Tevfik İleri (1911-1961)

      Tevfik İleri (1911-1961)

      Tevfik İleri (1911-1961)

      Devlet ve siyaset adamı. Yaklaşık on yıl milletvekilliği ve bakanlık gibi önemli makamlarda bulundu. 27 Mayıs ihtilalinden sonra, haksız ithamlar karşısında Yassıada'da örnek bir savunma örneği sergiledi. Zulme boyun eğmedi. Bakanlığı boyunca vatanı ve milleti için elinden geleni yapmaya çalıştı.
      Tevfik İleri, 1911 yılında Rize'nin Hemşin kasabasında doğdu. Hafız Celal Efendi ve Fatma Hanımın evladı olarak dünyaya gözlerini açtı. İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da dedesinin yanında yaptı. Gelenbevi Ortaokulunu bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesine girdi. Talebeliğinin son senesinde Milli Türk Talebe Birliğinin başkanlığına seçildi. 1933 yılında mezun oldu.
      Talebelik yıllarından itibaren hareketli bir hayat süren İleri, çeşitli faaliyetlerde bulundu. Bulgar gençleri tarafından Razgrad Türk mezarlığının tahribinin protestosu, Türkçe'nin daha yaygın bir şekilde kullanılması, yerli malına gerekli önemin verilmesi gibi gayelerle miting ve gösterilerin yapılmasına öncülük etti.
      Mezuniyetten sonra yurdun muhtelif yerlerinde hizmette bulundu. Erzurum'da karayolları kontrol mühendisi olarak çalıştı (1933-37), Çanakkale (1937-42) ve Samsun'da (1942-50) bayındırlık müdürlüklerinde bulundu. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti Samsun milletvekili olarak Meclise girdi.
      İleri, vekilliğin hemen akabinde ve uzun süre bakanlık yapan ender kişilerdendir. Meclisin aktif bir üyesi olarak çalıştı. İlk DP hükümetinde Ulaştırma Bakanı olarak yer aldı. Kısa bir süre sonra Milli Eğitim Bakanlığına getirildi (1950-53). Bunların dışında Meclis Başkan Vekilliği (1953-55), ikinci kez Milli Eğitim Bakanlığı (1957), Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı (1957-58), Bayındırlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakan Vekilliği (1958-60) gibi görevlerde bulundu.
      Bakanlıkları boyunca çok önemli çalışmalarda bulundu. Din derslerini ilkokulların müfredatına dahil etti. Din derslerinin okutulup okutulmaması velilerin seçimine bırakıldı. Bu dersin çocuklarına verilip verilmemesine veliler karar verecekti. Yirmi yıl sonra İmam-Hatiplerin açılmasına öncülük etti. İstanbul'da Yüksek İslam Enstitüsünün kurulmasını sağladı. Köy Enstitülerini yeniden düzenleyerek buradaki köy çocuğu-şehir çocuğu ayırımını ortadan kaldırmak maksadıyla öğretmen okullarıyla birleştirdi.
      27 Mayıs 1960 yılında yapılan darbenin ardından diğer arkadaşları gibi İleri de Yassıada Mahkemesinde yargılandı. Haksız ve desteksiz ithamlara karşı susmadı ancak, susturuldu. Vatan Cephesi kurmak, muhalefetin faaliyetlerine engel olup diktatörlük tesisinde bulunmak, Meclisin çalışmalarını engellemek, Anayasayı ihlal etmek gibi suçlarla itham edildi. En tabii hakkı olan savunmasını yapmasına bile tahammül edilmedi ve duruşmanın birinde, salon dışına çıkarıldı. Savunmasını, "Ölüm belki de kurtuluştur. Memleketin huzuru benim ölümüme ve hapishanelerde çürümeme bağlıysa kararınızı böyle verin. Memleketimin hayrı için buna da razıyım." sözleriyle bitirdi. Ömür boyu hapis cezasıyla Kayseri bölge cezaevine yollandı. Burada hastalanması üzerine Ankara Hastanesine kaldırıldı. 31 Aralık 1961 yılında vefat etti.
      İleri, Demokrat Parti idealine samimi bir şekilde bağlı olmakla beraber fikirlerini açıklamaktan çekinmedi. Gerektiğinde çetin tartışmalara girdi. Kimseyi kırmadan doğru bildiklerini beyan etti. Asıl büyük kişiliğini felaket günlerinde ortaya koydu. Mahkemede dimdik ayaktaydı. Samet Ağaoğlu, "... dimdik, baş eğmeden ayakta durmuş karakter sütunları arasında daha da yükselen birkaç abideden biridir. Açın Yassıada İhtilal Mahkemesinin zabıtlarını, o yapraklar arasında İleri'nin başı bir arslana benzer, sesi bir arslan kükreyişine. Bu kükreyiş Vatan Cephesi davasında öylesine yükselmiştir ki, savunmasını keserek duruşma salonundan çıkarmışlardı" sözleriyle onu tanımlamaktadır. (Cahide (İleri) Aksoy, Babam Tevfik İleri, I. C., Ankara 1977, s. 431.)
      İktidarlar, hükümetler, bakanlar değişir ama, dalkavuklarla kendi menfaatini temin etmek için başkalarını karalayanlar pek değişmez. İleri, Komünistliğin ahlaksızlık ve sefaletle beraber yürüdüğüne inanıyordu. Ancak, kimsenin haksız yere töhmet altında kalmasını istemiyordu. Yeni Milli Eğitim Bakanı İleri'ye; okul açılmadan komünist fikirli hocaların hemen görevlerinden atılmaları tavsiye edilir. Buna karşılık Bakan, konunun hassasiyetine binaen çok dikkatli çalışılması, iyice tetkik edilmesi, haksız yere hiçbir hocanın itham edilmemesi gerektiği cevabını verir. Yine, parti toplantılarından birinde Trabzon ve Samsun'da bölge müdürlüklerinde bulunmuş birisinin CHP'li olmakla suçlanması üzerine İleri: "Beyefendi, şimdi aleyhinde konuştuğunuz zat benim mühendislik okulundan arkadaşım ve karakterini, ahlakını çok iyi tanıdığım mert ve bilgili bir insandır. CHP'ye mensup olabilir. Fakat, resmi hizmet ve vazifesinde taraf tutmaz. Doğruluktan şaşmaz, değerli bir vatan evladıdır. Rica ederim, bir daha benim yanımda onun aleyhinde konuşmanızı istemem" demek suretiyle partiliye kızgınlığını belirtmiştir.
      İleri'nin, mütedeyyin bir kişiydi. Batıl inanç ve itikatlara karşı olduğu gibi, dindar insanlara karşı olan samimiyetini ve alakasını hiçbir zaman esirgemedi. İnsanların en temel hakkı olan inancını öğrenme ve yaşamasına hep saygılı olunması gerektiğini savundu. Özellikle İslamiyet'e yönelik haksız eleştirilere karşı çıktı. Din ve vicdan özgürlüğü anayasa ile teminat altına alınırken, fiiliyatta dini özgürlüklerin kısıtlanması şeklindeki tezatlara dikkat çekti.
      20 Kasım 1959 yılında Yüksek İslam Enstitüsü'nün açılış töreninde yaptığı konuşmada dinin ilerlemeye engel teşkil ettiğini iddia edenlere cevap verdi. Bu iddianın milli tarihimizle çürütüldüğünü, çok medeni olduğu halde çok dindar milletlere en güzel örneğin kendi toplumumuz olduğunu belirtti. Müslüman toplumların geri kalmışlığı konusunda da en mütekamil din olan İslamiyet'in hiçbir kusurunun olmadığını belirtti. Ona göre, İslamiyet'i medeniyete zıt göstermek en büyük haksızlıktı.
      CHP iktidarı boyunca gerek Bediüzzaman gerekse talebeleri büyük baskı ve tazyik altında tutuldular. Dine hürmetkar Demokratlar, nispeten da olsa bu sıkıntının hafiflemesine gayret gösterdiler. Bu gayreti gösterenlerden birisi de Tevfik İleri'dir. Bediüzzaman, kendisi için "İslamiyet'in kahramanı" ifadesini kullanmıştır. İleri, Bediüzzaman'ın Doğuda üniversite kurma düşüncesini büyük bir memnuniyetle karşıladı. Bediüzzaman da ona "Tevfik İleri'nin bu biçare Said'e bedel Risale-i Nur'a himayetkârâne sahip çıkmasını rahmet-i İlâhîden niyaz ediyorum" (Emirdağ Lahikası, s. 403), şeklinde duada bulundu. Bediüzzaman, Başbakan ve İleri'nin Risale-i Nurlar üzerindeki baskıların kaldırılması ve neşredilmeleri konusunda yardımcı olacaklarını, talebelerine muhtelif zamanlarda haber vermiştir.
      Demokrat Parti Muş Milletvekili olan Gıyaseddin Emre, Tevfik İleri için, "Müslüman, mütedeyyin bir zat" ifadesini kullanmaktadır. (Son Şahitler, III. C., s. 278-279.) Bayram Yüksel, İstanbul Üniversitesi profesörlerinden birinin, -Anadolu'daki Nurcuları kastederek- din lehinde kuvvetli bir cereyanın olduğunu ve onlara da solcular gibi meydan vermeyeceklerini söylemesi üzerine Milli Eğitim Bakanı İleri'nin, "Eğer dediğin o cereyan Nurcular ise, ne siz, ne de Avrupa onu mağlup edemez" karşılığını verdiğini bildirmektedir. (Son Şahitler, III. C., s. 66.)
      İnsanların imanlarını kurtarmaya vesile olmaktan başka hiçbir gayeleri olmayan Bediüzzaman ve talebelerine karşı yapılan haksız muameleyi ortadan kaldırmak ve tabii haklarını kullanmalarına yardımcı olmak, Yassıada Mahkemelerinde Demokratların karşısına "Anayasa ihlali" suçu olarak çıkarıldı. Tevfik İleri'nin, Anayasayı ihlal ettiği iddiasına delil olarak Bediüzzaman'ın, "Ankara'ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslamiyet'e ciddi taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik'i görmek ve İslamiyet'in kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara..." şeklinde devam eden mektubu gösterildi. (Cahide (İleri) Aksoy, Babam Tevfik İleri, I. C., Ankara 1977, s. 392-393.)

      I. Menderes Hükümeti Bakanlar Kurulu
      22.05.1950-09.03.1951
      Milli Eğitim Bakanı
      Ahmet Tevfik İLERİ (Samsun) 11.08.1950-09.03.1951
      V. Menderes Hükümeti Bakanlar Kurulu
      25.11.1957-27.05.1960
      Başvekil
      Adnan MENDERES (İstanbul)
      Devlet Vekili ve Başvekil Yardımcısı
      Ahmet Tevfik İLERİ (Samsun) 25.11.1957-19.01.1958

      Aşk ve inanç Yassıada'yı Gül Bahçesine Çevirmişti



      1950-1960 yılları arasında kurulan Adnan Menderes Hükümetleri'nde Milli Eğitim, Bayındırlık, Ulaştırma Bakanlığı, Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yapan Tevfik İleri'nin Yassıada'da tutuklu iken yazdığı günlükleri kızı Cahide Aksoy tarafından yayıma hazırlandı. Ötüken Yayınevi tarafından geçtiğimiz günlerde neşredilen "Tevfik İleri-Yassıada ve Kayseri Günlükleri"nde döneme ışık tutan çok önemli bilgiler yer alıyor. Rize Hemşin'li olan Tevfik İleri 1912'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin İnşaat Bölümü'nden mezun olan İleri, 1950'deki seçimlerde DP'den milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960'daki askeri darbe olduğunda Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı'ydı. İleri, Yassıada Mahkemeleri'nde idama mahkum edildi. Cezası Milli Birlik Komitesi tarafından müebbet hapse çevrildi. Kısa bir süre İmralı'da kalan İleri, Kayseri Hapishanesi'ne nakledildi. Cezaevinde hastalandı. Önce Kayseri Devlet Hastanesi'ne, oradan Ankara Devlet Hastanesi'ne götürüldü. 31 Aralık 1961'de 49 yaşında Ankara Devlet Hastanesi'nde yaşama veda eden İleri, üniversite yıllarında MTBB'nin liderlerindendi.
      Merhum Tevfik İleri'nin Yassıada'da tuttuğu günlükler hem yargılamaların seyri hakkında önemli bilgiler veriyor hem çok zor şartlar altında hapis yaşamını sürdüren yazarının ruh dünyasına mercek tutuyor. Günlüklerde kimi ünlü isimlerin askeri idareye yaranmak için hukuk dışı yargılamalara alkış tuttukları ibret verici örneklerle gözler önüne seriliyor. Merhum İleri'nin günlüklerinde dikkat çeken en önemli hususlardan biri de eşine duyduğu büyük sevgidir. Aşk ve inancın ada hapishanesini nasıl gül bahçesine çevirdiği görülüyor.
      Günlükler İleri ailesinin inanılmaz yaşam mücadelesini de yeni kuşaklara aktarıyor. Tevfik İleri'nin vefatının 42. yılında eşi Vasfiye İleri, kızları Cahide Aksoy ve Ayşe İleri ile 27 Mayıs, Yassıada, İmralı, Kayseri Hapishanesi, Kayseri ve Ankara devlet hastaneleri günlerini konuştuk. Söyleşide doğal olarak günlüklere ve mektuplara yansıyan büyük aşkı da konuştuk.
      Tevfik İleri'nin Cahide, Ayşe ve Cahit isminde üç çocuğu var. Cahide İleri yüksek inşaat mühendisi Ayhan Aksoy ile evli. Bu evlilikten Tevfik adında bir çocukları dünyaya geldi. TED Koleji ve DTCF İngiliz Dili Bölümü'nden mezun olan Cahide İleri ODTÜ İngilizce Hazırlık Okulu'nda öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1986'da emekli oldu. Tevfik İleri'nin ikinci kızı Ayşe İleri de ablası gibi TED Koleji ve DTCF İngiliz Dili Bölümü mezunu. Ayşe İleri de ODTÜ'de öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1997'de emekli oldu.
      Merhum İleri'nin günlüklerinin yayımı vesilesiyle eşi Vasfiye Hanım, kızları Cahide ve Ayşe hanımlarla "Yassıada günleri"ni konuştuk. Günlüğünden, Yassıada'daki son duruşmayı anlatıyor: "Ve bu iş böylece bitti. Zaten ayaktaydık. Vakarla salondan çıktık. Vicdanen rahat, suçsuzluktan emin, masum ve muktedir insanların rahat nazarlarıyla bakıyorum. Boyum sanki daha uzamış, başım her zamankinden dikti."
      'Babamız akşama döner' dedik. Gidiş o gidiş. 'Kardeş kavgasını önleyeceğiz' dediler. CHP'lileri serbest bırakıp Demokrat Partilileri Yassıada'ya doldurdular.
      Cahide Hanım 27 Mayıs sabahı neler oldu?
      26 Mayıs gecesi normal bir gece gibi yatıp uyuduk. Babam, her sabah bizi erkenden uyandırırdı. 27 Mayıs sabahı da bizi uyandırdı. "Kalkın giyinin, bir şeyler oldu galiba", dedi. Önce ne olduğunu anlamadık. Evimiz Sıhhıye'de idi. Sıhhıye Meydanı'nı görüyorduk. Dışardan top sesleri geliyordu. Babam pencereden baktı. Mırıldandı. "Arap memleketlerinde olan bir şey bizde de oldu" dedi. Sonra kapıya bir cip geldi. Babamı aldılar. El sallayıp gönderdik. Ben 19, kızkardeşim Ayşe 17, erkek kardeşim Cahit 15 yaşındaydı. Hemen radyoyu açtık. MBK üyesi Albay Türkeş'in sesini duyduk. Kardeş kavgasını önlemek için yaptık falan dedi. CHP'liler dahil bütün mebusların alındığını duyduk. Bu nedenle endişelenmedik. Babamız akşama gelir diye düşündük. O gün CHP'li mebusları serbest bıraktılar. Babamın gidişi o gidiş. Bir daha da özgürlüğüne kavuşamadı maalesef. "Dayımı sorgusuz sualsiz babamın kayınbiraderi olduğu için Yassıada'ya götürdüler. Dayım altı ay boş yere hapis yattı."

      Ertesi gün neler oldu?

      28 Mayıs sabahı kapımıza asker koydular. Gelen yok, giden yok. Çimento Sanayii Genel Müdür Yardımcısı Cavit Borçbakan tanıdığımızdı. Bize erzak getirdi. Sonra akrabalar geldi. Dediğim gibi aklımıza kötü hiçbir şey gelmedi. Babam da çok sakin gitti. Annem de çok sakin ve metindi. Babam belki de bizim üzülmemizi istemedi. Sonra bir not geldi. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama, sanki bu notu, babamın yakın arkadaşı ve hemşehrisi DP'li milletvekillerinden İzzet Akçal'ın oğlu getirdi. Bu şekilde babamların Harbiye'ye götürüldüğünü öğrendik. Babamdan ilk mektubu 31 Mayıs'ta aldık. Tek başıma Harbiye'ye gittim, irtibat bürosu kurulmuş. Müracaat ettim, görüştürmediler. Ama her gün not alıp not gönderiyoruz. 17 Haziran gecesi Yassıada'ya gönderildiklerini öğrendik. Bu zamana kadar babamı göremedik. Düşünün Öcalan'a bile öyle davranılmadı. Enteresan olaylar da oldu. Hakim olan dayım Kadir Danışoğlu'nu babamın kayınbiraderi diye sorgusuz sualsiz alıp götürdüler Yassıada'ya. Altı ay yattı adamcağız. Hakim soruyor, "Seni niye getirdiler?", o da hakime, "Ben size soruyorum, neden buradayım" diyor.
      Berin Menderes ümitsizdi...
      Berin Hanım'la görüştünüz mü bu sıralarda?
      Annem Berin Hanım'ı çeşitli toplantılardan tanıyor. Ama öyle çok yakınlığımız yok. Ben de kendisini 27 Mayıs'tan sonra tanıdım. Gittim Berin Hanım'la görüştüm. Çok efendi, çok kıymetli, değerli bir hanımefendiydi. Kendisi bizim kadar ümitli değildi. Kendi ailesinde de daha önce böyle hadiseler yaşandığı için olayın vahametini anlıyordu. Çok ümitsiz görünüyordu. Oysa babam bile ümitli, rahat ve sakindi.

      Babanız Yassıada'yı nasıl anlatırdı?

      Babam sanki hapishanede değil cennnetteymiş gibi yazıyordu. Biz de pekçok zorluklarla yüzyüze geldiğimiz halde hiçbir şey olmamış, gibi yazıyorduk. En az babam kadar Adnan Menderes ve Celal Bayar'ı da merak ediyorduk. Ailece Adnan Bey'e karşı büyük bir sevgimiz vardı. Mektuplarımızda, anlaşılmasın diye Adnan Bey için "Abi", Bayar için "Amca" kod isimlerini kullanıyorduk. İşte, 'Abi nasıl, Amca iyi mi?' gibi... Babama moral veriyoruz. O da bize. Bazen mektuplarımız yüzünden babamın ikaz edildiğini öğrendik. "Baba seninle iftihar ediyoruz, seni tanıyan herkes sana dua ediyor" gibi ibareler nedeniyle kumandan çağırıp ikaz etmiş, "Kullandıkları ibarelere dikkat etsinler" demiş. Babam da annem de çok inançlı insanlardı. Herşeyin Allah'tan geldiğine inanırlardı. Vicdanı çok rahattı, kendine ve yaptığı işlere büyük güveni vardı. Mektuplarında da öyle edebi tasvirler kullanırdı ki sanki şiir gibi. Diğer adaları, gökyüzünü, kuşları, yıldızları öyle güzel anlatırdı ki... Adnan Bey'in idamından sonraki günlerde yazdığı mektuplarda endişelendiğini hissettik. Müebbet hapse mahkum olmuştu. Bizi de buna alıştırmaya çalıştığını anlıyorduk.
      Mektuplarla bayram ediyorduk
      Babanızla irtibatınız nasıl devam etti?
      İrtibatımız hep mektuplarla oldu. Babamla 8 ay hiç yüzyüze görüşemedik. Mektuplar sansürden geçiyordu. Her mektup elli kelimeyi aşmayacak. Aileden de sadece bir kişi duruşmalara katılabilecek. Ben 18 yaşını bitirdiğim için aileyi temsilen duruşmalara girebiliyordum. Her gün mektup yazıyoruz, her gün mektup gönderiyoruz. Mektup geldiği gün evde bayram havası. Hepimiz toplaşıp okuyoruz, tekrar tekrar okuyoruz. Babamıza olan duygularımızı elli kelimeyle anlatmak zorundayız. Öte yandan da babamıza zarar verecek ifadelerden kaçınmak durumundayız. Yassıada bizim için bu dünyanın dışında bir yer olarak göründü hep. Mektuplar, sanki aydan geliyorlar. Babamla görüşen avukatlar evimize geldiğinde babamı görmüş gibi seviniyoruz.
      Mektuplar sansüre uğradığı için Menderes'e 'Abi', Bayar'a 'Amca' diyorduk. Aksi takdirde mektuplar verilmiyordu.
      Babamın gıdası mektuplardı
      "Babam anneme ve bize çok düşkündü. Tek gıdası mektuplardı. Allah'a olan inancının yanısıra, anneme duyduğu aşk, bizlere duyduğu sevgi onu ayakta tutuyordu. Babamın bu zayıf tarafını öğrendiler. Mektuplarımızı geciktirerek vermek suretiyle adeta eziyet ettiler. Mektuplardaki bazı ibareler kırmızı kalemle çiziliyor, altına ikaz notları düşülüyor, mektubun bir kısmı kesiliyor, üstü karalanıyordu. Bu, babam için manevi bir işkenceydi."
      Cahide Hanım, günlüklerde mektupların babanız için çok önemli olduğu gözleniyor. Ne dersiniz?
      Babam anneme, bize çok düşkündü. Tek gıdası mektuplardı. Allah'a olan inancının yanısıra, anneme duyduğu aşk, bizlere duyduğu sevgi onu ayakta tutuyordu. Babamın bu zayıf tarafını öğrendiler. Mektuplarımızı geciktirerek vermek suretiyle eziyet ettiler. Mektuplardaki bazı ibareler kırmızı kalemle çiziliyor, altına ikaz notları düşülüyor, mektubun bir kısmı kesiliyor, üstü karalanıyordu. Babam manevi işkenceye uğruyordu.
      Gazetelerde üzücü haberler de çıkmış...
      Cumhuriyet Gazetesi'nde bir haber çıktı. 'Tevfik İleri felç oldu, hastaneye kaldırıldı' diye. Telaşlandık. Paniğe kapıldık. Sonunda haberin uydurma olduğu anlaşıldı. Kenan Yılmaz, Lütfi Kırdar Yassıada'da öldüler.
      27 Mayıs sonrası hayatınız nasıl değişti?
      Babam hapse girince maddi olarak zor duruma düştük. İş bulmak konusunda çok sıkıntı çektik. Gerçek dostlarımızı da 27 Mayıs'tan sonra tanıdık. Ailenin en büyük çocuğu benim. TED mezunuyum. DTCF İngiliz Dili'nde okuyorum. Ama çalışmak zorundayım. Hollanda Sefareti'nde mütercimlik işi buldum. Günde 10-15 gazeteyi İngilizce'ye çevirip, daktiloya çekiyorum. Akşamları da sefir, müsteşar bunları okuyup mülahaza ediyoruz. Her gün hakaret eden haberleri, makaleleri İngilizce'ye çevirmek zorunda kaldım. Çetin Altan'ın adını görsem başımı çeviriyorum. Profesörler evimizin önünden geçerek bize laf attılar."
      Her gün gazeteleri okumak zor olmadı mı?
      Çok zor tabii. Babam hapiste. Her gün gazetelerde DP'lilerden kuyruklar, düşükler, hırsızlar diye söz ediliyor. İftiraların, yalanların, hakaretlerin ardı arkası kesilmiyor. Bedii Faik'in "vatanı sattılar" şeklindeki ifadeleri falan. Falih Rıfkı, Bedii Faik, Çetin Altan... Ne zaman Altan'ın adını görsem bakmamak için başımı çeviririm. Babamın yanına gelerek takdirlerini sunan profesörlerin çoğu 27 Mayıs'tan sonra aleyhinde ifadeler verdiler yaranmak için. Öyle ki evimizin önünden arabalarla geçerek "Tevfik İleri papucu yarım" diye laf attıklarını biliyorum. Ben daha sonra ODTÜ İngilizce Hazırlık Okulu'nda işe başladım. "Nasıl böyle bir adamın kızını işe alırsınız" diye tartışılmış.

      Son duruşmayı izleyebildiniz mi?

      Son duruşmaya girmemize izin vermediler. Eve telefon geldi, "Müjde, Tevfik Bey idam cezasından kurtuldu" dedi. İlk lafım, "Menderes ne oldu" demek oldu. Acı haber bizi mahvetti. Kendimizi üzüntüden sokaklara attık. İmralı'da yüzlerce mezar kazmışlar. Bunları sonradan duyuyoruz. Babamın ceza almayacağını düşünüyorduk. Kendisi de öyle. 'Normal olarak ceza verilmemesi lazım' derdi. İdam cezasına çarptırılmasına rağmen kararı vakar içinde karşıladı. Menderes'in idamından sonra babam bize, 'Allah rızası için artık kavuşmaktan söz etmeyin, beni bir daha geri dönmemecesine gurbete giden bir baba, bir evlat olarak görün. Benim de sizin yaşamakta olduğunuz dünyada yaşadığımı kabul edin. Bu; bana da, size de yetsin' diye mektup yazdı."
      Kayseri günlerinden söz eder misiniz?
      Kayseri'ye götürüldüğünü mektupla öğrendik. İdam cezası müebbet hapse çevrildiği için İmralı'dan Kayseri'ye gönderildi. Gider gitmez tek kişilik bir hücreye koymuşlar. Mektubunda parmaklıkların arkasından bizimle görüşmek istemediğini yazdı. İmralı'da iken yazdığı mektuplarda da bize "Allah rızası için kavuşmaktan bahsetmeyin. Yaşadığınız dünyada benim de yaşamakta olduğumu düşünün ve bu size de bana da yetsin. Beni uzak diyarlara bir daha dönmemecesine gitmiş bir baba, bir evlat olarak görün" diyordu. Kayseri'ye gittik. Parmaklıkların arkasından görüştük. Öyle bir hücre ki biz onu görüyoruz, o bizi tam olarak göremiyor. 20 dakika görüşebildik. Kayserililer çok vefakar davrandılar. Otele gidiyoruz, lokantaya gidiyoruz para almıyorlar. Bütün ailelere kucak açtılar.

      Sağlık durumu nasıl bozuldu?

      İmralı'dan çok kötü gelmiş babam. Devlet hastanesine naklettiler. Ateşi yükselmiş, doktor üşümemesi lazım diyor. Ama nöbetçi asker kapıyı açık tutuyor, cereyanda kalıyor babam. Sivil görevliler, doktorlar ellerinden geleni yapıyorlar bu şartlarda. Çok zayıflamıştı. 22 Ekim evlilik babamla annemin evlilik yıldönümüdür. Sürpriz yapalım dedik, bir küçük el radyosu aldık. Çok sevindi. Ama bir subay geldi, yasak diye çekip aldı elinden. Ağlaya ağlaya başhekime çıktım. Radyonun geri verilmesini istedim. Radyoyu iade ettiler. Babam aylar sonra ilk defa radyo dinleme imkanına kavuştu. Babam Ankara'da devlet hastanesine nakledildi.
      Ankara'daki günleri nasıl geçti?
      Bazı günler iyi görüyoruz bazı günler kötü. Çiçek çok severdi. Odası çiçek bahçesi gibi olurdu. Babamı en sık Ankara'da görebildik, 31 Aralık günüydü. Menekşeler aldık babama. O aralar durumu iyi değil, yemek yiyemiyor. Doktorlar yılbaşından sonra yeni bir ameliyat yapacaklarını söylemişler. Ama akşam yılbaşı eğlencesine gideceklermiş. Ameliyat yapmaktan vazgeçtiklerini söylediler. Babam küsüp arkasını döndü bize. Bir süre sonra da vefat etti. Babam 27 Mayıs 1960 sabahı alındığında sağlıklı, ümitli, çalışkan, neşeliydi. Memleket sevgisiyle dopdoluydu. Hesap veremeyeceği bir şeyi yoktu. Rahattı. 31 Aralık 1961 akşamı mahkûm olarak hastanede yaşama veda etti. Rahmetle anıyoruz, onunla hep iftihar ediyoruz.

      Cenaze töreni çok kalabalıktı sanırım?

      Muhteşemdi. 27 Mayıs sonrası, halkın coşkulu şekilde ilk defa bir araya gelmesiydi. Mahşeri bir kalabalık vardı. Kortej evimizin önüne kadar geldi. Bu arada kabir sorunu çıktı. Yer bulunamadı. Babamın arkadaşlarından Yiğit Köker'in yeğeninin Cebeci Asri Mezarlığı'nda aile kabristanı varmış. Sağolsunlar bize yer verdiler. Tekbir sesleri arasında defnettik. Babam anneme hep 'Ölürsem Türk bayrağına sarılmak isterim, ama nasıl olacak bu, şehit olmak lazım' dermiş. O gün bu gerçekleşti. Cenazeye katılanlar yanlarında getirdikleri bayrakları tabuta örttüler. Güvenlik güçleri müdahale ederek indirdiler. Böyle bir kaç kez indirildi, örtüldü. Hatta birkaç kişiyi bu yüzden götürmüşler. Babam Türk bayrağına sarılı olarak kabristana götürüldü. Kortej yürürken bir ara annem kalabalığın arasında kalmış, biri 'Tevfik İleri'nin hanımıdır' deyince, " O artık bizim cenazemiz" demişler. Kayseri'deki hapis arkadaşları da aralarında para toplayarak kabrini yaptırdılar.
      Babanızın Yassıada'da yazdıklarının tümü elinizde mi?
      Maalesef 3 ve 4'üncü defterleri kayıp. Bu defterler İmralı'dan Kayseri'ye nakledilirken alınmış. Bir de Mesnevi'den özetler yapmış babam, bu defterin yanısıra Kur'an-ı Kerim'le ilgili yazdıkları ve Yassıada Müdafaaları'nı yazdığı defterlere el konulmuş. Bunlar hem tarih, hem de bizim için kayıptır.

      Babanızı ilk ne zaman görebildiniz?

      Babamı görmem 14 Ekim 1960'da gerçekleşti. Aradan beş ay geçmiş. Dolmabahçe'de Yassıada İrtibat Bürosu vardı. 13 Ekim günü gün ışırken gidip başvurdum. 10-15 kişilik bir kontenjan ayrılmış. O sabah feribotla yola çıktık. Pikniğe, eğlenceye gider gibi şen şakraklar. Babamı duruşma salonuna girerken ya da çıkarken görebiliyordum. Arka sıralarda olduğumuz için babamın yüzünü göremiyoruz. Göz göze gelmek için uğraşıp duruyorsun. Sevgini belli edecek bir pozisyon yakalayamıyorsun. İnsan kendini yabancı bir memlekette hissediyor. Öğle aralarında izleyiciler kendi aralarında uyduruk şeyler anlatıyorlar. Ama biz hiçbir zaman başımızı eğmedik, eziklik hissetmedik.

      Yüzyüze görüşme yapabildiniz mi?

      Yüz yüze görüşmemiz 27 Mayıs'tan sekiz ay sonra gerçekleşti. 18 Ocak 1961... Annem, kardeşlerim ve ben Dolmabahçe'den feribota bindik. Yassıada'ya gelince bizi hemen bir barakaya aldılar. Masalar var. Ziyaretçiler bekliyor. Babam geldi. Başımızda subaylar... Sarıldık, kucaklaştık. Özel bir şey söylemeye imkan yok. Babamı çok iyi gördük, takım elbiseli, kravatlı, traşlı, neşeli. Sekiz ay hiç görmemişiz, on dakika izniniz var. Bu on dakikada üç kardeş ve annem ne yapabilirsek onu yaptık. Babamıza özel duygularımızı bile ifade edemeden ayrıldık. Yassıada duruşmaları boyunca babamla iki kez yüz yüze görüştüm, toplam 20 dakika. Annem de biraz daha fazla.

      "27 Mayıs'ta ast-üst ilişkisi birbirine karıştı"

      Bugün baktığınızda 27 Mayıs'ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
      27 Mayıs Türkiye'de askeri darbelerin yolunu açtı maalesef. Oysa Atatürk, askerin siyasetle uğraşmamasını, kışlada olmasını istedi ve öyle de yaptı. Ne yazık ki 27 Mayısçılar bir kötü geleneği yeniden canlandırdılar. Her on yılda bir müdahale beklenir oldu. Kendilerine ilerici aydın diyen hukukçular, Anayasa profesörleri onlara bu meşruiyeti vermeselerdi bu felaketler yaşanmazdı. Belki bir sürgün, bir siyasetten men olurdu, kan dökülmezdi. Onların teşvikleriyle oldu bunlar. Şimdi de en ufak bir şey oldu mu askere davetiye çıkarılıyor, gelsinler çözsünler diye. 27 Mayıs'ta generallerin apoletlerini küçük rütbeli subaylar söküyor. Yassıada'da generalleri itip kakıyorlar. Ast üst birbirine karıştı. Bu da felaketin başlangıcı oldu.

      İlerİ'nİn GÜnlÜĞÜnden SeÇmeler

      13.1.1961
      Çocuklar Yassıada'yı methedişime takıldılar: "Kıskanıyoruz, burayı bu kadar sevme" dediler. Dedim ki: "Burayı sevmezsem, burada nasıl rahat yaşayabilirim. Ama birgün git derlerse gitmem de demem." Güldük. Bizim masamızda sessiz bir üsteğmen var. Fakat civarımızda ayakta yüzbaşılar var. Çocukların bana sarılmalarına zaman zaman gülerek takıldılar. Çocuklar da onlara takıldı. Vasfiye birisine sordu: "Evli misiniz?" "Evet" cevabı alınca "O halde, halden anlarsınız" dedi.
      31.1.1961
      Akşam yemeğinde mektuplar dağıldı. Bana da mektuplar vardı. Vasfiye'min imzası dahil yarıdan aşağısı kesilmiş. Üzüldüm, kopsun, kurusun ne yapalım.
      Eşi Vasfiye Hanım'a Yassıada'dan yazdığı yayımlanmamış mektuplarından
      10.12.1960
      "Vasfiyem, bu sabah yine gül yüzlü şafakla ve sizlerle beraberim. Hani dün sabahki kara bulutlar? İnsanoğlu milyonlarca senedir güneşin karanlıkları yırttığını görmüştür. Fakat hele biraz uykusuz ve rahatsız bir gece geçirsin, hiç güneş doğmayacakmış gibi ümitsiz, muzdarip olur, kıvranır, durur. Oysa güneş mutlaka doğar. Kendi küçük, değersiz hayatımizin bile ne şafakları, güneşleri ve bazan zifiri karanlıkları olmuştur. Seninle beraber, hatırlıyorum, ne ızdıraplı, karanlık dehlizlerden geçtik. Ama, ne aydınlık günlerimiz de oldu, ne şafaklar seyrettik. Ve güneş nasıl her yanımızı pırıl pırıl aydınlattı.. Küçük hayatımız için yeni şafaklar ve güneşler canım."
      Muhabirler İleri'nin kızını tutuklattırdı
      Ayşe İleri: "Yassıada'da hakim babamı salondan çıkarınca sinirlendim. Kendi aramızdaki konuşmalarda hakimi eleştirdim. İki gazeteci beni ihbar etti, beni hemen tutukladılar. Balmumcu'da bir gece kaldım. Cemal Gürsel Paşa'nın talimatıyla serbest bırakıldım."
      Tevfik İleri'nin kızlarından olan Ayşe Hanımefendi ve eşi Vasfiye İleri ile sohbetimize devam ediyoruz...

      Ayşe Hanım siz nasıl yaşadınız 27 Mayıs sabahını?

      17 yaşındaydım. O sabah her zamanki gibi babam uyandırdı bizi. Sıhhıye Meydanı'ndan silah sesleri geliyor. İlk defa silah sesi işitiyorum. Sonra pencereden baktık, meydanda tanklar var, birileri eğilmiş bir yerlere doğru ateş ediyor. Babam, "Pencereden bakmayın" diyerek uyardı. Sonra radyoyu açtık. Türkeş bildiri okuyor. Babamın götürüleceği aklımıza bile gelmiyor. Geldiler ve götürdüler. Bir iki saat içinde gelir dedik. Komşular geldi, onlara çay ikram ettik. Sakiniz. Komşularımız bizden daha endişeliler. Akşama babam gelir, bir süre sonra seçimler yenilenir falan diye düşünüyoruz. Aman dışarıya karşı ezik görünmeyelim diye acımızı içimizde tutuyoruz. Kuvvetli görünelim diye hayatımda ilk defa o günlerde ruj sürdüm. Öyle ki tanıdığımız bir kuru yemişçi vardı. Oraya uğradığım zaman kendimi tutamaz, ağlardım. Babam maddi durumu çok iyi olan biri değildi. Bakanlığı döneminde dahi her şeyi ekonomik kullanırdık. Hapse girince Cahide'yle ben İngilizce daktilo öğrendik. Kapı kapı iş aradık. Soyadımızdan ötürü pekçok kapıdan geri çevrildik. Fulbright Bursu Ofisi'nde sınava girdim, en yüksek puanı aldığım halde, başındaki adam babamın bakanlığı döneminde talebe müfettişi olarak görevlendirildiği halde, "Kusura bakma, seninle alakası yok. Ama seni işe alamam, korkuyorum" dedi. Yakınlarımızın ofislerinde çalıştım bir süre, getir götür işlerine baktım, sekreterlik yaptım. Kazandığım parayı babama gönderdim. Daha sonra kuzenim İncigül İleri'nin Maliye Bakanlığı'nda çalışan bir arkadaşı vardı. Eleman arıyorlarmış. Gelsin görüşelim demiş. Gittiğim dairenin başında Erhan Işıl Bey var. Erhan Bey CHP'li, Enerji Bakanlığı da yaptı. Sağolsun hemen işe aldı beni. Bunu hiç unutamam.

      Sizin bir de tutuklanma hadiseniz olmuş?

      Evet, 17 yaşındaydım. 18'i bitirmediğim için duruşmalara giremiyorum. Nisan ayında 18'e basar basmaz duruşmaya girdim. "Vatan Cephesi savunması" var o gün. Her aileden tek kişiye izin veriliyor. Nasıl olduysa halam, dayım ve amcamın kızı da dinleyici olarak girebilmişler. Ben arkalardayım. Gözlerim hep babamı arıyor, onu görmeye izlemeye çalışıyorum. Babam kalktı, konuştu. Hakim, "Sen burada DP propagandası yapıyorsun" diyerek sözünü kesti. Babam yine kalktı konuştu, hakim yine sözünü kesti. Babamı salondan çıkarttı. Müthiş moralim bozuldu, çok sinirlendim. Suçlama çok, savunma kısıtlı. İstiyorum ki babamla bir yüz yüze, göz göze geleyim. Hemen arkasından çıktım. Derken duruşmaya ara verildi. Sanık yakınları olarak koridorda konuşuyoruz. Ben babamın savunma hakkının kısıtlandığını falan söylüyorum. Biraz ileri geri konuştum. Meğer iki gazeteci kulak misafiri olmuşlar. Hemen ihbar etmişler, Tevfik İleri'nin kızı mahkeme heyetine hakaret ediyor diye. Duruşma bitti. Vapura bindik. Her zaman olduğu gibi sanık yakınları feribotun dibinde yolculuk yapıyoruz. Dolmabahçe rıhtımına yaklaştık. Herkes indi, bizi tuttular. Bir şeyden haberim yok. Avukatımız Fevzi Bey yukarıdaymış, bu iki gazeteci müjdeyi vermişler, "Tevfik İleri'nin kızı tutuklandı" diye. Dördümüzü de feribottan indirerek bir cipe bindirip Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüler. Birinci ya da ikinci kısım, tam hatırlamıyorum. Bizi bir odaya tıktılar. Sürekli başımızda birileri var. İntihar etmeyelim diyeymiş. Bir geceyi emniyette geçirdik. O sabah dayım Necip Danışoğlu, halam Saadet Kurşunlu, kuzenim İncigül İleri'yi serbest bıraktılar. Emniyette üst düzeyli bir görevli ifademi aldı, üzgün olduğu belliydi. Yardım etmek istediğini daha sonra anladım. Bana, 'Mahkeme heyetine ahlaksızlar, babamı konuşturmadılar dedin mi demedin mi?' diye sordu. Ben de daha ağır ifadeler kullandığımı söyledim. Tekrar 'Ahlaksızlar dedin mi demedin mi?' diye tekrar etti. Ben de 'demedim' dedim, adam rahatladı. Bu şekilde ifademi aldıktan sonra beni Balmumcu'ya gönderdiler.

      Balmumcu'da neler oldu?

      Orada çok insan varmış tutuklu. Refik Koraltan'ın kızı da oradaymış. Beni bir odaya koydular. Dosya dolapları falan var. Girip çıkan çok. Sonra başka bir odaya aldılar. Karşıda bir albayın odası var. Albay yanıma geldi, "Benim de senin yaşlarında bir kızım var, merak etme, gece ben nöbetçiyim" dedi. Karşıda da erlerin yatakhanesi var. Zor bir durum yani. Ertesi sabah beni uzun bir yürüyüşün ardından bir binaya götürdüler. Bir odaya girdik, subaylar var. Albay Emin Aytekin konuştu benimle. Bu arada ben Yassıada'dan dönmeyince ailem endişelenmiş. Annem iz süre süre Balmumcu'ya kadar gelmiş. Haberim yok tabii. Bu arada bizim apartmanda bir doktor paşa vardı, Cemal Gürsel'e yakın insanlarmış. Gürsel'e çıkmışlar. 17 yaşında bir kızın tutuklanmasının hoş bir görüntü olmayacağını söylemişler. Gürsel Paşa da bırakın talimatı vermiş diye. Bunları sonra öğreniyorum. Emin Aytekin, 'Sizi bırakıyoruz' dedi. Subay odasına gittik, baktım annem ve dayım orada. Subay, 'Kızınızı alıp gidebilirsiniz' dedi. Beni daha sonra Ankara'da duruşmaya çağırdılar. Bir şey çıkmadı. Beni ihbar eden iki gazeteci, Vatan Gazetesi'nin muhabirleriymiş.
      'Her zaman Tevfik'leyim
      Vasfiye Hanım nasıl tanıştınız eşinizle?
      Tevfik'i tarif etmek hakikaten çok güç. Çok duyguludur. Ailemiz münasip görmüşler, bize de merhaba demek düştü. Uzaktan gördük birbirimizi. Annesi vefat ettiği için bir aile kurmaya ihtiyaçları vardı. İstanbul'da Sultanahmet Çeşmesi'nin yanında kaçamak bir görüşme yaptık. İlk kez o gün yüzyüze görüştük. "İnşallah benimle evlendiğine pişman olmayacaksın. Ama benim ve senin büyük aşkımız vatanımız olmalıdır" dedi. Okulu bittikten sonra tayini Erzurum'a çıktı. Kayınpederim ve görümcemle Erzurum'a gittik. İdealist bir insandı. "Memleketimize hizmet etmeliyiz, bunun yolu köyden geçer" derdi. Mühendis olduğu halde gönüllü öğretmenlik yaptı. Bu nedenle Maarif Bakanı olduğunda herkes çok şaşırdı, "Adam mühendis, nasıl Maarif Vekili olur" diye. Çok sıkıntılarımız oldu. Elhamdülillah hiç şikayetimiz olmadı. Herşeyi tasarruflu kullanırdık. Bu yaşam tarzımız oldu. Hayatımızdan hep memnun olduk. Allah'a yakın kullar olmaya çalıştık. İkimiz de herşeyin Allah'tan geldiğine inanan insanlarız. Netice itibariyle birbirimize basamak olduk, hakiki aşka ulaştık.

      Eviniz neden arandı o günlerde?

      Tevfik gittikten sonra iki zabit geldi. Bize, "Kıpırdamayın, oturduğunuz yerde kalın" dediler. Cahit 15 yaşında. Onu bir gülme krizi tuttu. Zabitler "Ne gülüyorsun?" diye kızdılar. Ben de kızdım Cahit'e. Ama korkmadık, telaşlanmadık. Odaları aradılar, kitaplara falan baktılar. Sonra yatak odama girdiler. İşte o zaman biraz sinirlendim. "Burada aradığınız nedir?" dedim. "Mücevherlerini arıyoruz" dediler. "Öyle mi" dedim, küçük bir kutum vardı çıkarıp verdim. İçinde öyle sıradan ucuz şeyler. "Benim eşimin mücevherleri bile seninkinden fazla" dedi. Beğenmedi yani. Sonra mutfağa girdim, diğer zabit geldi, "Aman Vasfiye Hanım sakin olun. Biz bile birbirimizi tanımıyoruz, birbirimizi kontrol ediyoruz." dedi. Çok üzüldüğünü söyledi. Allah razı olsun. Çok vicdanlı zabitler mevcuttu.
      Eşinizin tutuklanacağını tahmin ediyor muydunuz?
      Katiyyen tahmin etmedik. Gider gelir diye düşündük. Olmadı. Aradan sekiz ay geçtikten sonra Yassıada'da görüşebildik. O da on dakika. Başımızda iki zabit. Birşeyler söylemek istedik. Tevfik, "Siz gideceksiniz ben burada kalacağım. Ona göre konuşun, davranın" dedi.

      27 Mayıs sabahı silah sesleriyle uyandık

      Tevfik Bey'in Mayıs ayı sonlarına doğru benden bir şeyler sakladığını seziyordum. O sabah silah sesleri ile uyandık. Pencereden baktık. Sıhhiye Meydanı'nda bir tank. O da baktı. Sonra askerler geldi kapıya. "Gelsinler, buyursunlar. Dedikodularla iş yapıyorlar. Gerçekler anlaşılır nasıl olsa" dedi.
      Yarın Kur'an'ı hatmedeceğim
      19.8.1960
      Bu sabah yine şükrolsun 05.00'de kalktım. Namazımı yetiştirdim. Hatime devam ettim. Dünkünden daha başka bir tulu seyrettim. Evime gittim. Vasfiyem'le beraber kızlarımın ve tabii benim gibi yatan Cahit'imin odalarını ziyaret ettim. ve sonra saat 06.00'da Vasfiyem'e mektubumu yazıyorum.
      26.8.1960
      Yarın inşallah Kur'an-ı Kerim'i Türkçe'siyle beraber hatmetmiş olacağım. Öbür akşam da odamda duası yapılacak. Allah kabul etsin.. Bu gece sıcaktan uyuyamadım. Sabah beşe çeyrek kala kalktım şükrolsun. Namazımı yetiştirdim. Biraz Kur'an okudum. Sonra Vasfiyem'e mektup yazdım. Ve bugün başka bir güzellikle doğan güneşi seyrettim ve tekrar yattım.
      Eşine mektuplarından
      11.12.1960
      "Hayatım Vasfiyem, ayni yere teveccüh etmenin, ayni kapıyı çalmanın, aynı şeyleri hissetmenin, düşünmenin ne büyük saadet olduğunu bilirsin. Ben şimdi o saadeti yaşayarak bu satırlari sana yazıyorum.. Bu önümüzdeki hafta ruhun çok sık Konya'yı ziyaret edecek. Büyük Hazret, ziyaretçileri arasinda bizi görmeyince "Benim küçük günahkarlarım nerede?" demeyecek mi?.. Dostlar şüphesiz duaları arasına bizi de katacaklardır. Orada buluşalım."
      Annem evde yokken
      babamın neşesi kaçardı