tarafa yetişerek fedailerin manevî kuvvetlerini yükseltmeye çalışıyordu. Sırtındaki kaputu çıkartıp nöbet bekleyen yiğitlerin üzerine örten Şahin Bey, her hareketiyle örnek olmaktaydı.

      28 Mart sabahına kadar düşmana aman vermeyen Şahin Bey, durumun gittikçe kritik hal almasından sonra kendisine geri çekilmeyi tavsiye edenlere şöyle diyordu:

      "Düşman buradan geçerse ben Ayıntab'a ne yüzle dönerim, düşman ancak benim vücudum üzerinden geçebilir."

      Çatışmanın 4.günü Öğleye doğru Şahin Bey'in yanında 18 kişi kalmıştı. Onların da şehadet şerbetini içmelerinden sonra tek başına kalan Şahin Bey, son kurşunu kalıncaya kadar düşman ateşine karşılık vermiştir.

      Atacak kurşunu kalmayan Şahin Bey tüfeğini yere çarparak kırmış ve sel gibi üzerine hücum eden düşmanlara karşı yumruklarını sıkarak karşı durmuştur. Silahsız Şahin Bey'in yanına yaklaşamayan düşman askerleri uzaktan ateş ederek Şahin Bey'i şehit etmişler, ardından süngü darbeleriyle aziz nâşını parça parça etmişlerdir.

      28 Mart 1920'de şehadet şerbetini içen Şahin Bey'in ağzından dökülen son söz şu olmuştur. "Allah'ım vatanımı kurtar, alçak düşman! Gel sen de süngüle" Şahin Bey'in şehadet haberi şehre gelince yanık bağırlardan şu mısralar dökülmüştür:

      Şahin'i sorarsan otuz yaşında,

      Süngüyle delindi köprü başında.

      Çeteler toplanmış ağlar başında.

      Uyan şahin uyan gör neler oldu.

      Sevgili Ayıntab'a Fransız doldu.

      Şahin Bey, istiklal meş'alesini tutuşturmuş, onbinlerce Şahinler, tutuşturulan bu meş'aleyi söndürmemek için vargüçleriyle vuruşmaya koşmuşlardır. Şahin Bey'in 11 yaşındaki oğlu Hayri de gönüllü olarak savaşa katılmış ve bütün çatışmalarda yer almıştır.
      Kaynak : HIZIR OVACIK
      Resimler
      • 3102 SAHÝN.jpg

        40.5 kB, 150×200, 1,432 defa görüntülendi