Bodollu'nun Güzide İnsanlarının Buluşma Noktası

      ŞUTA HALA

      Asıl adı Şefika idi… Köydeki herkes kendisine Şuta Hala diye hitap ederlerdi. Bundan 3 sene kadar önce vefat eden Şuta Hala Parmaksız’dan Şuta’lardan idi. Göçkenli’den Mebulilerin Süleyman Dayı’nın hanımı idi. Ömrü dağlarda ve yaylalarda çobanlıkla geçmiş birçilekeş kadındı. Bodollulu olup ta onunla ilgili anısı olmayan çok az insan vardır. İlkokul 1. sınıfın tatilinde köye ilk gidişimde Cağalver’e çıktığımda tanıdım kendisini. Kocası ile dağcılık yaoardı. Bazen kendisi bazen kocası köye gidince çobanlık yapmak da evin işini yapmak da diğerine kalırdı. Benim köye gidişimden birkaç sene sonra yanında artık bir tane de torunu vardı. Şu anda Amerika’da yaşayan Süleyman Şahin (Lakabı Toto idi) ebesinin yanında çobanlığa başlamıştı.
      Cağalver’den onunla ilgili birçok anım vardır ama 2 tanesini hiç unutmadım. Sizlerle bu anılarımı paylaşmak isterim.

      Bir sene köye gittiğimde (Sanırım ortaokulun ilk yılarlı idi) Şuta Hala’nın Aslan (Ben öyle hatırlıyorum) adında bir öküzü vardı. 2 Yaşlarındaki bu öküz oldukça güzel bir hayvandı. Şuta Hala da doğrusu bu öküze iyi bakmıştı. Bir gün çobana gitmek için sabahın köründe ahırdan seğerleri çıkarıyordum..Bu sırada Şuta Hala da seğerlerini bırakmış. Sığırları bizim kapının önünden geçerken bizim Yıldız adındaki seğerimizle çatacak gibi kafa kafaya geldiler. Öküz ile seğerin çatacağını düşünmediğimiz için müdahale etmemiştik. Ancak biraz sonra ikisinin de gözleri dönmeye başlayınca oyun oynamadıklarını anladık ama ne ben ne ebem Fevziye ne de Şuta Hala müdahale etmedik. Sonucu merak ediyorduk. Ben Yıldız’ın kazanacağına inanıyordum çünkü o güne kadar Cağalver’de yenen bir tene seğer yoktu. Babaannem de sonucu merak ediyor olmalı idi ki o da kapının önünde durmuş ne olacağını seyrediyorduk. Şuta Hala ise hem gülüyor hem de söyleniyordu. “Esevaspa ! Seğere bak seğere. Gure okuze kafa koymiş. Kurbağa da bacağini germiş ki bağa nal vurun” diye söyleniyordu. Derken birden birbirlerine daldılar. Kapının önündeki küçük düzde şiddetle çatmaya başladılar. Henüz 1 dakika bile geçmemişti ki bizim Yıldız Aslan’ı kapımızın önündeki ocaklığa bastı. Az kaldi Aslan’ın bacakları kırılıp zay olacaktı. Aslan acıdan bogururken Şuta Hala da Yıldız’a bakarak bağırıyordu. “Esevaspa! Fevyiye pucek ama seğeri onden de pucek!”
      Rahmetli ebem ve ben gülerken meğer baştan beri evinin önünden bizi seyretmekte olan Haşimlerin Mustafa’nın karısı Sarbiye Hala önce bir nağara patlattı Yıldızı kastederek sonra seslendi; “Yaşa Fevziye. Yediklerin helal olsun”. O sene Cağalver’de bu olayı çok konuşmuştuk.

      Unutmadığım diğer olay ise Şuta Hala’nın torunu Süleyman ile ilgili olan bir olaydır.
      Şuta Hala sütü makineye koymuş ve su getirmek için kukma ile suya gitmiş ama ne olduysa biraz gecikmiş. Bu sırada makinedeki süt de ha bitti ha bitecek. Su yetişecek ki en son makineye biraz su konsun ve makine de bu arada yıkansın. Süleyman hem makineyi çeviriyor hem de makinenin sesini taklit ederek bağırıyor; “Maaar maaaaaaar! Şuta Ana süt bittiiii! Maaaar maaaaaaar! Şuta Ana süt bittiiiiiiiiiiiiiii !”

      Allah nur içinde yatırsın. Ne Şuta Ebe kaldı ne Cağalver’deki evi. Evler yıkılabilir. İnsanlar da ölebilir ama onların anıları bizimle yaşar. Eğer bu anları yazarsak bizler ölsek de bu anlar yaşar. Şuta Halayı da Süleyman Dayı’yı da Fevziye Ebe’yi de yaşatmak için anılarımızı yazalım.

      Son bir not daha: Süleyman Kardeş; Hala Maaar Maaaaaar! Şuta Ana süt bitti! Der misin? Ya da o günler aklına gelir mi?
      Selam olsun o günlere de o güzel insanlara da…
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Degerli sakir abim once selamlar insallah ankaranin vaziyeti durumu berkemal iyi hikaye guzeleski zamanlardan yasanan guzel anilar yanliz suta derken acaba bana tas mi atiyorsun merak ettum .parmaksuzde cok onceleri babam bile hatirllamazdi suta nedir diye sordugumda eskiden bizim kabileye gelen kucucuk fakat cok guzel mini mini bir gelinmis o kadar guzelmiski herkes ona susuka susuka dermis,emin deyilim ama zannedersem tepan koyunden gelmis.susuka susuka derken sonra kisaca suta demisler suta kalmis oylece isim amabizim sulale ismi asil caggerogludur.gocgenlideki sefika ebem yani dedemin bacisi babamin halasidir.diyer bir bacisi mezdap koyune biride venekterede veicor eski adi oraya evlidir.hepsine allahin rahmeti eylesin.mekanlari cennet olsun.
      Eski ama aklıma geldikçe hala beni hüzünlendiren bir hikaye...,

      ---------

      İlkokul 3. sınıfın tatilinde köye gittiğimde ebemim henüz 3-4 aylık bir açalı kesmeyip sakladığını gördüm. Adını bile koymamıştı. Adını da ben koydum. BULUT
      Tüm vücudu simsiyah idi ama altının tam ortasında muska (hamayil) gibi beyaz bir yer vardı. O artık çobanlığımın eğlencesi idi. Diğerleri otlarken ben onun için çalıların dibinden ısır topluyordum. Otların en tazesini ona taşıyordum. O kadar alışmıştı ki yanımdan bir dakika bile ayrılmıyordu. Oturduğumda yanıma geliyor kodoşları ile yavaşça vurarak kaldırmaya çalışıyordu. Kalkıp ona ısır toplamamı bekliyordu. Nahiyeye indiğimde babamın harçlık diye cebime koyduğu 3-5 kuruş ile ona kuru üzüm, süt tozu alıyordum. Hatta ebemden gizlice aşırdığım Erzurum kesme şekerini de ona yediriyordum.
      Yaz bitti ve ben Ankara'ya döndüm. Bir yıl süren okul döneminden sonra köye döndüğümde o kocaman olmuştu. Ama beni hala unutmamıştı. Hala bir dakika olsun oturmama müsaade etmiyordu. Arada bir saklandığımda beni bir arayışı vardır ki anlatamam.
      İşte o yeni yaşına girdiğinin ilk günlerinde bir gün Cağalver'e 3 kişi geldi. Üçü de rahmetli olan Rahmetli Hüseyin Amcam, Halamın kocası Şevki Dayım ve sitemizin de üyesi olan Maksut'un babası Dursun Ali Dayım.
      Akşam yemeğinden sonra benden habersizce bir şeyler konuştular. Ne konuştuklarını anlamıyordum ama Bulut'tan bahsettiklerini duymuştum.
      Sabah olduğunda farklı bir şeyler olmuştu.
      Bizim ahırdan Bulut ile birlikte bizim dugemiz Gündüz ve halamın dugesi Zeytin, Maksutların kaldığı evin ahırından ise Kınalı isimli dugeyi çıkardılar. Dışarı çıkardıkları hayvanların bağları boynundaydı. Oysa bu olacak bir şey değildi. Ben ne olduğunu anlamamıştım.
      Ebem ise bugün çobana Dereye ineceğimizi söylüyordu. O zaman neden ayırdıkları hayvanları Vanagın başından yukarı doğru sürüyorlardı? Anlamıştım! Bunları Çayeli'ne satmaya götürüyorlardı.
      Hemen koşmaya başladım ve Bulut'un boynundaki ipe yapıştım.
      "Bulut'u nereye götürüyorsunuz?" diye bağırdım. Amcamın gözlerinin içine bakıyordum. Amcam ise gözlerini gözlerimden kaçırmaya çalışıyordu.
      "Para lazım" dedi sessizce.
      "Para lazımsa gurbete git" dedim kızgınlıkla.
      "Gurbete gitmek için para lazım" dedi.
      "O zaman Artengül'ü satın. O daha çok para eder" dedim.
      "Süt lazım, yağ lazım, peynir, minci lazım. Artengül olmazsa bunlar olmaz" dedi.
      "Olmasın!" dedim, ama ağlamaya başlamıştım.
      Baktım ki beni dinleyen yok ve kararlarını vermişler Bulut'un boynundaki ipi bırakarak evlerin olduğu yerden aşağı dereye doğru koşmaya başladım. Ankara’ya dönecektim. Artık çobanlık da yapmayacaktım. O kadar hızlı koşuyordum ki arkamdan yetişmeleri mümkün değildi. Eyertiliğin yokuşunu indiğimde durdum. Arkamdan gelen yoktu. Oturdum ve tekrar ağlamaya başladım.
      Yarım saat sonra seğerlerin çinlak seslerini duydum. Ebem ve 1-2 kişi daha seğerlerle birlikte dereye doğru iniyorlardı.
      O senenin tatili benim için bitmek bilmedi. Eskisi kadar çobana da gitmedim. Ebemin yalvarmalarına dayanamadığımda çobana gittim ama sabah kalkar kalkmaz azığımı hazırlayıp derelere iniyordum.

      03.06.2007
      ANKARA
      Şakir AKSU
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Cağalver’den bir balık avı anısı

      Bugün eski hikayelere daldım yine...
      Ey gidi çocukluğum. Fazla nostalji mi yapıyıoruz ne...

      **********

      Seneyi tam hatırlamıyorum ama zannederim 1969 yazı olsa gerek. Kardeşimin köye ilk geldiği yıl. Kendisini köye alıştırmaya çalışıyorum ama mübarek öyle bir hava var ki neredeyse her gün yağmur yağıyor. Havanın açılık olduğu bir günü bekleyip Haşimlerin Süleyman Şahin, ben ve kardeşim Cağalver'e balığa gittik. Kuşluk vaktini geçmeden yola çıktık. Dereye vardığımızda hemen balık tutmaya başladık. Bizde 2 tane huçka vardı. Biri Süleyman'da biri de ben de idi. Süleyman ile göl kapa kapa Zuğa Irmağına doğru gidiyoruz. Göl kapma sevdasından doğru dürüst balık da tutamıyoruz. Bu arada ben de arasıra huçkayı kardeşime veriyorum ve hangi gölün neresine atacağını, misinayı nasıl kontrol edeceğini, balığı nasıl çekeceğini tarif ediyorum.
      Bu şeklide Perhel ırmağına kadar geldik. Amacım Perhel Irmağı girişindeki Köklü Göl dediğimiz ve ağaçların kökleri ile kapanmış göle kardeşimin olta atmasını sağlamak. Çünkü o gölde her gittiğimde mutlaka bir tane balık tutmuştum.
      Göle 50 metre kadar yaklaşmıştık ki Süleyman birden koşarak göle doğru gitti. O da bizden haşlaktı. Biz de çeyirliğe oturup kendisini uzaktan seyretmeye başladık. Süleyman gölü kapatan önündeki kayanın üzerine çıkmış ve oltayı atmıştı. Bu sırada biz de kardeşimle sohbete başlamıştık.
      Bu sırada Süleyman’ın elindeki huçkayı atıp bağırarak bize doğru koşmaya başladı. Hem durmadan "Kodi, kodi, kodi" diye bağırıyor hem de ellerini vücudunun etrafında sallıyordu. Yanımıza geldiğinde anladık. Süleyman gölün üzerindeki kayanın yarığına yuva yapmış PUCEK PUNİNE düşmüştü.
      Neyse elimize geçirdiğimiz bişelerle Süleyman’ı arılardan kurtardık. Bu arada kendisine en az 10-15 tane arı kic koymuştu.
      Bu saatten sonra yapılacak bir şey yoktu. Geri döndük ve Cağalver’e çıkmaya karar verdik. O gece Cağalver'de kaldık. Ertesi gün Tepelere, Salluğun Suyuna, Ardine gittik ve ebeme çobanlık yaptık. Süleyman'ı her gördüğümüzde ise gülüyorduk. Kocaman kafası arıların kicinden daha da büyümüştü. O iri burnu ise olduğunun 2 katına çıkmıştı. Yüzünün her tarafı şişmiş ve yemyeşil gözleri neredeyse şişen gözlerinden görünmüyordu.
      Ertesi gün de yine dağlarda gezdik ve 3. gün geri dönmeye karar verdik. Yine balık tutacaktık. Cağalver Deresi bitip de Dinle'ye geldiğimizde Zuğa Irmağına yöneldik. Perhel Irmağına geldiğimizde Süleyman gene Köklü Göle doğru koşmaya başladı. Biz bu sefer Fikret Dayının evinin önündeki çeyirliğe oturduk ve kendisini beklemeye başladık. Aradan daha 5 dakika geçmemişti ki Süleyman'ın bağırmalarını duyduk. Kendisini görmüyorduk ama sesini duyuyorduk.
      Süleyman yine 3 gün önceki gibi bağırıyordu.
      "Kodi, kodi, kodi, kodi......."

      Hayatımda o gün güldüğümüz kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Süleyman 3 gün sonra yine aynı PUCEK PUNİNE düşmüştü.

      27.02.2007
      ANKARA
      Şakir AKSU
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      bir samistal yaylası gezisinde hasan abiyle nizm dayiyi ziyaret etmiştik palovit yaylasında .mekani cennet olsun bir resimde mehmet okumuş amcam.sizlerle paylaşmak istedim.
      Resimler
      • Görüntü008.jpg

        338.43 kB, 0×0, 603 defa görüntülendi
      • Görüntü010.jpg

        317.84 kB, 0×0, 223 defa görüntülendi
      • Görüntü009.jpg

        322.17 kB, 0×0, 204 defa görüntülendi
      Ola Abbas!
      Seni yaratan Allah'tu. Emicem ile Halamun da bikuçuk katkisi olmuştur helbe :D:D:D

      Hüseyin Amcama rahmet, halama da uzun ve sağlıklı ömür diliyorum...

      Bişe soreyim Abbas. Bodolliden kalanlar mı daha fazla yoksa gidenler mi?
      Gidenelrden ve kalanlardan sadece aynı dönemde yaşama fırssatı bulabildiklerini sordum.
      Eğer kalanlar fazla ise ömrünün yarısını henüz geçmedun. Eğer gidenler fazla ise hurcunu hazırlamaya başla. Bir ayağun çukurda demektir :D:D:D
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...