Hemşin'linin Sözleri

      Hemşin'linin Sözleri

      Size hatırlatayım şu eski isimleri
      Sel oldu kopuk oldi kaybettik isimleri
      Karıştı pucekpuni dügeler petuş etti
      o bana bir iş etti sebi polokuş etti
      Ebem aldı kucaga oni çapçapuş etti
      Yagi koydu tavaya tereyagli çaş etti

      Ka gel bak bu uşaga pebuk edeyur pebuk
      Yagmi kalsun yarida,çabuk gelesun çabuk
      Biz seni göndermeduk,lobiyalara çubuk
      Tarihemi karişti hem sugra hem meciluk

      Yeni çiktun biçimden,poruşte uyuglama
      Lagana sizin olsun bana yeter muglama
      Uzak degil arasi,haştur ile susigun
      Budardum gürgenleri,topladum çigun çigun

      Şu Hemşini görenler içmeden sarhoş olur
      Taze misir ekmegi pelekide hoş olur
      Kaganoçun üstüne çaça dökerum çaça
      Kadınlar çay toplayi erkekler kaçmiş maça

      Gayetun pekesi var,teregun lekesi var
      Agerden sumi çikti ineklerun sesi var
      Yol içun mefta oldi şamelinin cevizi
      Mutlu mahallesiyiz severiz ülkemizi

      Alabalık avlarken taşlara kisti olta
      Dili olsa konuşsa taşköpri hacibalta
      Güzeller su yolunda elinde kukma gügüm
      Zugada çanavada şemalide gördügüm
      Oynayıp duruyorlar hamsimidur gözleri
      Bazilerine yabanci gelur Hemşinlinin sözleri


      Emicemin oglu FEVZİ OKUMUŞ

      Teşekkürler Samistal !

      Fevzi Abinin bu şiirini ve tüm şiirlerini senelrce önce okumuştum ama tamamını unuttum.
      Bu şirini buraya aktardın ama biz diğerlerini de bekliyoruz.
      Bu arada şiirde bazı yanlış kelimeler var. Onları da düzeltirsen iyi olacak. Gençlerimize bazı kelimeleri yanlış aktarmayalım.

      Petuş değil Pecuş
      Sugra değil Surha
      Uyuglama değil Uyuhlama
      Lagana değil lağana
      Muglama değil Muhmala
      Kaganoç değil Kahanoç
      Gayet değil Heet
      Ager değil Aher

      Yanlı zburada bir şey hatırlatmak isterim. Buradaki "H" harfleri Türkçede olmayan bir harftir. Arapçadaki gırtlaktan gelen "Hı" harfi gibi okunmalıdır.

      GELDE HEMŞİNİMİN ALMA AHINI

      Gelde hemşinimin alma ahını
      Bize neler verdi biz ne eyledik
      Tahmin edemezdik olacakları
      Deşme sinesini hemşinimin taş ocakları

      İlçemin insanları oldu huzursuz
      Sanmayın hemşinlinin sabrı sınırsız
      topyekün ayağa kalkınca halkım
      İşte o zaman hemşinliyi anlayacaksınız



      SARMİSTAL
      ADAK

      Sana şiirler okuyacağım, gitme
      Güneşler doğacak yalnızlığımdan
      sana bir ışık getireceğim
      Büyük aydınlığımdan

      Sana bir dolu umut getireceğim
      Küçük ellerine sığmayacak
      Sana Afrika gecelerini getireceğim
      Sımsıcak

      Sana çiçekler getireceğim
      Bozulmuş güz bahçelerinden
      Sana bir serinlik getireceğim
      Yağmur tanelerinden

      Sana avuç avuç yıldız getireceğim
      Güneşimden başka
      Sana engin denizlerin maviliğini getireceğim
      Köpük köpük dalga dalga

      Sana bir rüzgar getireceğim
      Dağlardan, tepelerden
      Gitme, sana zamanı getireceğim
      Zamanın bittiği yerden.

      MARALIM....

      M A R A L I M

      Maralım gel diye haber salmış
      Gara gözü, gara yollarda kalmış
      Üzüntüden gaşları birbirine dalmış
      Ben gınalı kuzumu arıyom..

      Kınalı karım inmiş köy meydanına
      Pilav üstü kuru goymuş sefer tasına
      Haykırdım sinemdeki yaramı, dağların taşına
      Ben gınalı kuzumu arıyom..

      Gurban olurum gınalımın sözüne
      Şımarmasın parnak sokarım gara gözüne
      Başlarım lan bu şiirin özüne
      Ben gınalı kuzumu arıyom..

      Sarı ineğe değişmem gınalımı
      Vazgeçmem kırsalarda kolumu kanadımı
      Hasan Emmi duvarı boyadımı
      Ben gınalı kuzumu arıyom..

      Hayatımı değiştirdim lan senin için
      Ulan ne yaptın benim için
      Kimse bilmez CEM ağladı için için
      Ben Kınalı Kuzumu Değil Bana Değer
      Vereni Arıyorum..

      Cem OrtaL

      ÇOBAN ÇEŞMESİ...

      Çoban Çeşmesi...


      Derinden derine ırmaklar ağlar,
      Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
      Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
      Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

      "Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
      Yol almış hayatın ufuklarınca,
      O hızla dağları Ferhat yarınca
      Başlamış akmağa çoban çeşmesi.

      O zaman başından aşkındı derdi,
      Mermeri oyardı, taşı delerdi.
      Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
      Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

      Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
      Kerem'in sazına cevap veren bu,
      Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
      Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

      Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
      Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
      Ateşten kızaran bir gül ararda,
      Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

      Ne şair yas döker, ne aşık ağlar,
      Tarihe karıştı eski sevdalar.
      Beyhude seslenir, beyhude cağlar,
      Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...



      Faruk Nafiz Çamlıbel

      Nazım HİKMET 1919

      YIL YİNE 1919
      ve
      İSTANBUL'UN HÂLİ
      ve
      ERZURUM ve SIVAS KONGRELERİ
      ve
      KAMBUR KERİM'İN HİKÂYESİ

      Biz ki İstanbul şehriyiz,
      Seferberliği görmüşüz :
      Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
      vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
      bir de İttihatçılar,
      bir de uzun konçlu Alman çizmesi
      914'ten 18'e kadar
      yedi bitirdi bizi.
      Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
      erimiş altın pahasında gazyağı
      ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular
      sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
      Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
      ve süpürge tohumu
      ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
      Ve lâkin Tarabya'da, Pötişan'da ve Ada'da Kulüp'te
      aktı Ren şarapları su gibi
      ve şekerin sahibi
      kapladı Miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
      Miloviç de beyaz at gibi bir karı.
      Bir de sakalı Halife'nin,
      bir de Vilhelm'in bıyıkları.

      Biz ki İstanbul şehriyiz,
      güzelizdir,
      dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
      Öfkeli, büyük bir şair :
      «Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir»
      demiş
      bize
      ve bir başkası,
      yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.

      Biz ki İstanbul şehriyiz,
      işte, arzederiz halimizi
      Türk halkının yüce katına.
      Mevsim yazdır,
      919'dur.
      Ve teşrinlerinde geçen yılın
      dört düvele teslim ettiler bizi,
      gözü kanlı dört düvele
      anadan doğma çırılçıplak.
      Ve kurumuştu
      ve kan içindeydi memelerimiz.

      Biz ki İstanbul şehriyiz,
      Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan
      bir de Yunan,
      bir de zavallı Afrika zencileri
      yer bitirir bizi bir yandan,
      Vahdettin Sultan,
      ve damadı Ferit
      ve İngiliz muhipleri
      ve Mandacılar.

      Biz ki İstanbul şehriyiz,
      yüce Türk halkı,
      malûmun olsun çektiğimiz acılar...

      919 Temmuzunun 23'üncü günü
      pek mütevazı bir mektep salonunda
      in'ikad etti Erzurum Kongresi.

      Erzurum'un kışı zorludur balam,
      tandırında tezek yakar Erzurum,
      buz tutar yiğitlerinin bıyığı
      ve geceleyin karlı ovada
      kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.

      Erzurum'da kavaklar, balam,
      Erzurum'da kavaklar tane tane,
      kavaklarda tane tane yapraklar.
      Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
      Erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

      Erzurum'un düzdür, topraktır damı.
      Erzurum güzelleri giyer, balam,
      incecik ak yünden ehramı.
      Yürek boynun büker, balam,
      Erzurumlu türkülere.
      Halim selimdir Erzurum'un adamı
      ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...

      Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre :
      orda, mazlum milletlerden bahsedildi
      bütün mazlum milletlerden
      ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.

      Orda, bir Şûrayı Millî'den bahsedildi,
      İradei Milliyeye müstenit bir Şûrayı Millî'den.
      Buna rağmen,
      «Âsi gelmiyelim» diyenler vardı,
      «makamı hilâfet ve saltanata.»
      Hattâ casuslar vardı içerde.

      Buna rağmen,
      «Bütün aksâmı vatan birküldür» denildi.
      «Kabul olunmaz,» denildi,
      «Manda ve Himaye...»

      Buna rağmen,
      İstanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
      Türk halkından kesmişlerdi umudu.
      Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a :
      «Amerikan mandası altına girelim,» diye.
      «İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
      bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
      birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde,
      şu halde, diyorlardı, şu halde,
      Memâliki Osmaniye'nin cümlesine şâmil
      Amerikan mandaterliğini talep etmeği
      memleketimiz için en nâfi
      bir şekli hal kabul ediyoruz.»

      Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.
      Erzurum'un kışı zorludur balam,
      buz tutar yiğitlerin bıyığı.
      Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
      kabullenmez yılgınlığı...

      İstanbul'da hanımlar, beyler, paşalar,
      tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
      çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
      ve biçare telgraf telleri
      devretmek için Amerika'ya Anadolu'yu
      şöyle diyorlardı Erzurum'dakilere :
      «Bizi bir başımıza bıraksalar,
      tarafgirlik, cehalet
      ve çok konuşmaktan başka müspet
      bir hayat kuramayız.
      İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor.
      Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika.
      Ne olacak,
      Biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
      sonra Yeni Dünya'nın sayesinde
      İstiklâli kafasında ve cebinde taşıyan
      bir Türkiye vücuda geliverir.
      Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
      nasıl bir idare kurduğunu
      Avrupa'ya göstermek ister.
      Hem artık işi uzatmağa gelmez.
      Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
      Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :
      Türkiye'yi, geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.»

      4 Eylül 919'da toplandı Sıvas Kongresi,
      ve 8 Eylülde
      Kongrede bu sefer
      yine ortaya çıktı Amerikan mandası.
      Ak koyunla kara koyunun
      geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
      Ve İstanbul'dan gelen bazı zevat,
      sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
      ve ihanetleriyle birlikte
      bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler.
      Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok
      işbu Mister Bravn'a güveniyorlardı.
      Bu zevata :
      «İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
      denildi.
      Fakat ayak diredi efendiler :
      «Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
      dediler,
      «Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
      dediler,
      «Hem zaten,»
      dediler,
      «birbirine mani şeyler değildir
      istiklâl ile manda.
      Ve esasen,»
      dediler,
      «müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
      Memleket harap,
      toprak çorak,
      borcumuz 500 milyon,
      vâridat ise 15 milyon ancak.
      Ve Allah muhafaza buyursun
      İzmir kalsa Yunanistan'da
      ve harbetsek,
      düşmanımız vapurla asker getirir.
      Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
      Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
      dediler.
      «Onlar dretnot yapıyor,
      biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
      Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız :
      Mandamız korkunç değildir,
      diyorlar,
      Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
      diyorlar.»

      Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.
      Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
      «Hey gidi deli gönlüm,»
      dedi,
      «Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
      ya İSTİKLAL, ya ölüm!»
      dedi.

      O NE TATLI GÜNLERMİŞ..

      O NE TATLI GÜNLERMİŞ


      Şair: Ahmet Mahir Pekşen



      Hangi şiire baksam ben varım,
      Hangi romana baksam bir sevgiliyi bulurum
      Bir de kendimi...
      Onu görmüşsem açarım kayıklı-sandallı şiirleri
      Okurum kana kana Nedimi...

      Her nedense her şiirde
      Canan ahu bakışlı
      Ve ince belli,
      O deniz ülkesinde
      Bir bulutun rüzgarından
      Üşümeseydi derdim Anabelli...

      Şiirleri okurum,
      Yazanları ve yazılanları görür gibi
      “Raks ortasında bir durur oynar, yürür gibi
      Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi.”

      Bir bakış böyle anlatır herhalde,
      Ne güzellikler görürüz
      Daha Yahya Kemal’de...

      Ve lise biter
      Bir ideal sevgiliye
      Gönül bağlayarak;

      “Ağır ağır çıkarız bu merdivenlerden,
      Eteklerimizde güneş rengi bir yığın yaprak
      Ve bir zaman bakarız semaya ağlayarak...”

      Zaman zaman bırakırım
      Bütün işimi,
      Alırım harf harf içerim
      Şiirleriyle Haşim’i...

      Ahhh o yıllar,
      Düşün, başında kavak yelleri
      Estiği serdesin...
      Şiirler kurşun gibi işler;
      “Geceleyin bir ses böler uykunu,
      İçin ürpermeyle dolar: -Nerdesin?...”

      Ve sevgili seni unutmadım,
      Hala aklımda sınıfın,
      Oturduğun sıran;
      “Kimsesiz odanda kış geceleri,
      İçin ürperdiği demler beni an,
      De ki; Odur sarsan pencereleri,
      De ki; Rüzgar değil odur haykıran.”

      Ve bitsin diye beklediğimiz lise
      Bitiverdi ardında hasret
      Ardında hüzün;
      “Alınyazısı hepsi... Kısmet
      Ha yazı ha kışı geceyle gündüzün
      Kimbilir kaç günü kaldı
      Ömrümüzün?”

      O ne tatlı günlermiş,
      O anlar ne tatlıymış...
      Mutluluk uçan bir peri,
      Heyecan; bir beyaz kelebek gibi kanatlıymış...

      Ahmet Mahir PEKŞEN
      (Liseliyim Delikanlıyım Kitabından)

      KAHVE GÖZLÜM..

      KAHVE GÖZLÜM
      "Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı varsa
      Senin kahve gözlerinin bin yıl hatırı var vefasızım"

      Yolumuz buraya kadarmış be kahve gözlüm
      Artık
      Tersine akan bir nehir gibi
      Yıkılmış bir şehir gibi
      Suya yazılmış bir şiir gibi
      Adımı unut
      Yalnızlığın boşluğunda
      Gecelerin loşluğunda
      Sensizliğin sonrasında
      Bil ki
      Beş para etmiyor umut
      Etmiyor be kahve gözlüm

      Yalan yanlış
      Kırık dökük yaşadık biz bu aşkı
      Erken emekli olduk biz bu sevdadan
      Biliyorsun
      Hep direkten döndü umutlarımız
      Hep kendi kalemize attık gollerimizi
      Ne acemi bahçıvanmışız meğer ikimiz
      Açmadan soldurduk güllerimizi
      Açmadan soldurduk be kahve gözlüm

      Şimdi yüreğim mutsuzluğun hedef tahtası
      Bir değirmen taşı gibi ezip geçtin yarınlarımı
      Sokaklara sığmıyor bu dev yalnızlığım
      Bu cumartesiler
      Bir gün beni öldürecek biliyorum
      Çığlık çığlığa şiirlerim yine de seni istiyor bana inat
      Ama son kurşun yemiş bu sevdaya
      Yetmiyor şımarık pişmanlıklar
      Yetmiyor be kahve gözlüm

      Bir isyan faslıdır şimdi bu suskunluğum
      Hovardaca harcanan mevsimlere
      Bu kaçışlara bu gelgitlere
      Ömrümüze kesilmiş biletlere
      İsyanımdır bu acı acı gülüşüm
      Oysa
      Kaç kez sildim seni haritamdan
      Kaç kez mil çektim o kahve gözlere
      Gel gör ki
      Kendime bile geçmiyor artık sözüm
      İşte bir kürek mahkumu
      İşte bir yürek mahkumu
      Kapında yine
      Bitmedi bu kara sevda
      Bitmiyor be kahve gözlüm


      AHMET SELÇUK İLKAN

      DUYARSIZLIĞA İSYANIM VAR..


      DUYARSIZLIĞA İSYANIM VAR ARKADAŞ..


      Zorluyor vicdanımın sınırlarını, yoksulluk ve duyarsızlıklar,
      Ne bir çare var, nede çareyi arayan,
      Yüreklerdeyse sesiz bir bekleyiş var,
      Dalgalanıyor göklerde, ay yıldızlı bayrağım,
      O bile melul melul ve hüzünlü,
      Dalgalanışında bile bir başka hüzün var,
      Yok olmuş gündüzler, akşamları da aynı,
      Mutluluk kalmadı insanlarda, hele de o çocuklar,
      Sofralar boş, bomboş kalmış umutlar
      Bir bir sarardı yüzlerde bakışlar, döküldü birer birer yapraklar
      Hani dört mevsimi yaşardı yurdum,
      İnsanlar hep sonbaharı, kışı yaşadılar,
      Yürekler katılaşmış, gülmeyi unuttuk,
      Hiçbir şeyin tadı bile yok artık,
      Çorbasında bırak yağı, tuzunu bile çaldılar
      Hani üç öğün yemeği?.. bir öğüne bile muhtaç kaldılar,
      Hadi anlatın, dediklerim doğrumu yoksa yalanmı,
      Yoksa bir politikacı edasıyla mı konuşuyorum,
      Yoksa bir ideoloji mi satıyorum ben,
      Yoksa yaptığım siyasetmi, adını siz koyun,
      Utanmayın, çalmaya devam edin yalan sazınzı,
      Daha ne kadar inleyecek bu millet, bu vatan
      Nerede sosyal demokratlar, nerede sağcısı, Nerede solcular
      Siz mi yalan söylediniz, yoksa yalancı olan dilleriniz mi
      Bu mu benim ülkem, bu mu vatanım
      Sancı çeker olmuş toprağım, yerindeyse rahat değil şehit yatanım
      Ne sevgi kaldı nede aşk, denizleri doldurur olmuş riyakarlık seli

      Hey gidi Mustafa Kemal, sen gittin gideli hala perişan bu millet
      Düzelmedi halli, gülmedi yüzü, ne kudreti kaldı, nede dayanacak taakat
      Ah bir ayıltıla bilse
      Namerde muhtaç olma dedin, koyma yurduna düşman,
      Biz dışarıda beklerken, içerden yıktılar menfaat ve ihtiras düşmanları
      Hani yeni bir dünya kurulsa, kim yürütecek bu gemiyi,
      Kim yönetecek senin gibi bu ülkeyi kim
      Yuvalar mutsuz kalmış, insanı mutsuz, mevsimler mutsuz
      Yazan Şebap mutsuz okuyanı mutsuz
      Boyun bükmüş ağaçlar, her köşesine örmüş örümcek, ağını
      Sesiz kaldıkça bu millet, bitmez bu eziyet ve zulüm,
      Köstebeklerse yine üreyecek, kervanını yürütecek bir bir



      ŞEBAP TEKER

      BEN HEMŞİNİN DELİSİYİM..

      BEN HEMŞİNİN DELİYİSİM..

      Beni bilen böyle bilsin
      Ben dostluğun delisiyim
      Akıl irfan sizde kalsın
      Ben hemşinin delisiyim

      Bu acılar bitene dek
      Ağlayanlar gülene dek
      Bu can bende ölene dek
      Ben hemşinin delisiyim

      Sesi çıkmaz kırık sazın
      Tadı olmaz susuz yazın
      Mezarıma öyle yazın
      Ben hemşinin delisiyim

      Ne köleyim ne de bir kul
      Vicdan bir borç hayat okul
      Alın sizin olsun akıl
      Ben hemşinin delisiyim

      Benim yolum aşkın yolu
      Benim yolum hakkın yolu
      Bir tek derdim Anadolu
      Ben hemşinin delisiyim

      Sizde para sizde banka
      Sizde silah sizde bomba
      Bende dostluk bende sevda
      Ben hemşinin delisiyim

      Haydi koşun savaşmaya
      Bu dünyayı paylaşmaya
      Ben bakarım çocuklara
      Ben hemşinin delisiyin

      Aşk okurum aşk yazarım
      Aşktır benim tek pınarım
      Size değmesin nazarım
      Ben hemşinin delisiyim

      Yaşayın siz aklı selim
      Boşverin siz benim halim
      Siz bir dahi siz bir alim
      Ben hemşinin delisiyim

      Benim yolum gönül yolu
      Benim yolum sevda yolu
      Bir tek derdim Anadolu
      Ben hemşinin delisiyim
      Ben bu yurdun delisiyim...

      Ahmet Selçuk İLHAN

      NOT:Biraz oynadım üzerinde.. :)

      BABAM`A..

      BABAM`A

      Hasret adında bir giz
      Hatırlasamda uykusuz gecelerimde
      Gözlerimden gitmesede hayali
      Kim olduğunu tahmin edemezsiniz

      Bakıyorsa mavi gözlerle
      Heybetli ve otoriter
      Yinede saklamıyorsa gözlerinde sevgiyi
      Kim olduğunu tahmin edemezsiniz

      Yüreğim yanıyorsa onun yokluğunda
      Kırılmış kanadımın farkında değilse
      Farkında değilse meyvasız ağacın kuru dalı olduğumun
      Kim olduğunun tahmin edemezsiniz

      Çakır gözlü dağ gibi bir adamdı
      Seninde çakır gözlü çocukların olsun derdi
      Ona çakır gözlü torun veremedim
      O kimdi biliyormusunuz
      O benim babam dı canım babam

      Babacım allah rahmet eylesin yerin cennet olsun...

      ZEKİ OKUMUŞ
      ZEKİ'ye

      Bir senin baban ölmedi be Zeki. Bir sen yaşamadın babasızlığı. Herkesin bir babası oldu. Herkesin babası öldü. Biz de bir baba olarak öleceğiz.
      Elbette zaman zaman yüreğimzide hissedeceğiz babasızlığın acısını. Elbette ondan ne kaldıysa hatırlayacağız zaman zaman. Bunu anlarım...
      Ama.......
      Çocuğum olmadı diye hiç ağlama. Çünkü bunu anlamam!
      Uzaktasın!..
      Kafan karışık!
      Belki de hafif bulanık!
      Bu sebeple göremiyorsun çocuklarını!
      Şu siteye bir baksana yahu!
      Kardeş dersen en kralından onlarcası var.
      Baci dersen en güzelinden onlarcası var.
      Yahu üyeler sana dede dese yeridir.
      Hala çocuklarım yok diyorsun.
      Sorsana bir siteye?
      Sarıdan siyaha, kıvırcıktan kumral saçlıya dizi dizi çocukların var.
      Maviden yeşile, kestaneden elaya pırıl pırıl gözlü nice çocukların var.
      Bundan 2,5 sene önce Allah tek kzıkardeşimi aldığında ben de üzüldüm. Ama Allah bana aldığı bir kızkardeşin yerine burada onlarcasını verdi.
      Alann da o veren de o Zeki.
      Bize rıza göstermekten başka yapacakbir şey kalır mı?
      Diyelim ki ben yanılyorum.
      İstersen siteye soralım bi.
      Ne dersiniz millet?
      ZEKİ BABA yanılmıyor mu?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Babama Mektup

      Ne özledim seni bir bilsen
      Nasıl tütüyorsun burnumda,
      Yutkunamıyorum seni andıkça,
      Hatta nefes alamıyorum
      Cüzdanımdaki resmine baktıkça
      Issız gecelerimde
      Hayaline kapılıyorum sessizce
      Şimdi olsaydı diyorum,
      Okşasaydı saçlarımı,
      Islak gözlerimi silebilseydi,
      Bu kadar erken gitmeseydi de
      Telimi duvağımı görebilseydi.
      Yaşasaydı da dağ dağ gerilerde olsaydı.
      Telefonda duyabilseydim sesini,
      Rüzgârlar getirseydi kokusunu,
      Bir mektubu bir selamı gelseydi
      Yılda bir, hatta on yılda bir görseydim,
      O benim buğulu gözlerimden
      Ben onun mis kokulu ellerinden öpseydim.
      Koklasaydı bağrına basa basa
      Saçının her teline
      Bin buse kondursaydım.
      Göğsünde uyusaydım
      Bastığı yerlere sürseydim yüzümü
      Ama hasret koymasaydı gözümü
      Babam deseydim doya doya
      Beraber yudumlasaydık çaylarımızı
      Beraber yaşasaydık yaşayamadıklarımızı
      Sadece rüyamda değil,
      Yanımda görebilseydim.
      Babacığım keşke seninle aynı gün ölebilseydim.
      Ardında aslında mutsuz bir nefes bıraktın,
      Kulağımda çınlayan bir hoş ses bıraktın.
      Hakkın yoktu, inan hiç hakkın yoktu
      Beni çok erken yetim bıraktın.
      Ah! Bir bilsen seni ne çok özledim.
      İnan o çocuk ruhumla
      Gelirsin diye yıllarca bekledim.
      Hiç inanmadım öldüğüne,
      O çizgili pijamalarınla
      Pencerenin önünde buluvereceğim sandım hep,
      Uzansam tutacağım sandım

      Babaların Çocukları...( Yaşam Özlemlerin Ruhudur PURKİNA )

      Martıları Sevdim Seni Sevdiğim Gibi
      Yatarım alaca karanlığın Hikâyesine, ayaklarımı karnıma doğru çekerim ağlarım Babamın yokluğuna…
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Bir dağdı yıkılan ebediyet youlnda

      Dağlardı dik, başlarında dumanlı

      Heybetliydi ayakta.

      Sırtımı yaslardım

      Ne kurtlar vardı ne de çakallar..

      Birer birer siste kayboldular

      Oniki yaşında bir çocuğun pınarlarında.

      Şimdi ne dağım kaldı ne babam ayakta.

      Sonsuz ebedi yolunda mirastır bana

      Yüreğimde sönmeyen ateşler.

      Boğazımda bir hıçkırıktır bu erken gidişler..
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!