Sabit 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

      29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

      NİCE YILLARA TÜRKİYE CUMUHURİYETİMİZ ,KİYAMETE KADAR MİLLETİNLE YAŞA

      "Bugünkü hükümetimizin, devlet teşkilatımızın doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki onun adı Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. "

      K.ATATÜRK
      Resimler
      • 29102005cumhuriyet-co_kusu.jpg

        13.33 kB, 300×225, 820 defa görüntülendi

      29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

      CUMHURİYET BAYRAMI
      Üzerinde yaşadığımız cennet vatanımız, atalarımızın bize en büyük emanetidir. Onlar, Anadolu coğrafyasını vatan edinmek için ellerinden geleni yapmış, bu uğurda mallarıyla canlarıyla savaşmış ve asırlar boyu bu toprakları korumak için, olağanüstü gayret göstermişlerdir. Ne var ki, “su uyur düşman uyumaz” atasözünde vurgulandığı gibi, Müslüman Türk Milletinin düşmanları hiç uyumamış, hep sinsi emeller beslemiş, birinci dünya savaşında da bize, yedi cepheden saldırmış ve hemen anayurdumuzu paylaşmaya kalkışmışlardır.
      Her zaman olduğu gibi bu asil millet, istiklâl ve hürriyetini, vatan ve mukaddesatını korumak için; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde şahlanarak, her türlü yokluğa ve olumsuzluğa rağmen, büyük bir istiklal mücadelesi vererek, namusu saydığı vatanını, düşman işgâlinden kurtarmıştır. Asırlardan beri hakim olduğu Anadolu topraklarında, milli egemenliğini aynen korumuş, Türkiye Cumhuriyeti adıyla yeni bir devlet kurmuş ve 29 Ekim 1923 tarihinde de bunu, bütün dünyaya ilân etmiştir. Cumhuriyet, çoğunluk sistemine ve milli iradeyi temsil etme esasına dayanan, yaratılıştan insanlarda var olan çeşitli kabiliyetlerini ortaya koyabilmelerine, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edip yaşamalarına imkân veren, istişareye dayalı bir idare şeklidir Ancak dünya işlerinin düzene konması, vatan ve millet için yararlı olanların belirlenmesi maksadıyla istişarede bulunulması ve sonucunda da, çoğunluk görüşünün esas alınması, uygun bir davranıştır. Cumhuriyet idaresi de bunu yapmaktadır.
      Cumhuriyeti kuran milli irade, insanların dînî inanç ve yaşayışlarında serbest bırakılmasını, dünyevi işlerde ise, vatan ve milletin yararına yönlendirilmesini ve düzenlenmesini amaçlamıştır. Bize düşen görev, cumhuriyet ruhunu gayesinden saptırmadan, devletimizi liyakatli ellerde yükseltmek, yüceltmek ve bu mukaddes emaneti bizden sonraki nesillere, en iyi şekilde devretmek olmalıdır.
      Bu itibarla; Cumhuriyetimizin 83. yıl dönümünü en içten dileklerimle kutlar bu vatani ve Cumhuriyeti bizlere emanet eden başta Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun silah arkadaşlarının aziz hatırası önünde saygıyla eğilir Ruhları şad olsun Mekanları cennet olsun.
      Sevgi ve saygıyla.
      DOĞRULUK SONSUZLUĞUN GÜNEŞİDİR, NASIL OLSA DOĞAR.

      d. cumhuriyet ...

      Re: Bugün Türkiye’nin büyüklüğü ve memleketimin zaferi için ne yaptım ?
      Elcevap :


      Soru güzel de aslında bugün kendim için veya insanlık için ne yaptım demeliydi bu soru belki de ? Cumhuriyeti bize tevdi eden mümessiller , içinde bulundukları ahval ve şartları çağın olanaklarına göre yorumladılar.

      Bu bir kişinin eseri olmazdı ; yeni okuduğumuz bir esere göre bunda bile mümessillerimizin hataları olmuş ki bugün hala içine kapanık olmamızın , uzlaşıya ulaşamamızın altında bu tip sebepler var.

      Belki bazı arkadaşlarımız bugün bir şiir yazdım, bir yazı veya bir kitap okudum ; veya faklı sandığım biriyle tanıştım diyebilecekler. Aramızdaki uçurumların veya benzerliklerin bile ne kadar fakındayız. 83 yılında Cumhuriyet idaresi hakkındaki fikilerimiz nedir ? Bu kavram Arapça kökenli olmasının ötesinde eskilerin ve biz yenilerin kafasında nasıl şekilleniyor ?

      Demokrasi deniliyor ; Cumhuriyetin demokrasi ile insani bir idareye evrilmesi çabaları da var. Bir rejim cumhuriyet yani halka dayanması yanında nüans olarak onun iradesinde tecelli olunmayı da bekler...

      Sözü küreselleşmeye veya onun handikaplarına getirmeyeceğim ama bugün kendim, çevrem, arkadaşım ; en nihayet insanlık adına ne yaptım diye sorduğum da aslında sesinin duyulduğu kadar ve tutarlı olduğun ölçü de bişeylerin değişeceğini düşünüyorum.

      İstanbul da adı olaylarla meşhur bir mahalleden geçerken en önde imam efendi ile arkasında yakalarında resimlerle yürüyen insanların bir cenazeyi bile neden bu şekilde eda ettiklerini düşündüm ?

      Bugün okudum , biraz düşündüm desem ve bunu paylaşsam aslında halkın kaynaşması anlamında bir bayram coşkusu göremeyeceğimi söylemek de isterim.

      " Kendi için istediğini başkası için de isteme olgunluğuna erişmiş bir anlayış... " ; bununla yüklü iradelerin çoğulculuğu içine sindirebildiği ölçüde insanlık vazifesini yerine getireceğini de söylemek isterim...

      Kutlu ve umutlu olsun ...

      Selamla ...
      " akıl ve gönül ; insan ...

      nereden başladı..neredeyiz?

      26 AĞUSTOS BÜYÜK TAARUZUN BAŞLAMASI : 26 Ağustos 1922’de Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Kocatepe’deki çadırlı ordugahta ordusuna taarruz emrini verdi ve Türkiye topraklarının düşman işgalinden kurtuluşunun son noktası, 4 günlük çetin bir savaşın ardından, şehitlerin kanıyla kondu. 26 Ağustos sabahı saat 05:30’da Türk topçusunun ateşiyle başlayan Büyük Taaruz, Mehmetçiğin süngü savaşıyla devam etti. Ve 30 Ağustos 1922’de savaş, Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı.
      Büyük Taaruz’un kesin zaferle sonuçlanmasının ardından Lozan’da Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atıldı. 29 Ekim 1923’te ise modern Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhuriyetin 79 yıllık tarihinde Türkiye hızla çağdaş bir ülke olma yolunda ilerledi. Osmanlı Devleti’nin külleri arasından çıkartılan genç Cumhuriyet, bugün çağdaş devletlerin kulvarında koşuyor. Bir Avrupa, bir dünya devleti olma yolunda hızla ilerleyen ülkemiz artık kendisine engin kültür mirası ve insan potansiyeli ile AB içinde yer arıyor.


      ATATÜRK 30 AĞUSTOS’U ANLATIYOR
      79 yıl önce bugünü ise Büyük Taaruzun mimarı Atatürk, Nutkunda şöyle anlatıyor:
      Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Ağustos zaferiyle ilgili olarak, Nutuk’ta bildirdikleri şöyle:
      “Efendiler, artık Büyük Taarruz’dan söz açma sırası geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, düşman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında bulundurduğu kuvvetlerle, sol kanadını da İznik Gölü’nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi, Marmara’dan Menderes’e kadar uzanıyordu. Düşman ordusunun teşkilâtı, üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilâtlandırmış ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilâtımız da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari tümenimiz vardı.
      Teşkilâtı biribirinden farklı olan iki düşman ordusu biribiriyle karşılaştırılırsa, her iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri, aşağı yukarı biribirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, dünyanın hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için, makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephâne ve teknik malzeme bakımından daha üstün durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz süvari sayısı yönünden daha üstün bulunuyordu.

      TAARRUZ PLANININ ANA ÇİZGİLERİ
      Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilât durumu ile, ona karşı Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz plânımızın ana çizgilerini de arz edeyim :
      Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı.
      Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.
      Batı Cephesi Komutanı İ s m e t P a ş a ve Genelkurmay Başkanı F e v z i P a ş a, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz plânımız çok önceden tespit edilmişti.
      Konya’ya gelmiş olan G e n e r a l T o w n s h e n d’in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara’dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’e gittim. Savaş plânı üzerinde görüşürken Genelkurmay Başkanı’nın da katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya’ya gittim. 27’sinde tekrar Akşehir’e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plân gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustos’a kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı kararlaştırdık.
      28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırıIan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir’e çağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden görüşerek tarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik. Ankarara’dan çağırdığımız Millî Savunma Bakanı K â z ı m P a ş a da 1 Ağustos l922 öğleden sonra Eskişehir’e geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Millî Savunma Bakanlığı’na düşen işler tespit edildi.

      TAARRUZ HAZIRLIK EMRİ
      Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara’ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922’de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi. Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı Paşalar da Ankara’ya döndüler.
      Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara’da yapılması gereken bazı işler vardı. Daha taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu’na da açıkça bildirmemiştim. Artık onlara recmî olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç ve dış durumlarla ordunun durumunu görüşüp tartıştıktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık.
      Önemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis’te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı.
      Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra Ankara’dan ayrıldım. Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922’de cepheye gitmişti.
      Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara’dan gizledim. Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hattâ gazetelerde benim Çankaya’da çay ziyafeti verdiğimi de ilân edeceklerdi. Bunu şüphesiz o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya’ya gittim. Konya’ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmediğim gibi, Konya’ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya’da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00’da Batı Cephesi Karargâhı’nda yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana tarruz için Cephe Komutanı’na emir verdim.

      BAŞKOMUTAN SAVAŞI
      Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir),düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusununBaşkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken ,diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.

      9 EYLÜL’DE İZMİR’DE
      Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe,, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı
      Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.
      Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey’etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere dahageçiren muazzam bir eserdir.
      Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunıın başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

      MİNNETTARIZ ATAM...
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      29 Ekim, bir doğuşun, bir devrimin, kısacası bir mucizenin yıldönümüdür. "

      Bizlere parlak bir gelecek, tam bağımsız, çağdaş bir devlet armağan edenlere sonsuz minnet duyuyoruz. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ü, silah arkadaşlarını, kahraman şehitlerimizi ve gazilerimizi gönül borcu ve saygıyla anıyoruz. Değerli yurttaşlarım, Cumhuriyet, toplumu ümmetten ulus, bireyi kuldan yurttaş konumuna yükselten bir Aydınlanma Devrimi'dir. 29 Ekim, bir doğuşun, bir devrimin, kısacası bir mucizenin yıldönümüdür. "

      Cumhurbaşkanı Sezer'den alıntı yaptım.

      Daha detaya inmeye gerek bile görmüyorum... detayını anlamak için de alim olmaya gerek yok. Hiç yoktan biraz tarih bilgisi yeter.

      Cumhuriyetimizin de, bunun için döktüğümüz kanların da yüksek şuurunu diliyorum milletim için!

      Sevgilerimle,
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın 83. Yılı

      Büyük Önder ATATÜRK ve Atalarımızın Çabaları İle Kurulan, Bizlere Emanet Edilen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın 83. Yılı TÜRK Milletine Kutlu Olsun.
      Resimler
      • 1161298_0.jpg

        25.91 kB, 0×0, 1,705 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      cumhuriyet bayramı

      bayramıCUMHURİYET BAYRAMI


      29 Ekim 1923 ülkemizde cumhuriyet yönetiminin ilan edildiği gündür. Bugün ulusal bayram günüdür. Her yıl cumhuriyet yönetiminin ilanını 28 - 29 Ekim günleri Cumhuriyet Bayramı olarak coşkun törenlerle kutlarız.

      Cumhuriyet Yönetiminden önce devletimizin adı Osmanlı İmparatorluğu idi. Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından 1299'da Söğüt 'de kuruldu. Osmanlı devlet yöneticisine padişah denirdi. Osmanlı Devletini altı yüz yirmi dört yılda, otuz altı padişah yönetti. Son padişah Sultan Vahdettin'dir.

      Eskiden ülkelerde tek kişi egemendi. Ülkelerini diledikleri gibi yöneten bu kişilere padişah, şah, kral, hakan, sultan denirdi. Yönetim çoğu zaman babadan oğula geçerdi. Oğulun küçük olması, deli olması yönetici olmaya engel sayılmazdı. Böyle tek kişinin kendi başına buyruk, sorumsuz, denetimsiz yönetimine mutlakiyet denir. Mutlakiyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız tek bir kişidedir.

      Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde zamanla hakana, padişaha, şaha, krala yardımcı olsun diye meclis kuruldu. Meclis üyeleri halkın dileklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu yasa taslakları hakan, padişah, şah, kral tarafından benimsendiğinde yasalaşırdı. Bu yönetim biçimine Meşrutiyet denir. Ancak meclisin yetkileri genel olarak çok sınırlıdır. Osmanlı Devletinde 1876 ve 1908 yıllarında iki kez meşrutiyet ilan edildi.

      Üçüncü yönetim biçimi cumhuriyettir. Cumhuriyet'te egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus kendini yönetme yetkisini temsilcileri - milletvekilleri- aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler yasalar yapar, yöneticileri ulusu adına denetler. Yönetilenler dilerlerse seçimlerde yöneticilerini değiştirirler.

      ÜLKEMİZDE CUMHURİYETİN KURULUŞU

      Osmanlı İmparatorluğu'nda, ikinci Meşrutiyetin ilanından altı yıl sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. 1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'na dünyanın belli öbaşlı devletleri katıldı. Dört yıl süren savaş sonunda bizimle birlikte olan devletler yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıldık. Ülkemiz İngilizler, Yunanlılar, Fransızlar, İtalyanlar tarafından paylaşıldı.

      Ulusuna inanan, güvenen Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a geldi. Erzurum'da, Sıvas'ta kongreler düzenledi. Mustafa Kemal Paşa "Tek bir egemenlik var, o da Milli egemenliktir. Ülkeyi yine ulusun kendi gücü kurtaracaktır." diyordu. Yurdun dört bir tarafından gelen ulus temsilcileri -milletvekilleri- 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Bir yandan efeler, dadaşlar, seymenler bulundukları yörede düşmana karşı koydular. Öte yandan düzenli ordular İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da savaştılar. Yurdumuz düşmanlardan kurtarıldı.

      Tahtını, rahatını düşünen padişah, yenilen düşmanla birlikte yurdumuzdan kaçtı. İmzalanan Lozan Barış Antlaşması ile yeni bir devlet doğdu. Bu doğan devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemişti.

      İkinci dönem Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos 1923'te ilk toplantısını yaptı. 13 Ekim 1923'te Ankara Başkent oldu. Atatürk ; düşmanın ülkeden atılıp sınırlarımızın belirlenmesinden sonra, çoktan beri tasarladığı cumhuriyetin ilanı üzerinde hazırlıklar yapmaya başladı. 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırdı. Onlara , "Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz." Dedi.

      29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan cumhuriyet önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verildi. Meclis önergeyi kabul etti.

      Böylece ülkemizde cumhuriyet yönetimi kuruldu. Atatürk kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyet'in ilanı yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı.

      Cumhuriyet; yurttaşların seçme ve seçilme hakkının olduğu bir yönetimdir. Ulus temsilcilerinin kabul ettiği yasalarla ülkenin yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur. Cumhuriyet'i korumak, kollamak, yaşatmak her yurttaşın ödevidir.
      Başta Gazi Musafa Kemal ve silah arkadaşları olmak üzere Vatan uğruna canlarını veren tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum. Umarım onlara layık olabiliyor ve kemiklerini sızlatmıyoruzdur.


      Sayın Cumhurbaşkanız, Cumhuriyet resepsiyonu için milletvekillerine eş durumuna göre ayrım yaparak davetiye göndermeseydi mesajı daha anlamlı olurdu kanısındayım. Ulusun fertlerini kıyfatlerine göre ayrıma tabi tutarak birlik ve beraberlik sağlanamaz. Yurttaşlarına böyle bir ayrım yapan dünyada başka bir Cumhurbaşkanı varmıdır acaba.

      Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.
      Resimler
      • CUMHUR_YET[1].jpg

        128.54 kB, 0×0, 1,711 defa görüntülendi
      Babamın dostlarındandı.
      Dimdik yürürdü. Hani Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya, öyle biriydi. Ben çok küçüktüm, evimize misafir gelirdi.
      "Oğul" diye seslenirdi hep.

      Bağdaş kurmaz, diz çöker öyle otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme. Hep bitip tükenmek bilmeyen harp hatıraları anlatırdı.
      Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar'da savaşmış. Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra köyüne dönebilmişti.

      Anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan?
      Ölüm neydi ki?
      Şerbet içmek kadar kolaydı.
      "Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !"
      derdi sık sık.
      Olur muydu??

      Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler.
      Ön siperlerdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hucum için emir bekliyor.
      Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin ! ...
      Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor.

      Yüzbaşı erlere sesleniyor...
      "Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !
      Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."
      Teyemmüm edilir...
      Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
      " Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.
      Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."

      " Kabe Karşımızda... "

      Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... "

      O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti.
      Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular....
      YA BİZLER....?
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Cumhuriyet’in büyüsü!

      Siz de kabul eder misiniz bilmem; bana göre Cumhuriyet, ülkemizi çok büyük çapta kazaya-belaya-gama-kedere uğratmadan bugünlere taşıdığı için değil aynı zamanda çok dayanıklı, sağlam, sanki çelikten, yıkılmaz bir proje olduğu için en büyük bayram.

      Büyüsü var...

      Gizli bir gücü...

      Şaşırtıcı etkisi...

      İçinde Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Türkmen’i, Yörük’ü, Yahudi’yi, Rum’u, Ermeni’yi, Arap’ı, Zaza’yı, Alevi’yi, Sünni’yi, Hristiyan’ı, Musevi’yi, putperesti, Şamanist’i, dinliyi, dinsizi, Çeçen’i, Çerkez’i, Arnavut’u, Boşnak’ı, Süryani’yi, Pomak’ı, Çingene’yi, Roman’ı ve deyim yerindeyse tekmili birden 72 milleti barındıran bizim ülkemizin “bütün hülyasını sarıp sarmalayan bir büyü var” bu Cumhuriyet’in kimyasında...

      Bozmak istiyorlar.

      Bozamıyorlar.

      Bölmek istiyorlar.

      Bölemiyorlar.

      Yıkmak istiyorlar.

      Yıkamıyorlar.

      Mandalaştırmak istiyorlar.

      Mandalaştıramıyorlar.

      ABD uydusu olsun istiyorlar.

      Yapamıyorlar.

      AB yalayıcısı olsun diliyorlar.

      Başaramıyorlar.

      Mollalık gelsin diye zorluyorlar.

      Nafile.



      ***

      Nedir bu büyü?

      Çağımızın önde gelen düşünürlerinden sayılan Fukuyama’nın deyimiyle; tarikatlarda, camilerde, Kuran kurslarında, ABD destekli ılımlı Müslüman partilerde örgütlenmiş “İslamistler” dışarıdan, “laikler” (ikinci cumhuriyetçiler, hortlamış mütareke aydınları, günümüz mandacıları, Amerikanofiller, AB olmazsa biz hiçiz diyenler, Soros’çular, soykırım yardakçıları, kan milliyetçisi Kürt bölücüler, kan milliyetçisi Türk kafatasçılar, eski ve yeni hortumcu liboşlar) içerden uğraşıyor yine Cumhuriyet’i yıkamıyor.

      83 yılı doldurduk.

      83 yıldır dayanıyor.

      Üstelik her akıp giden yıl biraz daha güçlenerek, biraz daha “haklılığı ve doğruluğu” ortaya çıkarak adeta çelikleşiyor. Hiç düşündünüz mü? Cumhuriyet’i kuranlar, onun kimyasına, harcına, betonuna, mantığına ne koydu ki; 83 yıldır İslamistler dışardan, laikler içerden uğraşmalarına rağmen onu yıkamadı? 83 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti, “doğaya uyumlu bir proje olarak” bina edildiği için mi bu kadar dayanıklı oldu?


      ***

      Bağışlayın.

      Doğaya uyumlu demek; “bilime uygun” demektir ve Cumhuriyet’i kuranlar; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir... Egemenlik de kayıtsız şartsız milletindir” ilkelerine samimiyetle sarıldıkları için bu kimya tutmuş, bugünlere kadar gelmiştir.

      Ayrıca bu kimya:

      Cumhuriyetçilik...

      Halkçılık.

      Laiklik.

      Devletçilik.

      Milliyetçilik.

      Devrimcilik.

      Hedeflerini birbiri içinde eriterek karılmış. Ve hedefler de: “Donmuş ölü kalıplarla değil fakat çağa göre değişime uğrayarak canlı kalmak” üzerine bina edilmiş. Söz gelimi cumhuriyetçiliği; egemene tapınma değil halkı öne geçirme üzerine... Halkçılığı, Mercedes’te gezen şımarık zengine değil otobüsten inen yurtsever kalabalığa hizmet etmek üzerine... Laikliği; hukukta, yönetim sisteminde, eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal hayatta, dinsel inanışta hep ilmi öne geçirme üzerine... Devletçiliği; ekonomik hayatı milli geliri hakça pay edecek şekilde yönlendirme üzerine... Milliyetçiliği; kafatasçılık, üstün ırk ve kan milliyetçiliği ayrımcılığı üzerine değil, birleşip bütünleşme üzerine... Devrimciliği; kendi kaderini hep kendi elinde tutma üzerine bina etmiş.

      Cumhuriyetin büyüsü bu!

      83 yıldır yıkılmadı.

      Ebediyen yıkılmasın.

      Necati Doğru
      vatanim.com.
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      CVP: CUMHURIYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

      CUMHURİYET

      DERYA SAZAK
      Millet egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak! Cumhuriyetin ilanının bugün 83. yıldönümü.
      20'nci yüzyılın savaşlarla dolu kısa tarihinde atılan dev bir adım, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu. 1920'lerde çöken bir imparatorluk... İngiliz himayesindeki Osmanlı saltanatını sürdürme çabalarının 'Amerikan mandacılığı' ile desteklendiği işgal günleri... Anadolu İhtilali'nin, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı Kurtuluş mücadelesinin bağımsız bir devlet inşasıyla zafere ulaşması.
      Atatürk, Nutuk'ta o yılların zorluğunu şöyle anlatır:
      "Farkında olmadığı halde başsız kalmış bir millet, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve sezebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi sayılacak yollara başvuruyorlar."
      Parçalanmış, kuşatılmış bir coğrafyada Anadolu örgütlenmesinin ne anlama geldiğini kavramak için Amasya Genelgesi'ni yeniden okumak gerekiyor:
      "Milletin bağımsızlığını yine milletin kararı kurtaracaktır."
      Prof. Hikmet Özdemir'in 2004'te yayımlanan 'Amasya Belgelerini Yeniden Okumak' adlı incelemesi, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya çıkarken, Osmanlı'dan arta kalan yapıyı korumak yerine, Cumhuriyet'in ilanıyla sonuçlanacak, 'milli egemenlik ve bağımsızlık' temeline dayalı devrimci bir mücadeleyi hedeflediğini gösteriyor.
      Vesayetçi ve mandacı formülleri bir yana iten Mustafa Kemal, kendi kararını şöyle açıklıyor:
      "Efendiler, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri bütünüyle parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir Ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi.
      Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millet egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.
      İşte İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz, Samsun'a ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu olmuştur. Ya istiklal ya ölüm. Gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır." Cumhuriyetin değerini bilelim, nice bayramlara.
      Resimler
      • Izmir.jpg

        51.06 kB, 0×0, 1,567 defa görüntülendi
      Selçuklu'yu da katarsak Anadolu'da tam bin senedir varlığını sürdüren bir devletin varlığı tehlikeye düşmüş, düşmanları topraklarını işgale yazırlanıyor. Son 100 senesi değişen dünyaya ayak uydurabailme çabaları ile geçmiş ancak bunların hiçbirinde başarılı olunamamış. Sonunda 6,5 milyon Km.karelik devlet darmadağın olmuş ve bir kaç yüz bin km.ye düşmüş. Toprakları baştan aşağıya işgal edilmiş. İçeride yüzlerce yıldır birarada yaşadıkları kardeş halkları da düşman üniformalarını gşiyerek kendilerine sahip çıkan asil Türk Milletini katletmete devam ediyor. Millet Yemen'den Galiçya'ya binlerce şehit vererek Türkün son kalesi Anadolu'ya yapışmaya çabalıyor.
      İşte bu şartlarda gennç Türkiye Cumhuriyeti doğuyor.
      Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez, Çepni, Süryani, Abaza, Gürcü, Laz'dan aynı ülküye inanan bir millet, bir Ulus Devlet yaratıyor. Cumhuriyet işte bu ortak ülkünün adıdır.
      Her ne kadar günümüzde Numaralı Cumhuriyetçiler çıksa da, Ulus Devletlerin devri bitmiştir dese de Cumhuriyet hala yaşamakta ve gün geçtikçe de güçlenmektedir.
      Çağdaşları çoktan tarihte yerini almış olsada da Cumhuriyet varlığını devam ettiriyor çünkü;
      - Onun ideolojisi ırkçı değildir.
      - O çağdışı değildir ve her zaman kendisini yenilemesini bilmiştir.
      - O sağlam temeller üzerinde ve halkının tamamının katılımı ile birlikte kurulmuştur.
      Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...