Fatih Sultan Mehmed

      Fatih Sultan Mehmed

      Fatih Sultan Mehmed

      Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul'un Fatihi.

      Saltanatı: 1451-1481
      Babası: II. Murat Han - Annesi:Hatice Alime Hüma Hatun
      Doğumu: 30 Mart 1432 Vefatı: 3 Mayıs 1481

      Sultan Murat Han, oğlu şehzade Mehmet'i yalnız din ve fen ilimlerinde yüksek bir tahsil yaptırmak ve bir takım kültür dillerine (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) sahip olarak yetiştirmekle kalmadı. O, bu kudretli ve kabiliyetli şehzadeye tecrübeli devlet adamlarından ve büyük alimlerden müteşekkil yüksek bir muhiti, maddi-manevi bakımlardan devrin en üstün bir ordusunu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını yere seren rakipsiz ve sağlam bir devleti de miras bırakmıştı.

      Bununla beraber 21 yaşında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul'u fethetmek ve Hazret-i Peygamber'in "Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir." müjdesine mashar olmak istiyordu. Bu gaye ile askerî tarihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret haline getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan'da başlayan kuşatma, 22 Nisan'da Fatih'in donanmayı Beşiktaş'tan Haliç'e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453'te yapılan son taarruzla şehri alarak Ortaçağ'a son verdi.

      Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı'dan şehre giren Fatih Sultan Mehmet, doğruca Ayasofya'ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya'nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakıf eyledi.

      Fatih Sultan Mehmet bundan sonra, Osmanlı Devleti'ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet'i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı olmalıdır" diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu'da İsfendiyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak-Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Birçok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı toprakları Tuna'dan Fırat'a kadar yayıldı. Anadolu'da milli birlik tesis edildi.

      Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Mayıs 1481'de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı caminin bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.

      Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boyla, dolgun vücutlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp sanatından çok hoşlanır, yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım" sözü meşhurdur.

      Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Trabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yaya olarak bin bir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan'ın annesi, Sara Hatun; "Ey oğul! Bir Trabzon için bunca zahmet değer mi?" deyince, yüce Hakan; "Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur" cevabını verir.

      Fatih, büyük ilim, din, kültür ve sanat adamlarını etrafında toplayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul'u devrinde bu medeniyetin ve dünyanın en yüksek bir merkezi halime getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşemseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti'nin bütün temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde "yağla makine soğutmasını", havan topunun balistik hesap ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun bütün şehirleri cami, mescit, medrese ve sair eserlerle donatılmıştır.

      Bunu Böyle Bilesiniz

      Fatih Sultan Mehmet Han'ın namaz kılınmasına dikkat edilmesi hususunda Rum vilayetlerine gönderdiği ferman şöyledir: "Allahü teala, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser eylesin. Bu hükümde bildirmek istediğim husus şudur: Rum diyarındaki şehir ve kasabalarda ve buraların köylerinde yaşayan müslüman ahali, İslam dininin emir buyurduğu farzları yapıp, sünnetlerine riayet etmekte, Kelam-ı kadime ve Furkan-ı mecide yani Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere uymakta gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü tealanın "Namazı ikame ediniz:" emrini çiğneyip; "Namaz dinin direğidir. Onu dosdoğru kılan dinini ikame etmiş olur. Terk eden dinini yıkmış olur." hadis-i şerifine uymayıp, tuğyan yoluna sapanlar ve böylece mescit ve camileri viraneye ve harabeye döndürüp, fısk ve fücur, yani günah işlenen yerleri mamur ederler imiş. Bu ve buna benzer haberler bize ulaşıyor. Eğer bunlar doğru ise, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker eylemek üzerime vacip olduğundan, ileri gelen bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. O inceleyip takip edecek. Şöyle emir eyledim ki: "Her kim namazı terk ederse, dövülmek ve mali cezaya çarptırılarak ta'zir eylemek meşru olduğundan, İslam dininin emri gereği artık Rum diyarında namazını geçirenler tespit edilip, tamam haklarından gelinsin. Halka namaz kılmaları tenbih edilip, kılmayanlar hakarete uğratılıp teşhir edilsin. Hiç kimse ne olursa olsun bu icraata mani olmaya!.. Rum sancağı beyleri ve kadıları ve subaşıları ve bunların emrindeki diğer memurlar gönderdiğim vazifeliyle bu hususta elbirlik edip yardımcı olalar. Böylece İslamiyet'in yüce ahkâmı, emri ve yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tenbelliğe asla meydan verilmeye, Öyle ki, mescitler dolacak, medreseler mamur edilecek ve din-i İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece müslümanlar refah, huzur ve saadet içinde olup, Padişahın devam-ı devletine ve kudretinin artmasına duacı olacaklardır. Bunu böyle bilesiniz. Alamet-i şerifeme (tuğrama) itimat kılasınız."
      Adı Sanat İdi...

      Yıldırım Beyazid

      Yıldırım Beyazid

      Osmanlı sultanlarının dördüncüsü.

      Saltanatı: 1389-1402
      Babası:Murad-ı Hüdavendigar- Annesi: Gülçiçek Hatun
      Doğumu: 1360 Vefatı: 1403

      Sultan Murad-ı Hüdavendigar'ın oğlu olup, 1360 yılında Gülçiçek Hatun'dan doğdu. Küçük yaştan itibaren zamanın seçkin alimlerinden ilim öğrendi. Değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare derslerini gördü. 1381 yılında devlet idaresinde yetişmesi için Kütahya'ya vali tayin edildi. 1389'da haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi. Babası Sultan Murat, bu savaş sonunda bir Sırplı tarafından şehit edilince, devlet ileri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtına geçti.

      İlk olarak Sırbistan işlerini yoluna koyan Yıldırım Bayezid bu sırada kendisine karşı ittifak eden Anadolu Beylikleri üzerine yürüdü. Süratle hareket ederek Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyenoğulları, Menteşe ve Hamidoğulları beyliklerini ortadan kaldırdı (1390). Karamanoğulları beyliğini itaat altına aldı (1391). 1391'de İstanbul'u muhasara etti ve yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir cami yapılması ve yıllık verginin artırılması şartıyla anlaşma yaptı. 1392'de Kastamonu üzerine yürüyerek, Candaroğlu topraklarını ele geçirdi. 1394'te Selanik ve Yenişehir'i (Mora) alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk'a kadar ilerlediler.

      Yıldırım Bayezid'in 1395'te İstanbul'u ikinci defa muhasarası yeni bir haçlı ordusunun hareketine yol açtı. Bütün Avrupa milletlerinden meydana gelen haçlılar, Osmanlılara ait Niğbolu kalesini kuşatmışlardı. Adına yaraşır bir süratle gelen Sultan Bayezid haçlıları Niğbolu kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396). Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra padişaha karşı bir daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzadeler ve şövalyelere Yıldırım Bayezid Han şöyle diyordu:

      "Ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkanı sağlamış olursunuz. Zira ben, Allahü tealanın dinini yaymak ve O'nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim."

      Niğbolu zaferinden sonra Osmanlı akıncıları Macaristan içlerine kadar girerek pek çok ganimetlerle döndüler. 1397'de İstanbul'u üçüncü defa kuşatan Bayezid, Bizans'ın denizle bağlantısını kesmek için Anadolu Hisarı'nı inşa ettirdi.

      Yıldırım Bayezid'in 1398'de Karaman ve 1399'da Dulkadirli topraklarına girmesinden sonra topraklarını kaybeden Anadolu beyleri bu sırada Hindistan seferinden dönen Timur'a sığınarak, onu Osmanlı sultanına karşı kışkırttılar. Bu arada Timur'dan kaçan Karakoyunlu ve Cezayir beyleri de Yıldırım Bayezid'i Timur'a karşı tahrik ediyorlardı. Bu tahrikler ve Timur'un Osmanlılara ait Sivas'ı alması neticesinde iki büyük Türk hakanını Ankara'da karşı karşıya getirdi. Çubuk ovasında yapılan ve çok şiddetli geçen muharebe sonunda Osmanlı ordusu, mağlubiyete uğrarken, Yıldırım Bayezid de esir düştü (28 Temmuz 1402). Esaret zilletini çekemeyen Yıldırım Bayezid Han yedi ay sonra kederinden ve nefes darlığından kırk dört yaşında vefat etti (1403). Timur Han ölüm haberini alınca: "Yazık oldu, büyük bir mücahidi kaybettik." demekten kendini alamadı.

      Sultan Yıldırım Bayezid, çevik, atılgan, cesur, zamanın hadiselerini kavramış iyi bir kumandandı. Ani olaylar karşısında soğukkanlılığını muhafaza ederek karar verir ve ordusunu süratle istediği yere sevk ederdi. Adaleti çok meşhurdu. Alimlerin sohbetinde bulunur, onların Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini gönülden kabul ederdi. Evliyaya çok hürmette bulunurdu. Osmanlı topraklarının her tarafında cami, mescit, darüşşifa, medrese, imaret ve misafirhaneler yaptırdı. Ayrıca bütün bu imarethaneler için geniş vakıflar kurdurdu. Bursa'daki Ulucami yaptığı en önemli eseridir.

      Cemaate Gitmeyen...

      Yıldırım Bayezid Han'ın bir mahkemede şahitlik etmesi gerekiyordu. Padişah mahkemeye geldi ve herkes gibi o da ellerini önünde bağlayarak ayakta bekledi. Devrin Bursa kadısı Molla Şemsüddin Feranî, dik dik Padişah'ı süzdükten sonra şu hükmü verdi: "Senin şahitliğin geçersizdir. Zira, sen namazlarını cemaatle kılmıyorsun. Elinde imkan bulunduğu halde namazlarını cemaatle kılmayan biri, yalancı şahitlik edebilir demektir." Bu yüzden itham karşısında herkes Yıldırım Bayezid'in hiddetlenmesini bekliyordu. Fakat o boynunu büküp mahkemeyi terk etti. Bu olaydan sonra sarayın yanıbaşına bir cami yaptırdı. Namazlarını cemaatle kılmaya başladı.
      Adı Sanat İdi...

      Çelebi Mehmet

      Çelebi Mehmet

      Osmanlı padişahlarının beşincisi

      Saltanatı: 1413-1421
      Babası: Yıldırım Bayezid- Annesi: Devlet Hatun
      Doğumu: 1379 Vefatı: 26 Mayıs 1421

      Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu. Babası Sultan Yıldırım Bayezid Han, annesi Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı Devlet Hatun'dur. Küçüklüğünden itibaren devrin en yüksek alimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393'te devlet idaresinde tecrübe sahibi olmak üzere Amasya'ya sancak beyi tayin olundu.

      Çelebi Mehmet, Ankara savaşından sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için fetret devrinde (1402-1413) kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti. En son 1413'te Çamurlu mevkiinde, Musa Çelebi kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra, Edirne'de tahta çıktı. Böylece Osmanlı Devleti'ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmet, ilk olarak elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı.

      1414'te Anadolu üzerine yürüyerek Aydınoğlu Cüneyd beyin elinden Kayacık, Nif ve İzmir'i aldı. Karamanoğulları'na ait Konya'yı muhasara etti ise de İkinci Mehmet'in af dilemesi ve tabiiyetini arz etmesi üzerine barış yapıldı. Ancak Karamanoğlu'nun sözünde durmaması üzerine Sultan Mehmet, Şehri ikinci defa kuşatarak zaptetti (1415). Daha sonra yapılan antlaşmayla Konya'yı Karamanoğulları'na bırakan Sultan, Beypazarı, Sivrihisar, Akşehir, Yalvaç ve Beyşehir kalelerini ülkesine kattı.

      Bundan sonra, evvelce Musa Çelebi ile birleşerek kendisine karşı hareket eden ve vergisini de göndermeyen Eflak beyi Mirça üzerine yürüyen Sultan, onu Yer-Göğü'de mağlup etti. Mirça, üç yıllık vergisini ödediği gibi, oğlunu da rehin olarak bıraktı. Rumeli'den dönüşünde Candaroğulları üzerine yürüdü. Tosya, Çankırı ve Kalecik'i ele geçirdi. 1416 ve 1420'de ilk defa Tuna ırmağının kuzeyine geçerek Basarabya'ya girdi.

      devrinin en önemli iç hadisesi Şeyh Mahmut Bedrettin isyanıdır. İslam'a uymayan sapık fikirlerini halk arasında yayan Şeyh Bedrettin'in çıkardığı isyan kısa sürede Karaburun'dan Amasya'ya kadar yayıldı. Ancak ülkeye tek başına hakim olduğu günden beri Şeyh Bedrettin'in hareketlerini dikkatle takip eden Sultan, Şeyhin ve taraftarlarının başlattığı bu ayaklanmayı zamanında bastırmaya muvaffak oldu. Yakalanan Şeyh Bedrettin İslam alimlerinin fetvası üzerine idam edildi.

      Aynı yıl Rumeli'de taht mücadelesine giren ve Düzmece Mustafa olarak da bilinen kardeşi Mustafa Çelebi'yi yenilgiye uğrattı. Mustafa Çelebi kaçarak Bizans imparatoruna sığındı. Bu olaydan kısa bir müddet sonra Sultan, Edirne'de avlanırken rahatsızlandı ve çok geçmeden de 26 Mayıs 1421'de vefat etti. Naşı Bursa'ya getirilerek Yeşil Türbe'ye defnedildi.

      Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmet, sabırlı, azim ve irade sahibi, sözüne ve vaadine sadık, vakur bir hükümdar idi. Sekiz yıllık saltanatını Allhü tealanın dinine hizmet etmek ve yolunu yaymak için kuvvetli bir devlet kurmaya feda etti. Küçük ve büyük yirmi dört muharebede bulunarak kırka yakın yara aldı. İçte ve dışta daimi olarak din ve devlet düşmanlarıyla mücadele halinde iken yazdığı bir şiiri:

      "Cihan hasm olsa, Hakk'tan nusret iste!

      Erenlerden dua vü himmet iste!"

      beytiyle başlamaktadır.

      Çelebi Mehmet, memleketindeki refahtan diğer müslümanlara da pay vermek, Resul-i Ekrem'in mübarek komşularının dualarını almak için her sene onlara hediyeler gönderme adetini başlattı. Sürre alayı adı verilen bir heyetle gönderilen hediyeler, Mekke ve Medine'deki mübarek yerlerin tamir ve bakımı ile fakirlerin yiyecek ve giyecekleri için sarf edilirdi.

      Memleketin imarına büyük önem veren Sultan, Bursa'da Yeşil Türbe ile bir cami, medrese ve imaret, Edirne'de bir cami ve bedesten, Amasya'da da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır.
      Adı Sanat İdi...
      Osman Bey

      Osmanlı Devleti'nin kurucusu.

      Saltanatı: 1299-1326
      Babası: Ertuğrul Gazi -Annesi: Hayme Hatun
      Doğumu: 1258 Vefatı: 1326

      Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi Ertuğrul Gâzi'nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt'te doğdu. Küçük yaştan îtibâren İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, ayrıca mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. 1277'de Anadolu'nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faâliyetlerine katılan gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Şeyh Edebâlî'nin kızı ile evlendi. Babası Ertuğrul Gâzi'nin 1281'de vefatı üzerine bey seçilip idâreyi ele aldı.

      Osman Bey, Kayıların başına geçince Söğüt'ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gâzi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans'a karşı fetihlere girişti. 1285'te Kulaca Hisarı fethedildi. 1288'de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce'de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gâzi'nin kardeşi Saru Batu şehit oldu.

      Osmanlıların daha sonra Karacahisar, Taraklı ve Göynük'ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gâzi'yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostu, Harmankaya hâkimi Köse Mihal'in (ki daha sonra İslâmiyet'i kabûl ederek Mihal Gâzi adını almıştır.) haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osman Gâzi süratle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar'ı zaptetti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı.

      1299'da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gâzi istiklâlini îlân etti. 1301'de Yenişehir'i alarak İznik ve Bursa'nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

      1308'de İznik'in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylece İznik-İzmit karayolu Türklerin hâkimiyetine girmiş oldu. artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit'in zabtını ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa kuşatması, on seneden fazla sürdü. 1324'de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan'a devretti.

      Osman Gazi sâlih bir müslüman olup, İslam ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünyanın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devlet teşkîlâtının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı. Ömrü, Rum kâfirleri ile savaşmakla ve İslâmiyet'i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey'e gönderdiği vasiyetnâmesi, İslâmiyet'e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına da gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir.

      Osman Gâzi'nin, Oğlu Orhan Gâzi'ye Nasihatı

      "Oğul! Din işlerini her şeyden evvel ele alıp, yürütmek gayret ve esasını daima göz önünde bulundur ve bu esası sakın gevşekliğe uğratma. Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur.

      Din gayretine sahip olmayan, sefahate düşkün olan, tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zira, yaratanından korkmayan bir kimse, yarattıklarından da çekinmez.

      Zulümden ve hangisi olursa olsun bid'atten, yani İslâmiyet'e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid'ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa sürüklemesinler.

      Allahü teâlânın rızası için, devlet hizmetinde ömrünü tüketen devlet adamlarını daima gözet. Böyle kıymetli kimselerin vefatından sonra, aile efradını koru, ihtiyacı olanların da ihtiyacını karşıla, tebeandan hiç kimsenin malına mülküne dokunma. Hak sahiplerine hakkını ver, layık olanlara ihsan ve ikramlarda bulun ve ailelerini de gözet. Özellikle, devletin ruhu mesabesinde olan ve en büyük dayanağı bulunan asker taifesini güzelce idare edip rahatlarını temin eyle.

      Devletin bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakiki alimleri ve fazilet sahiplerini, edip ve yazarlarını, sanat erbabını gözetip koru. Onlara hürmet, ihsan ve ikramda bulun. Bir ülkede, olgun bir alimin, bir arifin, bir velinin bulunduğunu duyarsan, uygun ve layık bir usul ve ifade ile onu memlekete getirt. Onlara her türlü imkanı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince alim ve arifler, bilginler memleketinde çoğalsın. Din ve devlet işleri nizama oturup ilerlesin.

      Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakiki alim ve ariflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim halimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misali, hiç layık olmadığım halde buraya geldim ve Allahü tealanın nice ihsanlarına ve inayetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizamı uygula. Muhammed aleyhisselâmın dinini, bu yüce dinin mensuplarını ve itaat eden diğer tebeanı himaye eyle! Allahü teâlânın hakkını ve kullarının hakkını gözet. Dinimizin tayin ettiği beytülmaldeki gelirin ile kanaat eyle! Devletin zaruri ihtiyaçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tembih eyle. Daima adalet ve insaf üzerine bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman Allahü teâlânın yardımına sığın! Tebeanı, düşmanların ve zalimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muamelede bulunma. Daima halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönüllerini kazanmayı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet bil! Tebeanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle!"

      Osman Bey'in Rüyası

      Bizans'ın hakimiyetindeki batı Anadolu sihat diyarı olduğundan, bölgede gaza niyetiyle pek çok kumandan, mücahit derviş ve herbiri gönül sultanı şeyh ve alim bulunuyordu. Osman Gazi, Anadolu'nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebali'nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebali hazretlerinin dergahında misafir olduğu bir gün acaip bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebali'nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir çınar ağacının bitip, alemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebali O'na; "Müjde ey Osman! Hak teala sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım Mal Hatun da sana eş olacak." deyip rüyasını tabir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun ile evlendi. Bu izivaçtan Orhan Gazi doğdu. Orhan Gazi'nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gazi de vefat etti (1281). Bazı kaynaklarda Edebali'nin kızının adı Bala Hatun olarak geçmekte ve Mal Hatun'un Ömer Bey'in kızı olduğu yazılmaktadır
      Adı Sanat İdi...
      Osmanlı padişahlarının altıncısı

      Saltanatı: 1421-1451
      Babası:Çelebi Mehmet Han - Annesi: Emine Hatun
      Doğumu: 1404 Vefatı: 3 Şubat 1451

      1404 senesinde Amasya'da doğdu. Küçüklüğünden itibaren devrin en büyük alimlerinden dersler alarak yetişti. 1415 yılında idari ve askeri bilgileri öğrenip tecrübe kazanması ve devlet yönetimine hazırlanması gayesiyle Amasya sancakbeyliğine gönderildi. Bu görevde iken 1420'de vezir-i azam Bayezid Paşa ile birlikte Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastırdı. Babasının 1421'de vefatı üzerine 25 Haziran 1421'de Bursa'da tahta çıktı.

      Murat Han'ın ilk yılları isyanları bastırmakla geçti. Bizans imparatoru Manuel'in tahriki ile amcası Mustafa (düzmece) Çelebi saltanatını ilan etti. Yine Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşoğulları da Osmanlı tabiiyetini tanımayarak ayaklandılar. Murat Han, amcasının kuvvetlerini Ulubat çayı kenarında bozguna uğrattıktan ve kendisini de yakalatıp öldürttükten sonra İstanbul'u kuşattı. Ancak bu defa da Karamanoğullarının teşviki ile kardeşi küçük Mustafa Çelebi'nin isyanı ile karşılaştı. O'nun İznik'i alarak, Bursa üzerine yürümesi ile İstanbul kuşatmasını kaldıran Murat Han, 1423'te İznik'i geri alarak kardeşini idam ettirdi. Sonra da süratle harekete geçerek Anadolu beyliklerini itaat altına aldı. 29 Mart 1430'da Venediklilerden Selanik kalesini zaptetti. Fetihten sonra yeni muhacirlerle iskan edilen şehir, çok geçmeden bir Türk-müslüman şehri hüviyetini aldı.

      1432'de Osmanlı aleyhine Karamanoğulları, Macaristan krallığı ve Sırp despotu anlaştılar. İki ateş arasında kalmak istemeyen Murat Han, Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa'yı Macarlar üzerine gönderdi. Bu kuvvetler Macarları Tuna Nehri kenarında perişan ettiler. Bundan sonra Karamanoğulları üzerine yürüyen Sultan, Konya ve Seydişehir'i aldı. İbrahim Bey'in özür dilemesi üzerine sulh yapıldı.

      Murat Han, 1437'de büyük biri kuvvetle Tuna'yı geçerek Transilvanya'ya girdi. Zibin şehrine kadar pek çok kale fethedildi. 1439'de Belgrad kalesi muhasara altına alındı ise de bir netice elde edilemedi.

      1444'te Macarlarla yapılan Segedin antlaşmasından sonra, saltanatı, geleceğin Fatih'i oğlu Mehmet'e terkeden Murat Han, Manisa'ya çekildi. Fakat bu taht değişikliğinden istifade eden Avrupalılar, Türkleri Rumeli'den çıkarmak için yeni bir haçlı ittfakına giriştiler. Bunun üzerine tekrar ordusunun başına geçen Murat Han, Bizans İmparatorluğu ile Macar, Leh, İtalyan, Çek, Litvanya, Hırvat, Fransız, Alman ve Venediklilerin katıldığı bir büyük haçlı ordusunu Varna'da ağır bir yenilgiye uğrattı. 1448'de Kosova'da haçlıları ikinci defa bozguna uğratarak Osmanlıların bu topraklardan atılamıyacağını gösterdi. Murat Han 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü vefat etti.

      İnce ruhlu, hassas lütufkar, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muharebe hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murat Han İslamiyet'in yayılması için her şeyini fedaya hazırdı. Bu halini Varna fetihnamesindeki sözleri açık olarak göstermektedir.

      "Bizler Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerine getirebilmek için bütün günlerimizi, senelerimizi, İslam dinine hizmete, Allahü tealanın bize emaneti olan insanları ruh, düşünce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık. İnsanlığın dünyevi ve uhrevi huzur ve saadeti, yalnız İslam dinine uymakla tahakkuk edebileceğinden, biz de bütün ömrümüzü, her şeyimizi Muhammet aleyhisselamın dininin sancağını yüceltmeye, O'nun dinini bütün insanlara ulaştırmaya gayret ettik. Dünyada yegane gayemiz ve maksadımız halisane olarak budur..."

      İmar işlerine de ehemmiyet veren II. Murat Han, çok eser bıraktığı için Ebü'l-Hayrat diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde yolcular için imaret ve ulema için medreseler yaptırdı. Bu faaliyetler neticesinde doğudan pek çok alim ve sanat erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır.
      Adı Sanat İdi...

      Genç Osman

      Osman (Genç Osman)

      Osmanlı sultanlarının onaltıncısı ve İslam halifelerinin seksenbirincisi.

      Saltanatı: 1618-1622
      Babası: I. Ahmed Han - Annesi Mahfiruz Hadice Sultan
      Doğumu: 3 Kasım 1604 Şehit edilmesi:20 Mayıs 1622

      1604 senesinde İstanbul'da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve matematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası I. Mustafa'nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultanı oldu.

      İkinci Osman'ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzalanarak harbe son verildi. Böylece doğu sınırını emniyet altına alan genç Osmanlı sultanının hedefi memleketi 1617'den beri uğraştıran Lehistan meselesini halletmekti. Bu sırada Boğdan voyvodası Gratiani de Osmanlı'ya karşı cephe almıştı. İhaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan'a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi beylerbeyi olan İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla nehrini geçerken imha etti. Düşmen ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahire ganimet olarak alındı.

      Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan'ı ele geçirip, Baltık denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas okyanusuna geçip Avrupa hristiyanlığını, hem Akdeniz, hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs 1621'de Cuma namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621'de Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. Ancak 35 gün devam eden muharebelerde kale birkaç defa düşmek durumuna geldi ise de yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamları arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirza ile Kırım hanının oğlu Nurettin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Neticede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan'la barış yapılarak geri dönüldü.

      Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak ,yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray harem ve ilmiye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çekimser davranıyordu. Nitekim Padişah'ın hacca gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Öncelikle Padişah'ın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede Sultan Osman Han'ın hal'i ve Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.

      İsyan sırasında Sultan Osman'ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Cami'ye götürerek orada hapsettiler. Genç Padişah'ın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı ağlayarak; "Dün sabah padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler" diyerek yalvardı ise de, bu sizlerin caniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı.

      Daha sonra Yedikule'ye getirilen II. Osman Han'a karşı vezir-i azam Davut Paşa'nın tertibiyle on bir cellat saldırdı. Genç Osman, güçlü kuvvetli olduğundan bunlarla uzun müddet boğuştu ise de, içlerinden birisinin omzuna vurduğu bir balta darbesi ile yere yıkıldı ve boğularak şehit edildi (20 Mayıs 1622).

      Sultan II. Osman Han, heybetli, yüksek himmet sahibi, yiğit, fevkalade iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta pek mahir bir padişah idi. Şecaat ve binicilikte akranı pek az olup, güzel tavırlı idi. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sadık bir yakınına malik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştır. Zira yapmayı düşündükleri uzun zaman isteyen ve ancak yetişmiş bir kadro ile mümkün olabilirdi. Sultan Genç Osman dini ilimler yanında fenni ilimleri de tahsil etmişti. Ayrıca Farisî mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı divanı vardır
      Adı Sanat İdi...
      Orhan Bey

      Osmanlı padişahlarının ikincisi.


      Saltanatı: 1326-1360
      Babası: Osman Bey - Annesi: Mal Hatun
      Doğumu: 1281 Vefatı: 1360

      Sultan Osman Gazi'nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gazi'nin vefat ettiği 1281 senesinde Söğüt'te doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir disiplin ve intizam ile istikbalin beyi olacak şekilde yetiştirildi. Şeyh Edebali ve Dursun Fakih gibi alimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Gençliğinden itibaren Bizans tekfurlarıyla olan gazalara katıldı. Kumandanlık ve devlet idaresi konularında bilgi ve tecrübe kazandı. Babasının yaşlılığı dolayısıyla 1324'ten itibaren devlet idaresinin başına geçti. Osman Gazi, onu Bursa'nın fethiyle görevlendirdi.

      Orhan Bey'in 1326'da Bursa'yı fethi sırasında Osman Gazi vefat etti. Babasının naşını Bursa'da Gümüşlü Kümbet'e naklettikten sonra Osmanlı Devleti'nin ikinci sultanı olarak tahta geçti ve devlet merkezini Yenişehir'den Bursa'ya nakletti.

      Bundan sonra fetih ve gaza hareketlerine hız veren Orhan Gazi, 1329'da Bizans kuvvetlerini Pelakanon'da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra 1330'da İznik'i aldı. Devletin geçici merkezi haline getirilen İznik şehri imar edilerek, İslamî eserlerle süslendi. Orhan Gazi, İznik'in en büyük kilisesini camiye çevirerek burada Cuma namazı kıldı.

      Fetih hareketlerine devam eden Orhan Gazi, 1331'de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını, 1333'de Gemlik, 1336'da Kirmastı, Mihaliç ve Ulubat kasabalarını zaptetti. 1337'de İzmit'in fethi ile Kocaeli yarımadasının tamamı Osmanlıların eline geçti.

      1353'te Bizans'taki iç karışıklıklardan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu'da Çimbe kalesine sahip oldu. Bu, Osmanlıların Rumeli'ye geçerek bölgeyi tanımaları ve gelecekteki fetihleri bakımından önemli rol oynadı. Nitekim oğlu Süleyman Paşa'yı Rumeli'deki kuvvetlerin başına tayin eden Orhan Gazi, Bolayır'dan Tekirdağ'a kadar olan bölgeyi fethettirdi.

      Diğer taraftan Anadolu'da da birliği sağlama çalışmalarına hız veren Orhan Gazi; Karesioğullarından 1345'te Balıkesir'i, 1350'de ise Bergama ve Edremit'i, Eretna beyliğinden de 1354'te Ankara'yı aldı.

      Orhan Gazi, büyük oğlu Süleyman Paşa'nın 1359'da bir av sırasında attan düşerek vefat etmesi üzerine üzüntüsünden hastalandı ve 1360 yılında vefat etti. Bursa'daki Gümüşlü Kümbet'e defnedildi. Yerine oğlu I. Murat geçti.

      Şahsiyeti nesillere örnek mahiyette olan Orhan Gazi, halim-selim olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebeasını kendisinden fazla korurdu. Çok adildi. "Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa geciken adalet zulümdür." buyururdu. Orhan Gazi'nin İslam ahlakına hayran olup, adaletine gıpta eden hıristiyanlar kendi soyundan ve dininden hanedanların yerine, Osmanlı idaresini tercih ederlerdi.

      Orhan Gazi devrinde fethedilen beldeler ilmî, mimarî ve sosyal tesislerle süslendi. İznik fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik'te yaptırdığı imaretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gazilere aş dağıttı. Ahalisinden müslim ve gayr-i müslim hiç kimsenin aç kalmamasına gayret etti.

      Cihattan vazgeçmez ve emri altındakileri devamlı Allahü tealanın dinini yaymaya teşvik ederdi. Oğlu Murat Gazi'ye "Oğul! Cennet mekan babam Osman Gazi Han bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah'ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlı'ya iki kıta üzerine hükmetmek yetmez. Zira İ'la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet'i yaymak) azmi iki kıtaya sığmayacak yüce bir azimdir." diyerek son vasiyetini yapmıştır.

      tesekkürler...
      Adı Sanat İdi...