Bülent ECEVİT

      Bülent ECEVİT

      --------------------------------------------------------------------------------

      Bülent Ecevit hayatını kaybetti

      Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde bir süredir tedavi gören eski Başbakanlardan Bülent Ecevit hayatını kaybetti.

      Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde vefat etti. Doktoru Mücahit Pehlivan, A.A muhabirine yaptığı açıklamada, Ecevit'in vefat ettiğini açıkladı.
      BÜLENT ECEVİT KİMDİR?

      1925'te İstanbul'da doğdu. 1944 yılında İstanbul Amerikan Koleji'ni bitirdi. 1944'te çalışma yaşamına girdikten sonra, işten ayırabildiği zamanlarda Ankara Üniversitesi'nde İngiliz dil ve edebiyatı, Londra Üniversitesi'nde Sanskrit, Bengalce, sanat tarihi bölümlerine devam etti. 1957'de de ABD' de Harvard Üniversitesi'nde sekiz ay incelemelerde bulundu.

      1944'te Ankara'da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'ne İngilizce çevirmeni olarak girdi. 1946-50 arasında Londra'da Türk Basın Ateşeliği'nde çalıştı. 1950-60 arasında "Ulus" gazetesinde, ve "Ulus"un kapatıldığı yıllarda "Yeni Ulus" ve "Halkçı" gazetelerinde, yazar ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. 1954 sonu ile 1955 başlarında ABD"de, Kuzey Carolina'da yayınlanan "Winston-Salem" gazetesinde konuk gazeteci olarak görev yaptı. 1965'de "Milliyet" gazetesinde günlük yazılar yazdı. 1950'lerde "Forum" dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. 1972'de aylık "Özgür İnsan", 1981'de haftalık "Arayış", 1988'de aylık "Güvercin" dergilerini çıkarttı.

      1957-1980 arasında, önce Ankara, sonra Zonguldak'tan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Milletvekili oldu. 1960-61'de Kurucu Meclis üyeliği yaptı. 1961-65 yılları arasında Çalışma Bakanlığı yaptı. 1966'da, CHP Genel Sekreterliğine getirildi. 1971'de Partisinin askeri yönetimce oluşturulan hükümete katkıda bulunmasına karşı çıkarak bu görevinden ayrıldı. 1972 Mayısında CHP Genel Başkanlığına seçildi. 1974 yılında kurulan CHP-MSP koalisyonunun başbakanı oldu. Bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleşti.

      1977'de bir azınlık hükümeti kurdu fakat güvenoyu alamadı. 1978'de, Partisinin TBMM'de çoğunluğu bulunmamakla beraber, bazı bağımsız üyelerin ve küçük partilerin katkısıyla bir hükümet kurdu. Bu Başbakanlık dönemi 21 ay sürdü. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra, askeri yönetime karşı çıkışları nedeniyle üç kez hapse mahkum oldu.


      Bülent Ecevit, yasaklı döneminde, eşi Rahşan Ecevit başkanlığında kurulan Demokratik Sol Partinin kuruluşuna katkıda bulundu. 1987'deki halkoylamasıyla, siyasal haklarına yeniden kavuşunca, DSP Genel Başkanlığına Bülent Ecevit seçildi. Kısa bir süre sonra yapılan genel seçimlerde Partisi iyi sonuç alamayınca bu görevden ayrıldı. Fakat 1989 başlarında, yerel yönetim seçimlerinin yaklaştığı bir sırada Genel Başkanlık boşalınca toplanan Olağanüstü Kurultay'da yeniden Genel Başkan seçildi. 1991 seçimlerinde de Zonguldak'tan milletvekili seçildi. 28 Şubat sürecinden sonra oluşan siyasal kaosta azınlık hükümeti kurma görevi verildi ve 70 milletvekili ile başbakan oldu. 18 Nisan 1999 yılında yapılan genel seçimlerde partisini birinci parti yaparken, MHP ve ANAP ile ortak hükümet kurdu ve bu hükümetin başbakanı oldu.
      “özgürlüğü yitirdik dostlar
      ardından bir çift sözüm var
      havaya benzerdi biraz
      varlığı duyulmazdı özgürlüğün
      yokluğu dayanılmaz
      ‘saklamayın’ derdi özgürlük ‘beni kendinize
      esirgemeyin beni ellerden
      esirgendikçe tükenirim çünkü
      paylaşıldıkça çoğalırım ben’
      oysa kendimize kalsın diye özgürlük
      ona bahçelerde duvarlar ördük
      uçup gitti kuş misali bahçelerden
      ne eller gördü hayrını ne biz gördük
      ‘yurttaşlar’ derdi özgürlük ‘bu devleti
      sizler yöneteceksiniz el ele
      yaşatabilmek için beni
      yaşayabilmek için benimle’
      oysa dünyalarımız öylesine küçüktü
      devlet öylesine büyük
      yönetilmek öylesine rahattı
      yönetmek öylesine yük”
      KÖYLÜ KADINLAR


      köylü kadınlar
      fistanları güllü kadınlar

      topraktan doğup da toprağı yoğurandıur onlar
      veresiye canlarını doğurandır onlar

      köylü kadınlar
      fistanları güllü kadınlar

      yüzleri güneştir onların yanık
      ayakları topraktır onların yarık

      doyulmadan güzelliğine
      tarlalarda solandırlar

      köylü kadınlar
      fistanları güllü kadınlar
      İşte Bülent Ecevit’in vasiyeti !
      Ecevit, eşi Rahşan Hanım’a Or-An’daki evinin karşısındaki ormanlık alana gömülmek istediğini söyledi...

      3 KASIM seçimleri seçimleri sonrası DSP Genel Başkanlığını Zeki Sezer’e devrederek aktif siyasetten çekilen eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in sağlık durumu ciddiyetini koruyor. Tedavi gördüğü GATA’da günlerdir yaşama tutunmaya çalışan Ecevit’in, Gömülmek istediği yeri eşi Rahşah Hanım’a bildirdiği öğrenildi. Karaoğlan’ın vasiyetine göre Ecevit, Ankara’nın Çankaya ilçesindeki yaşamının 30 yıla yakın kısmını geçirdiği Or-an semtindeki evin bahçesine bakan ormanlık alana gömülmek istiyor.

      Bülent Ecevit’i GATA’ya geldiği 18 Mayıs akşamından bu yana Rahşan Hanım’dan başka kimse görmedi. Türk siyasetinin Karaoğlan’ı, birkaç yıl öncesine kadar oturduğu Or-an 1. Parsel Yerleşim Planının 69. apartman bloğundaki dairenin karşısına vasiyeti çerçevesinde gömülürse, Rahşan Hanım evin balkonundan bile her zaman eşinin mezarını görebilecek.

      Anıtmezar istemiyor
      Koma durumu devam eden, ancak sağlık durumunda iyileşme görülen Ecevit, vefatı sonrası defnedileceği Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne ait ormana anıtmezar istemiyor. Karaoğlan’ın anıtmezar istemediğini Rahşan Hanım’a, ‘Ben senden önce ölürsem beni bir mezarlığa gömmeyin. Öyle bir yere gömün ki, kimse orada mezarım olduğunu dahi bilmesin. Taş bile olmasın mezarımda’ diyerek açıkladığı belirtiliyor. Ecevit’in vasiyetinde gömülmek istediği aynı yerde, Rahşan Hanım için de bir mezar yeri bırakılmasını istediği ve bunu da vasiyetine eklettiği öğrenildi.

      Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) yattığı sürece el ya da göz hareketlerinin bile kamuoyunda sevince yol açan Bülent Ecevit, son nefesine kadar yaşam destek ünitesine bağlı tutulacak. Asla bir ötenazi düşünülmüyor. 54 yıllık hayat ardaşaşı Rahşan Hanım da bu konuda kararlı, ötenaziye izin vermeyecek.

      Kararname gerekiyor
      Bülent Ecevit’in vasiyet ettiği yere gömülebilmesi için AK Parti iktidarının Bakanlar Kurulu kararnamesi çıkartması gerekiyor. Daha önce kendisi de gerek Başbakanlığı, gerekse başbakan yardımcılığı dönemlerinde bu tür kararnamelere imza atan Ecevit için AK Parti iktidarının kolaylık sağlayacağı öğrenildi
      Laik ve dindar
      Ecevit Atatürkçüdür.
      Laiklik konusunda da ödün vermez bir tavrı vardır.
      Merve Kavakçı'nın türbanla Meclis'e geldiği gün kürsüde "Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz" diye kükreyişi hâlâ hatırlardadır.
      Lakin o, iki laftan birinin arasına Atatürk'ü sıkıştıran "gardırop Atatürkçüleri"nden değildir.
      Özellikle din ve laiklik konusundaki yaklaşımı, son derece özgündür.
      Robert Kolej'de unvanı "Hacı"ydı.
      Allah'ı konu alan "Robot" şiirini daha 15 yaşındayken yazmıştı.
      Kaynağını Hint felsefesinden alan bir inanç yapılanmasının etkisindeydi; ama bu inancı ustaca kendine saklarken inançlı insanları her daim kollamaya özen gösterdi.
      1960'larda yazdığı "Atatürk ve Devrimcilik" kitabında şapka devriminin köylüye ekonomik ve sosyal bakımdan bir şey kazandırmadığını belirtmişti.
      1973'te, "Bir halk, sosyal adalet getirecek düşüncelere açıksa beş vakit namaz kılsa da, oruç tutsa, dinine, törelerine bağlı olsa da ilericidir" diye yazmıştı.
      Dinin siyasete alet edilmesi konusundaki aşırı hassasiyetine rağmen siyasi hayatı boyunca dindarların dışlanmaması, dine bağlı kesimlerin kazanılması gerektiğini ısrarla savundu.
      Tarih ve yurt bilgisini entelektüel birikimiyle harmanlayınca bu özgün görüşlere ulaşıyordu.
      Laiklik konusunda Atatürk'ü İnönü'den daha esnek bulduğunu, son sultan Vahdettin'i hain olarak değerlendirmediğini söylemesi, laik camiada tam bir şok yarattı.
      Fethullah Gülen'le diyaloğu ve onun laik kesimin kuşkuyla baktığı okullarını öven demeçleri, "laiklikle bağdaşan tarikatlar / bağdaşmayan tarikatlar" ayrımı yapması, bazı tüyleri diken diken ediyordu.
      Son dönemde, Osmanlı'nın son dönemini inceleyen, CHP'nin altı okunu tartışmaya açan ve o ilkelerin günümüzdeki geçerliliğini tartışan bir kitap üzerinde çalışıyordu.
      Cumhuriyet tarihinin önemli devlet adamlarından biri idi. Mensup olduğu siyasi görüşünü asla benimsemedim ama günümüzün kirli ve menfaate dayalı politikacıları içerisinde temiz kalabilmiş ender politikacılarından biri idi.
      Hakkında ayazılacak çok şey var ancak en unutulmayacak icraatı (belki de hayatının en büyük hatası) Güneş Motel'de yapılan görüşmeler iel AP'den taransfer ettiği 11 milletvekili ile hükümet kurmasıydı. Bir başka büyük hatası ise MSP ile koalisyon yapması idi.
      Son başbakanlığı ise 28 Şubat Postmodern Darbesinin en hızlı günlerine nasip olmuş ve hükümet ortağını ise MHP olarak seçmişti.
      İşte bu son başbakanlığı sırasında belki de siyasi hayatının en büyük başarısına imza atarak Olağanüstü Hal Yönetmeliğini tüm dayatmalara rağmen yürürlüğe sokmayarak TBMM'ni açık tutmayı başarmıştır.
      Son başbakanlığı sırasında sanki bir suikastın gizli saldırısına hedef olmuş gibi sürekli sağlık problemleri yaşaması başbakanlığı bırakmasından sonra ise bu rahatsızlıkların ortadan kalkması da tarihin gizli sayfalarına yazılacaktır.
      Seversiniz ya da sevmezsiniz ama bilin ki o Türk Siyasi Tarihinde oldukça büyük bir yer almıştır. Ben geçmişi ile kendisini çok noktada eleştirebilirim ama son Başbakanlığı döneminde de büyük bir devlet adamlığı sergilediği de inkar edilmez bir gerçektir.
      Allahtan kendisine rahmet, Türk Milletine ise başsağlığı diliyorum.
      Mekanı cennet olur inşallah.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      --------------------------------------------------------------------------------

      Herhalde Şİmdİye Kadar Gelen (en Azindan Benİm Bİldİklerİm İÇİnde ) Kendİsİ Veya Herhangİ Bİr Aİle Ferdİne Bİr Menfaat SaĞladiĞi Hakkinda Dedİkosu Olmayan Tek Adam
      Çanakkale




      "Söyle Arkadaşım" dedi Anadolulu Mehmet
      yanıbaşındaki Anzak erine
      "nereden kopup gelmişsin,
      neden çökmüş bu mahsunluk üzerine?"

      "DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN" dedi gencecik Anzak
      "Öyle yazmışlar mezar taşıma.
      doğduğum yerler öylesine uzak,
      örtündüğüm topraksa gurbet bana."
      "Dert edinme arkadaşım"dedi Mehmet
      "değil mi ki bizlerle birleşti kaderin,
      değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet,
      sende artık bizdensin,
      sende bencileyin bir Mehmet"

      Çanakkale'de toprağının
      üstü cennet altı mezar
      kavga bitmiş mezarlarda
      kaynaş olmuş yiten canlar.

      "ya sen dedi Mehmet
      oyun çağındaki İngiliz erine,
      "yaşın ne senin kardeş
      böylesine erken buralarda işin ne?"
      "yaşım sonsuza dek onbeş"
      dedi ufak tefek İngiliz eri.
      "köyümde askercilik oynar
      coştururdum trampetimle bizimkileri
      derken kendimi cephede buldum
      oyun muydu, gerçek miydi anlamadan,
      bir sahici kurşunla vuruldum.
      Sustu boynumdaki trampet,
      son verildi böylece oyundan bozma işime
      Gelibolu'da bana da bir mezar kazıldı
      mezar taşıma "ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ" yazıldı.
      Öyküm de künyem de bundan ibaret.

      Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
      gözyaşları düşerek üstüne sanki
      damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
      sahibini yitiren bir trampet.

      "ya sizler" dedi Mehmet
      dünyanın dört kıtasından
      mezarlar dolusu erlere,
      "hangi rüzgar savurdu sizleri
      bu bilmediğiniz yerlere"

      kimi İngilizdi, kimi İskoç
      kimi Fransızdı, kimi Senegalli
      kimi Hintli kimi Nepalli
      kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak
      gemiler dolusu asker
      her biri niye geldiğinden habersiz
      Gelibolu'nun oya gibi koylarından şizarak
      tırmanmışlardı dağa bayıra
      siper siper yara gibi yarılan toprak
      mezar olmuştu savaş ardından onlara.
      Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR
      Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ
      kiminin de mezar taşında
      on altı on yedi on sekiz yaşında
      EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı.
      Çanakkale topraklarında,
      her birinin erken biten yaşam öyküsü
      eski yazıtlar gibi taşlara böyle kazılı.
      "Anlamaz mıyım" dedi "halinizden kardeşler"
      adına yazılı taşı bile olmayan asker
      Anadolulu Mehmet
      "ben de yüzyıllarca yaban ellerde
      neyin uğruna bilmeden can vermişim
      kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
      ilk kez Çanakkale'de ermişim.
      Uğrunda can verdikçe vatandı ancak
      ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
      değil mi ki sizler alamasanız bile
      bu topraklar almış sizi sizleri basmış bağrına
      sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale.

      Çanakkale'de toprağının
      üstü cennet altı mezar
      kavga bitmiş mezarlarda
      kaynaş olmuş yiten canlar.

      Bir garip savaştı Çanakkale savaşı
      kızıştıkça kızgınlığı dindiren
      ara verildikçe ateşe
      düşmanı kardeşe
      döndüren bir savaştı.
      Kıyasıya bir savaştı
      ama saygı üreten bir savaş
      yaklaştıkça birbirine
      karşılıklı siperler
      gönüller de yakınlaştı
      düştükçe vuruşanlar toprağa
      dostlar gibi kaynaştı.

      Savaş bitti.
      Ölenler kaldı sağlar gitti
      köylü köyune döndü evli evine
      kır çiçekleri geldiler akın akın
      çekilen askerlerin yerine
      yaban gülleri, dağ laleleri, papatyalar,
      kilim kilim yayıldılar toprağa.
      Siper siper
      toprağın savaş yaralarını örttüler
      koyunlar koruganları yuva yaptı kendine
      kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine.
      Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle
      silah yerine saban tutan elleriyle
      geri aldı savaş alanlarını doğa
      can geldi toprağa silindikçe kan izleri.
      Yeryüzünde cennet oldu öylece
      o cehennem savaş yeri
      şimdi Çanakkale Gelibolu
      bahçe bahçe, ülke ülke
      mezar dolu.

      Üstü cennet altı mezar
      Çanakkale toprağının
      kavga bitmiş mezarlarda
      kaynaş olmuş yiten canlar.

      Huzur içinde uyusun
      vuruştukları toprakta
      kavgadan kinden uzakta
      yanyan dostça yatanlar.
      Şiir kitabınız çıktı. Sizce şiir ne demektir? Şiir yaşamınıza ne zaman başladınız?
      Benim için şiir bir düşünce yöntemidir. Şiir yazmaya başlamam tabii ki çok eski zamanlara dayanıyor. Çoçukluğumdan beri şiir yazıyorum. İnsan ne düşünüyorsa onu yazmalı, rahat ve doğal olmalıdır. Ayrıca şiirin birşeyler anlatabilmek için güzel ve etkili bir yol olduğunu düşünüyorum.
      Kitabınızın ismi ile “bir şeyler olacak yarın” ileriye dönük bir sitemi mi kastettiniz?
      Hayır. Asıl dile getirmek istediğim, amacım ileriye dönük umutlarım, hayallerimdi. İyi şeylerin olabileceğiydi.
      Şiir kitabınızda şiirin sizin için bir araçken amaca dönüştüğünden bahsetmişsiniz. Nasıl oldu da şiir sizin için bir amaca dönüştü?
      Şiir benim için bir amaç değildir. Şiir başlı başına bir hayattır. Hiçbir zaman siyasetle şiiri birbirine karıştırmadım. Şiire siyaseti katmadım ama istemeden bazı kesimlerden böyleymiş gibi tepkiler aldım. Ama istemeyerek de olsa siyaset şiirimi etkiledi.
      Niçin şiir yazdığınızdan bahsederken insanlar tarafından sorgulanmaktan yakınmışsınız. Siyaset sorgunun kendisi ise neden uzun süre siyasetin içinde kaldınız?
      Sorgulanmaktan özgür olamamaktan kastım şiir insanı özgürleştiriyor. İnsan özgür düşünce sistemi oluşturabiliyor. Şiirlerimde kimse beni sorgulayamıyor. Bunu siyaset ile alakalı olarak söylemedim. Şiir benim hayatımda ne kadar varsa siyaset de o kadar var.
      Neden siyaset yaşamınızı anlatan bir kitap yazmadınız?
      Ben yazmasam da benim siyaset dönemime ilişkin yazılar yazıldı zaten. Bir çok siyasi sınavlardan geçtik. O dönemlerde de siyasetin içindeydim. Dolayısıyla başkaları tarafından siyasi yaşamım deklare edildi. Ayrıca siyasi yaşamımın bittiğini düşünmüyorum. Aktif siyasette yer almasam da hala siyasetin içindeyim. Varoldukça da olmaya devam edeceğim.
      Kitabınızda benim için şiir yazmak özellikle siyasete girdiğimden beri bir düşünme yöntemi oldu demişsiniz. Şiir siyaset yaşamınızı nasıl değiştirdi?
      Siyasette güçlü, insancıl, zararsız, başarı ve yenilgi ile başı dönmeyecek, yıkılmayacak kadar az bağımlı olunmalı . Çünkü siyasetin dışında bir hayat varsa siyaseti bırakınca yapacağı bir şeyleri varsa gözünü hırs bürümez. Hırsı uğruna topluma insanlığa kıymaz.
      Bülent Ecevit dediğimiz zaman bir siyasetçi, gazeteci, şair görüyoruz. Bu çok yönlülüğünüzü neye borçlusunuz?
      Aslında kendiliğinden oluşan bir şey. Gazetecilik hayatım, şairlik yanım ve siyaset yaşamım. Gazetecilik yaşamım zorluydu ama bir o kadar da zevk aldım. Gazetecilik ve siyaset aslında aynı kulvardı benim için düşündüğüm bir çok şeyi bu zamanda gerçekleştirdim.
      BAŞBAKANDAN ŞAİR OLMAZ

      "Bir bardak çay, bir yaprak kağıt, bir kurşun kalem ve şiir kitabı... İşte Bülent'in en sadık arkadaşları... " Robert Kolej'den sınıf arkadaşı Dimitri Andriadis, öğrenci Bülent Ecevit'i işte bu cümlelerle anlatıyor.

      Spor ya da matematikle arası pek iyi olmayan bu edebiyat tutkunu, sakin ve zarif genç, belki de siyasete girmemiş olsaydı, ülkenin önde gelen şair ve çevirmenlerinden biri olarak anımsanacaktı. Ama dedesi ve babasının da etkisiyle siyasete yöneldiği hatırlanınca; ister istemez arkadaşı Can Yücel'in o sözünü sakınmayan üslubuyla yaptığı eleştiri geliyor akla: "Başbakandan şair olmaz/ İyi şair başbakan olmaz..."

      Genç Ecevit'in, sadece edebiyata değil sanatın diğer dallarına olan tutkusunun kaynağı, Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu olan (bugünkü Güzel Sanatlar Fakültesi) annesi ressam Nazlı Ecevit. Tıpkı annesi gibi çocukluğundan beri resim yapan ve şiir yazan Ecevit, eşi Rahşan Hanım'ı da Robert Kolej'de bir resim yarışması sırasında tanır zaten.

      Her ne kadar yaşamını siyaset üzerine kursa da sanat tutkusundan asla vazgeçmez. Evlendikten sonra Rahşan Hanım'la birlikte İngiltere'ye giden Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi'ne kaydını yaptırır, aynı zamanda Basın Ataşeliği'nde de çalışmaya başlar.
      Bu arada da çift, 80 sterlinlik maaşlarının büyük bölümünü müze, galeri, tiyatro, sinema ve kitabevlerine yatırınca ekonomik güçlüklerle karşılaşır.

      İLKOKUL'DA ATATÜRK İÇİN ŞİİR YAZDI

      Beşiktaş Valideçeşme'deki Pembe Köşk'te 28 Mayıs 1925 günü, ressam Nazlı Ecevit ile Adli Tıp Doktoru Fahri Ecevit'in tek çocuğu olarak doğar Bülent Ecevit.

      Küçük Bülent henüz 1 yaşındayken de aile Ankara'ya yerleşir. Baba Ecevit, Ankara Hukuk Fakültesi'nde Adli Tıp Profesörü olur, aynı zamanda Jandarma Meslek Mektebi ile Polis Enstitüsü'nde derslere de girmeye başlar. Politikayla yakından ilgilenen Fahri Ecevit, CHP'ye de üye olur.

      Ailenin İstanbul'dan Ankara'ya taşınmasından sonra yıllar geçer. Nazlı ve Fahri Ecevit'in tek çocuğu Bülent, ilkokul çağına gelmiştir. 1931 yılında, Ankara Mimar Sinan İlkokulu'na başlar.

      İşte Bülent Ecevit'in edebiyata özellikle de şiire olan ilgisi daha bu yıllarda ortaya çıkar. İlk şiirini henüz ilkokula başladığı yıl yazar Ecevit.

      "Atatürk" adını verdiği bu şiiri okul müsamerelerinde, anma törenlerinde okur. Kendi deyimiyle "şiirden sonra aldığı alkışlar çok hoşuna gider" küçük Bülent'in.

      En az şiir kadar sevdiği başka bir şey daha vardır Bülent Ecevit'in: Adapazarı'nda Alay Komutanı olan dedesi Albay Mehmet Emin Bey'in yanına gidip ata binmek.

      Bülent Ecevit, 1936 yılında ilkokuldan mezun olur. Ailesi onun daha iyi bir okulda öğrenim görmesini ister, ancak mali güçleri Ankara Erkek Lisesi'nin orta bölümüne kaydettirmeye yetecektir o anda.

      Genç Bülent, bu okula bir yıl devam eder. Ardından ailesinin ekonomik durumunda bir rahatlama olunca, daha iyi bir eğitim alması için İstanbul'a gönderilir. Robert Kolej'e kaydını yaptırır genç Bülent. İngilizcesi yeterli düzeyde olduğu için iki yıl olan hazırlık sınıfını bir yılda geçer.

      BİR BARDAK DEMLİ, ŞEKERSİZ ÇAY

      Bu arada ailesinin, doğal olarak da ülkenin ekonomik gerçekleriyle bir kez daha yüzleşir genç Bülent. Yatılı okumak çok pahalıdır. Bu yüzden Madam Lusi'nin evine pansiyoner olarak yerleşir. Kaldığı bu rutubetli küçücük oda için 50 lira kira öder genç Bülent. Daha sonra da edebiyat hocası Feridun Nigar'ın Rumelihisarı sırtlarındaki Boğaz manzaralı üç katlı ahşap yalısına yerleşir, üstelik de 25 lira kirayla.

      Bülent Ecevit'in, demli şekersiz çay içme alışkanlığı, mumum titrek ışığında şiirler yazdığı bu yıllara dayanır. Şeker sevmediğinden değil, İkinci Dünya Savaşı'nın zor koşullarında karneyle bile şeker bulmak zor olduğundan bunu tercih eder Ecevit.

      Çevresinde, "zarif bir genç" olarak tanınan Bülent Ecevit, bir yandan edebiyat ve resimle uğraşırken bir yandan da okuluna devam eder. Dersleri aksatmaz. Ama öyle dikkati çekecek bir başarısı da yoktur. Öğretmenlerinin deyimiyle "ne iyi, ne kötü bir öğrencidir." Sürekli okur. Edebiyat her zamanki gibi en büyük tutkusudur. Tercüme de ikincisi. Ama, diğer notları, özellikle de matematik ve fizik, pek iyi değildir genç Bülent'in.

      Okul yaşamı boyunca tam bir "sanatçı" gibidir Bülent Ecevit. Herhangi biriyle, değil yumruk yumruğa kavga etmek, yüksek sesle tartıştığı bile seyrek görülür.

      Çok sinirlendiği zaman sağ gözü iradesi dışında hızla açılıp kapanır. İleriki yıllarda siyaset alanında zorluklarla karşılaşıldığı zaman da görüleceği gibi.

      O yıllarda, sigara içmeyen, kızlı erkekli partilerden uzak duran, şiir ve tercümelerle renklendirdiği dünyasında yaşayan bir gençtir Bülent.

      Esmerliği nedeniyle önce 'Hacı' sonra da 'Eco' diye çağrılan genç Bülent, 1941 yılında henüz lise öğrencisiyken Tagore'un "Gitanjali" adlı şiirini çevirir. Bu çeviri, Ahmet Sait Basımevi tarafından yayınlanır.

      Bundan iki yıl sonra, 1943'te Atatürk büstünün açılışında Mustafa Kemal için yazdığı şiiri okur genç Bülent. Aynı yıl Tagore'un "Avare Kuşları"nı da dilimize çevirir.

      Bülent Ecevit edebiyat dünyasına "Hep bu Topraklar" adlı dergideki şiirleriyle girer. Tagore'un yanısıra T.S. Elliot'dan da çeviriler yapar.

      Ecevit'in edebiyat tutkusu onu Robert Koleji'nin edebiyat dergisi "İzlerimiz"in baş yazarlığına kadar getirir.

      MAVİ İLE BAŞLAYAN AŞK

      Bu arada Bülent Ecevit'in babası Fahri Ecevit, CHP'nin milletvekili adayı olarak Kastamonu'dan genel seçimlere girer ve kazanır. Artık milletvekili oğludur genç Bülent.


      İşin aslı babasıyla arası çok da iyi değildir Bülent'in. Sürekli içmesine, küfürlü konuşmasına kızar. Hırslı ve tuttuğunu koparmaya alışkın babasının değil, sakin ve dingin sanatçı annesinin oğludur o.

      "İzlerimiz" dergisinde başyazarlık yaptığı 1943- 44 yılları genç Bülent'in hayatında bir dönüm noktası olur. Derginin düzenlediği resim yarışmasında Rahşan Aral ile tanışır. Genç Rahşan, Bülent Ecevit'in annesi Nazlı Hanım'ın Ankara Kız Lisesi'nden de öğrencisidir.

      Rahşan Aral, derginin düzenlediği yarışmada, "Cebeci" adlı resmiyle birinci seçilir. Bülent'in en sevdiği renk mavidir. Genç Rahşan da birincilik ödülü kazanan resminde maviyi ağırlıklı olarak kullanmıştır. Sözün kısası genç Rahşan, ilk olarak "mavi" renk ile dikkatini çeker Ecevit'in.

      "Mavi" renk tutkunu iki genç, Rahşan ve Bülent, Robert Koleji'nin kız bölümü ile ortak olarak sahneye konulacak olan "Doktor Faust" adlı eserin provalarında karşılaşırlar.

      Bülent, Rahşan'ı ilk kez yakın arkadaşı Altemur Kılıç'ın yanında görmüştür. Çok heyecanlanır. Altemur'a onunla tanışmak istediğini söyler. Okul arkadaşlarıyla birlikte gittikleri piknikte birbirlerine aşık olduklarını anlarlar.

      Genç Rahşan Aral'ın babası Namık Zeki Aral, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde hocadır, aynı zamanda "Ulus", "Yeni Ulus" ve "Halkçı" gazetelerinin de yazarlarından.

      1944 yılında Rahşan ile Bülent liseden mezun olup, Ankara'ya ailelerinin yanına dönerler.
      Bülent Ecevit babasının isteği üzerine Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırır. Ama sadece üç ay okur burada. Daha sonra Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde tercüman olarak çalışmaya başlar. Bu arada Hukuk Fakültesi'ni bırakıp İngiliz Filolojisi'ne kaydını yaptırır.

      MAAŞININ ÇOĞUNU MÜZELERE, TİYATROLARA YATIRDI

      Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'ndeki Nuri Eren, Londra Basın Ataşeliği'ne tayin edilince kendisiyle birlikte gelmesini teklif eder. Bu arada, Rahşan Aral, Amerikan Haberler Merkezi (USİS)'inde çalışmaya başlar.

      Rahşan ve Bülent, 1946 yılının 22 Ağustos'unda saat 16:00'ta çocuk Esirgeme Kurumu Salonu'nda yapılan sade nikahla evlenip Londra'ya giderler.

      Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi'ne kaydını yaptırır. Londra Basın Ataşeliği'nde göreve başlar. İngiltere günleri ekonomik olarak sıkıntılı geçer Ecevit çiftinin.

      O dönemde 80 sterlin maaş alan Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım, maaşlarının büyük bölümünü sanat etkinliklerini izlemek için harcarlar. Tate ya da National Art Gallery'ye gidip ünlü tabloları saatlerce seyrederler.

      Charring Cross Road'daki kitapçıların müdavimi olurlar. O dönem Londra'da sahnelenen hemen hemen bütün oyunları izlerler. Bu sanat aşkı Ecevit çiftinin bütçesini epey sarsar. Bir süre sonra yiyecek almak için para bulmakta bile zorlanmaya başlarlar. İşte bu dönemde yaşanan sıkıntılar Rahşan Hanım'ın sinirlerinin bozulmasına neden olur. Bu olup bitenler Bülent Ecevit'i de etkiler. Sigara ve içkiye başlar.

      Neyse ki Ecevit çiftinin ekonomik krizi uzun sürmez. Bir süre sonra Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi'nde önce "Sankskrit ve Bengal" dillerine devam eder daha sonra da sanat tarihi derslerine. Sonuçta iki okulu da bitirmez Ecevit.

      GAZETECİ ECEVİT

      1949 yılında Ecevit çiftinin yaşamı da değişir. CHP Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı olan Nihat Erim'in yardımıyla Bülent Ecevit partinin yayın organı oyan Ulus Gazetesi'nde çalışmaya başlar.

      Ecevit'in gazetecilik mesleğindeki ilk görevi çok sevdiği tercüme işiyle örtüşür. Associated Press Ajansı'ndan gelen haberleri Türkçe'ye çevirir Ecevit.

      Ulus gazetesinde; tercümanlığın yanı sıra sekreter yardımcılığı da yapar.

      Bir ara CHP'nin sol kanadında bulunan gazeteci Mehmet Barlas'ın babası Sait Barlas'ın, Pazar Postası'nda sanat eleştirileri yazar. Pazar Postası'nın mizah sayfası "Ciddiyet"i o dönemdeki en yakın arkadaşı Çetin Altan'la birlikte hazırlar.

      Bu arada Rahşan Hanım'da eşi gibi gazetecilik mesleğine girer. Bülent Bey, "Ulus" gazetesinde çalışırken Rahşan Hanım da Altemur Kılıç'ın çıkardığı haftalık siyasi dergi "Devir"de çalışır.

      Gazeteci Bülent Ecevit, Türkiye'ye döndükten 9 ay sonra, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan davet alarak tekrar bu ülkeye gider ve 12 gün kalır. Bu gezisinde "Avrupa Sosyalizmi"ni inceler.

      Bülent Ecevit bu arada Balgat'ta Genelkurmay Haber Başkanlığı Protokol Şubesi'nde 32. Dönem Asteğmen olarak vatani görevini yapar.

      Bu arada Bülent Ecevit'in gazetecilik mesleğine profesyonel olarak adım attığı "Ulus" gazetesi kapanır. Ecevit bu kez Halkçı gazetesinde dış politika ağırlıklı yazılar yazmaya başlar.

      Bülent Ecevit bütün bu sanat tutkusuna ve gazeteciliği de çok sevmesine karşın, aile geleneğini bozmayıp politikayla ilgilenmeye başlar.

      Babasının yaşama veda ettiği 1954 yılında, Amerikan Haberler Merkezi (USİS) in davetlisi olarak Amerika'ya gider Ecevit. Halkçı gazetesine buradan da yazılar göndermeye başlar. "Amerika Mektupları" adlı köşede yazılarını sürdürür. ABD'de aldığı 3 aylık gazetecilik kursundan sonra da Boston'a gider Ecevit. Harvard Üniversitesi'nin Ortadoğu Enstitüsü'nde Ortadoğu bölgesi üzerine çalışmalar yapar. Bu dönemde Bülent Ecevit vaktinin çoğunu kütüphanelerde geçirir.

      Türkiye'ye döndükten sonra da değişen yönetimle birlikte isimleri de değişen "Yeni Ulus", "Halkçı" gibi gazeteleri çıkarır. Ecevit artık yazı işleri müdürüdür.

      1955 yılında NATO'nun davetlisi olarak Kanada'ya gider Ecevit. Bu arada da sürekli açılıp kapanan "Ulus" gazetesinde yazılarını sürdürür.

      İki yıl sonra Rockefeller Vakfı'nın bursuyla yeniden Amerika'ya gider Ecevit. Massachusetts eyaletinin üniversite kasabası Cambridge'de, Harvard Üniversitesi'nde "Osmanlı Siyasi Tarihi" üzerine inceleme yapar.

      Uluslararası Basın Enstitüsü (UPİ)'nin New York'da "Birleşmiş Milletler" konulu seminerine Türk temsilcisi olarak katılır Ecevit. Türkiye'de seçim atmosferi vardır artık.

      İşte bu sırada Ecevit'in belki de hayatının akışını değiştiren olay meydana geldi. Kaldığı pansiyona gelen telgraf, CHP'nin, Bülent Ecevit'i Ankara'dan milletvekili adayı göstermiştir.

      Seçime 1 aydan az bir zaman kala Ecevit Türkiye'ye döner. Zaten seçimlere 27 gün kala gelmişti. 27 Ekim 1957 yılında Ankara'dan CHP adayı olarak seçimlere katılır. Ecevit artık milletvekilidir.
      ŞİİR BENİM KİŞİSEL EYLEMİM

      "Benim için şiir yazmak- özellikle siyasete girdiğimden beri- bir iletişim aracı, bir düşünce açıklama yolu değil, bir düşünme yöntemidir." Başbakan Bülent Ecevit, 1976 yılında yayınlanan Şiirler adlı kitabının önsözünde ye alan 'Niçin Şiir' başlıklı yazısına böyle başlıyor.

      Ecevit için şiir " topluma mesaj vermek için kullandığı bir yöntem değil." İngiliz şair A.E. Houseman 'ın "şiir söylenen şey değildir" sözünden yola çıkarak şiiri " düşünülen şey değil düşünüş biçimi " olarak tanımlıyor Ecevit. Ve devam ediyor: " Topluma bir bildirim olacaksa bunun için şiirden yararlanmam. Yine de yazdığım şiirlerde bir bildiri bulunabilir. Ama çoğu kez ben de o bildiriyi şiirden öğrenirim veya çıkarmaya çalışırım. Topluma bildiride bulunmak için şiir yazanları eleştirmiyorum. Kimi ozanların topluma insanlığa büyük katkıları olur o yoldan. Ama şiir ille bunun için yazılmalı diyen olursa buna katılamam. Ben yapabildiğim kadar toplumsal görevimi siyasal eylem yoluyla yapıyorum. Siyasal açıklamalarımla yapıyorum. Doğrudan yapıyorum. Şiir benim özel eylemim."

      Bülent Ecevit, "insanın iç özgürlüğe kavuşmasını sağlayan etkili yollardan biri" olarak tanımladığı şiirle ilişkisini, siyaset yaşamının bütün yoğunluğuna karşın kesmedi. Her zaman Türkiye'nin "şair siyasetçisi' olarak kaldı.

      Ecevit 1998 yılında henüz Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde El ele Büyüttük Sevgiyi adlı kitabı yayınlandı.

      Bu dönemde yaptığı bir söyleşide de şiirle ilişkisini, hangi şairlerden etkilendiğini anlattı. İşte bu söyleşiden bazı bölümler:


      Beni en çok etkileyenler genellikle Türk halk şairleri oldu. Bir kere Osmanlı'ya karşın, Osmanlı dönemine karşın, Türk dilini yaşatmışlar, Türk dilinin olanaklarını çok iyi değerlendirmişler. Osmanlı'da felsefe yok. Fatih'ten sonra İslam'da, İslam aleminde maalesef bir felsefe yok. Bizim özellikle Tasavvuf ağırlıklı Halk Şiiri'nde bir felsefi temel var. Bugün Divan Şiiri'ni sık sık sözlüğe bakmadan anlayabilme olanağımız yok, fakat 12'inci, 13'üncü, 14'üncü yüzyılda üretilmiş halk şiirlerini ister Yunus Emre olsun, ister Hatayi olsun, ister Aşık Paşa olsun bugün yazılmış gibi aşağı yukarı anlayabiliyoruz. Fakat en çok Türkçe'yi kullanış biçimleri beni etkiledi.


      Halk şairleri, halkın zevkinin gelişmesine ve bilinçlenmesine çok büyük katkıda bulunmuşlar. Onun dışında, bu yüzyılın başlarında Türk şiirinin gelişmesine çok büyük katkıda bulunmuş ozanlar var. En başta tabii Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Bir de epik şiir, epik denebilecek şiir yazmaya başladığımdan beri Homeros'tan yararlandım.

      Yeni şiir kitabınızda sizi etkileyen Brancusi'nin Altın Kuş, Sonsuz Sütun heykelinin, Monet'nin Buzların Çözülüşü tablosunun fotoğrafları ve şiiri var.



      Heykeltıraş Brancusi'nin Boşluktaki Kuş ve ressam Monet'nin Buzların Çözülüşü adlı tabloları beni çok etkiledi. Brancusi'nin beni en çok etkileyen özelliği, heykelde, yani yontuda soyutlamayı en son sınırlarına götürmesine rağmen, özünde doğadan hiçbir zaman kopmamış olması. Romanya'da yaşadığı şehirden sonra, Paris'e gitmiş. Son heykellerinin esin kaynağı olarak yüzyıllardır ırmağın, suyun yonttuğu taşlardan esinlenmiş. O taşları toplamış, doğayı soyutlarken, doğanın özüne varmış. Ve bir de bir mistik tarafı var, deyim yerinde ise bizim tasavvuf anlayışımıza varan her şeyi tekliğe indirgemiş. Monet de soyut doğa resminin sınırlarını aşmış.


      Ben Rahşan'ın zevkine çok güvenirim, o bir nevi halktır benim için. Şiirlerimi bitirince ona gösteririm, o bana, burası oturmamış gibi yorumlar yapar, ben de bazen aylarca düzeltmek için uğraşırım.


      Tagore'un yanısıra T.S. Eliot'un Kokteyl Parti ve Four Quartet adlı şiirlerinden bazı bölümleri de Türkçe'ye çevirdim. Eliot, Dylan Thomas ile birlikte en sevdiğim yabancı şiirlerden.
      TAKALAR GEÇİYOR ALLI YEŞİLLİ

      Bülent Ecevit'in Takalar adlı şiiri de Modern Folk Üçlüsü tarafından bestelenmişti. Ecevit henüz DSP Genel Başkanı olduğu dönemde bu şiirini, Fuat Saka'nın "Lazutlar 2" albümünde yer alan "Alaca Katu Mota" parçasının müziği eşliğinde 'okumuştu'. Bu albümde Ecevit'in adı 'konuk sanatçı' olarak geçiyordu.

      İşte, özellikle 1970'li yıllarda dillerden düşmeyen şiir:



      takalar geçiyor allı yeşilli
      takalar geçiyor dümenleri lazlı
      takalar geçiyor en nazlı
      yelkenlilerden de güzel
      güvenli sularda işsiz dönenen
      gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi
      takalar geçiyor enginlere
      yamalı göğsünü gere gere
      takalar geçiyor yükle yürekle
      takalar geçiyor emekle dolu
      günlük güneşlik kıyılardan kopmuş
      denizlerde anadolu
      kıyılar kadın olmuş
      açılır gider erkeği
      takalar takalar
      toprağın denizde çarpan yüreği
      SAIYASETIN INISLI CIKISLI YOLLARINDA , KENDINCE DOGRU BILDIGI
      VE INANDIGI KAVRAMLARDAN VAZGECMEDEN BIR OMUR BOYU MUCADELESINI SURDURDU . FIKIRLERINI BENIMSEYEN YADA BENIMSEMEYEN , HATTA ONU NLA TABAN TABANA ZIT GORUSLERE SAHIP OLAN LAR DAHI . BULENT CEVT'IN TURK MILLETINE OLAN SEVDASINDAN VEDE UZUN POLITIK YASAMI SURECINDEKI DURUST LUGUNDEN SUPHE ETMEMISTIR. EN AZINDAN BEN BOYLE BIRINE HIC RASTLAMADIM .

      ALLAHTAN RAHMET DILERIM MEKANI CENNET OLSUN
      SAYGILARIMLA

      Baş sağlığı

      Anı sıyası ve dünya görüşünü paylaşmasakta O, yaşamı boyunca demokratik duruşuyla, bu ülkeye önemli hizmetlerde bulunmuş, saygın, nazik ve aydın bir devlet adamı idi. Türkiye'nin çıkarlarını savunmak için, önemli kararların altına imza atan Ecevit, ulusumuzun gönlünde çok saygın yere kavuşmuştur.O, Türk siyasetine, dürüstlük ve saygınlığı getirmiş, ilkeli bir siyaset adamıdır.

      Allah rahmet etsin, sevdikleri ve sevenlerine Allah uzun ömürler versin

      Saygılarımla.
      DOĞRULUK SONSUZLUĞUN GÜNEŞİDİR, NASIL OLSA DOĞAR.