Milli Egemenlik

      Milli Egemenlik

      Milli Egemenlik


      ATATÜRK DİYOR Kİ!
      Millî Egemenlik (Millî Hakimiyet)
      Egemenlik, hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez. 1922 (Nutuk II, S. 700)
      Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat'î mânasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir.
      Bir insan, belki kendi arzusiyle şahsî hürriyetini yok etmek ister, fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı, bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez.
      Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. 1923 (Atatürk'ün S.D. I, S. 298)
      Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 95)
      Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 58)
      Kuvvet birdir ve o milletindir. 1937 (Atatürk'ün K.A.N., S. 41)
      Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmağa mahkûmdurlar. 1929 (Atatürk'ün B. N., S. 82-83)
      Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik... 1920 (Nutuk III, S. 1185)
      Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurtarmak için egemenliklerine kavuşturan büyük fikir akımları, köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D. I, S. 309)
      Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz.
      Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir. 1923 (Atatürk'ün S.D. I, S. 300)
      Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi kahredecektir. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 135)
      Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 76)
      Kendilerine bir milletin tahili bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zabt ve işgal etmek o memleketin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zabtolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki asırların getirdiği bir millî ruha, hiçbir kuvvet mukavemet edemez.
      Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmağa gücü yetecek kadar kuvvetli müstebitler artık dünya yüzünde kalmamıştır. 1924 (Atatürk'ün B.N., S. 81)
      Büyük Millet Meclisi Türk milletinin asırlar süren aramalarının özeti ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsalidir.
      Türk milleti mukadderatını Büyük Millet Meclisinin kifayetli ve vatanperver eline tevdi ettiği günden itibaren karanlıkları sıyırıp kaldırmış ve ümitle istikbale yönelmiştir.
      Yeni Türkiye Hükümetinin öz cevheri millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız ve şartsız hâkimiyetidir. (1923)
      Gerek askerlik, gerekse siyaset hayatımın bütün devir ve safhalarını dolduran mücadelelerimde daima hareket düsturum millî iradeye dayanarak milletin, vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. (1920)
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Milli egemenlik...

      Faşizim yüzünden bu yaşlı dünyamız 2 büyük savaş yaşadı ve gerisinde milyonlarca madur bıraktı,özellikle rusyanın,daha sonra savaşa katılan ABD nin Hitleri durdurması ( Rusya mı durdurdu kış mı durdurdu orası da şüpheli ya) faşizmin yükselmesine engel olurken bu sefer de dünyada Kominizm ve Kapitalizm sahne aldı.Yaklaşık bir asır halkını dünyaya kapayan dışa güçlü gözüken Kominist Rusya nın(SSCB) dağılmasıylada Yüzbinlerce Kominizm maduru malsız,mülksüz,işsiz,kimliksiz,tarihsiz bir şekilde ortada kaldı...Hani insanlar bazen tarihi bir konuyla ilgili "şu şöyle olsaydı şimdi ne olurduk"tartışması yaparlar ya,bunlardan en güncellerinden biri de "Enver paşanın planı tutsaydıda 1.Dünya Savaşı nı kazansaydık,süper güçlerden biride bizmi olurduk şimdi????"Bu sorunun cevabi tabiki hayır olacaktı.Süper güç olmak için artık çok güçlü silahlara sahip olman,veya iyi savaşıyor olman yeterli olmuyor,çok güçlü teknolojiye ve sanayiyede ihtiyacın var.Osmanlı bu iki değerden yoksun savaşı kazansa dahi süresini bıraz daha uzatırdı ama kaçınılmaz son yine gerçekleşirdi tahminim.Diğer taraftan o savaşta galip gelen taraf bizim katıldığımız gurup olsaydı kazanan biz olmayacaktık,kazanan Almanya,daha doğrusu Hitler dahada doğrusu Faşizm olacaktı..Faşizm olmadı Kominizm oldu..Kominizminde ömrü çok uzun sürmedi.Toparlarsak büyük insan Atatürk o zaman zarfında çok iyi gibi lanse edilen savunucularının çok güçlü devletler olmasınada karşı bu iki "izm" dende uzak kalarak ülkeyi hem düşmanlardan kurtarmada öncülük etmiş,bu iki "izm" dende ülkeyi uzak tuttuğu gibi elinde fırsat varken geçipte saltanatında başına oturmamış,ülkeyi gerçek sahibi millete teslim etmiştir,bizde buna "Milli Egemenlik" diyoruz..

      DİKTATÖRLÜK VE CİHANGİRLİK

      Diktatörlük hakkında
      6 Mayıs 1922 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturumunda Başkomutanlık Yasası'nın uzatılması görüşmelerinde, bir milletvekilinin, kendisine "Meclis'in hakkını elinden aldığı, elinden almak istediğini" söylemesi üzerine yaptığı konuşmadan:

      Efendiler, açık ifade edeceğim, beni bağışlayınız! Her birinizin olağanüstü yetki ile seçilmesine ve olağanüstü yetkiye sahip bir Meclis'in oluşmasına ve bu Meclis'in, memleketin yazgısına el koyan bir nitelik kazanmasına çalışan, benim! Bunda başarılı olmak için en yakın arkadaşlarımla fikir mücadelesi yaptım. Bütün yaşamımı, varlığımı, bütün şeref ve saygınlığımı tehlikeye attım. Bu sebeple bu, benim eserimdir. Ben eserimi küçültmek ile değil, yükseltmek ile görevliyim. Bu düşünceden sonra Meclis'in hakkını zorla almak sözünü, tamamen ret ve iade ederim. Böyle bir şey söz konusu değildir ve olamaz!
      1922 (Nutuk II, s. 655)

      Geniş yetkilerle Başkomutanlık verilişinden ve Sakarya Zaferi'nden sonra bir kısım milletvekillerinin endişe duyduğu ve Meclis'in dağıtılacağı kuşkusuna düştükleri, kendisine hatırlatıldığı zaman söylemiştir:

      Ben asla böyle bir şey düşünmedim ve düşünmem. Millet Meclisi'nde bana ne kadar karşı koyan ve itiraz eden olursa olsun o, büyük Türk milletinin temsilcisi oldukça benim basımdır. Şüphem yoktur ki, onlara iş ve hareketlerim ve onun sonuçları ile yapabildiğim ve yapabileceğim hizmetlerin değerini açıklayabileceğim. Bunu anlamakta Millet Meclisi kararsızlık gösterse bile asıl olan Türk milleti, yüksek sağduyusu ile bunu anlayacaktır. Bu taktirde sorunun çözümü benim kendime değil, tanıdığım Türk milletine yönelecektir; çünkü ben millet adamıyım, milletsever adamım. Onun sağduyusu dışında hareket eder adam durumuna düşmem. Biricik emelim, bütün vatanseverlerin, bütün devlet ve ordu başlarının başını millete bağlamaktır. Millet, lâyık olduğu büyük efendiliği bugün değilse yarın bütün anlam ve genişliği ile anlayacaktır; buna eminim. İşte o zaman, her millet bireyinin gerçek özellikleri millet tarafından belirtilecek ve belirlenecektir. Ben, o güne başarıyla yetişeceğimi ve milletten onun büyüklüğü ile orantılı ödülü alacağımı kuvvetle ümit ediyorum.
      1921 (Asım Us, G.D.D. s. 111-112)

      Ben isteseydim derhal askerî bir diktatörlük kurar ve memleketi öyle yönetmeye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için çağdaş bir devlet kurayım ve onu yaptım.
      (Yusuf Ziya Özer, T.T.K. Belleten.Cilt: 3, Sayı: 10, s. 287)

      1932 yılında toplanan I. Türk Tarih Kongresi'nin sonunda Marmara Köşkü"nde verilen çay'da, öğretmenlerden birinin Atatürk'e "Paşam! Birçok Avrupalı muharrirler yazdıklarında, eserlerinde sizi diktatör diye nitelendiriyorlar. Buna ne buyurursunuz?" sorusuna verdiği cevap:

      -Ben diktatör değilim ve heveslisi de olmadım. Benim diktatör olmadığıma şuradan karar veriniz, ben diktatör olsaydım siz bana bu soruyu soramazdınız!
      1932 (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s.116)

      Cumhuriyet Halk Partisi'nin ömür boyu başkanlığının teklif edilmesi nedeniyle söylediği söz:

      -Milletin sevgi ve güvenini kaybetmediğim sürece tekrar seçilirim; milletin oyu esastır.
      (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk'ün Hususiyetleri, 1965, s. 72)


      Demokrat Atatürk
      Kendisine "Atatürk!" diye söz yöneltilmesi üzerine söylemiştir:
      Kendisine yalnız adıyla hitap ettiren, benim kadar demokrat devlet başkanı biliyor musunuz?
      (M. Şükrü Akkaya, Ülkü Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 24, 1948, s. 5)

      Ömür boyu Cumhurbaşkanlığı teklifi söylentileri üzerine gazetecilere söyledikleri:

      Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim amacım Türkiye'de, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde millet egemenliğini sağlamlaştırmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi gerçekten inciten bir anlamda sayarım. Bu noktada şu veya bu yorumlara giden sözlerin anlamını, beni iyi tanımış olan Türk milleti benden daha iyi takdir eder.
      1930 (Cumhuriyet gazetesi, 26.9.1930)

      İzmir'de, halkla yaptığı bir toplantıda söylemiştir:

      Efendiler, ben şimdi burada hazırlanmış bir söylev verecek değilim .Amacım halkla, kardeşçe sohbet yapmaktır. Bu dakikadaki konuştuğunuz kimse, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan değildir; sade bir milletvekili ve sizi çok seven bir hemşeriniz Mustafa Kemal'dir.
      Busebeple benden neler öğrenmek istiyorsanız, serbest olarak sormanızı rica ederim.
      1923 (Atatürk'ün S.D., II, s. 84)

      Konya 'da esnaf ve tüccarlar tarafından düzenlenen ziyafette, bir tüccarın "Hükümetin, ticaretimizi geliştirmek için ne gibi düşüncelere sahip olduğunu" sorması üzerine verdiği cevap:

      -Evvelâ şunu söyleyim ki, bendeniz içinizde hükümet adına değil, meclis adına değil, ordu adına değil, sadece bir milletvekili gibi, belki de yalnız bir arkadaşımız, bir kardeşimiz gibi bulunuyorum. Onun için sorunuza hükümet adına cevap vermeye yetkim yoktur. Eğer sorunuzu 'Sen ne diyorsun? Senin ticaretimiz hakkındaki fikrin nedir?" diye sorsaydınız o zaman cevap vermekte sakınca görmezdim ve kabul ediyorum ki asıl amacınız da budur.
      1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 135-136)

      Dolmabahçe Sarayı'nda İstanbul halkı temsilcileriyle yaptığı konuşma sırasında söylemiştir:

      Artık bu saray, Allanın gölgelerinin değil, gölge olmayan, gerçek olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir bireyi, bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım.
      1927 (Atatürk'ün S.D. II, s.247)

      Kendisine "Büyük Atatürk! " diye söz yöneltilmesi üzerine söylediği söz:

      -îsmime böyle riyakâr kelimeleri karıştırmayınız.
      (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 117)

      Ben esasen saraylardan hoşlanmam. Devlet Başkanı olmak zorunluğuyla İstanbul'a geldiğim zaman, Dolmabahçe denilen soğuk bir yerde otururum. Ben orada rahatsız otururum. Ben bir evde oturmaktan, daha rahat ederim.
      (Hasan Cemil Çambel, Dünya gazetesi, 30. 8. 1952)

      Annesi için yaptırılan mermer sandukalı ve uzun yazıtlı kabrin fotoğrafını gördükten ve yazıtta "Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin valide-i muhteremeleri Zübeyde Hanımefendi'nin..." diye başlayan cümleyi okuduktan sonra Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a söyledikleri:

      -İlk fırsatta İzmir'e gidersin, bu sandukayı ve yazıtı kaldırtırsın; dağdan iki büyük ve uzun taş getirtirsin, birini olduğu gibi bir temel üzerine yerleştirir, diğerini baş tarafına diktirirsin ve bunun bir yerini biraz düzelttirerek "Atatürk'ün anası Zübeyde burada gömülüdür" diye yazdırırsın, altına da ölüm tarihini koydurursun, yeter!*
      (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk'ün Hususiyetleri, 1965, s. 10)

      Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar; evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü, ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine boyun eğdirendir. Ben, kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak yönetmek İsterim.
      1935 (Ayın Tarihi, Sayı: 19, 1935)

      Ben de yüz binlerce insanı yönettim; onları ölüme giden yola, seve seve yönelttim. Fakat bir tanesine kamçı kullanmadım.
      1923 (Latife Uşaklıgil, Tarih Dünyası,Sayı : 2, 1950)

      Ben diktatör değilim. Çünkü fikirlerimi ve düşüncelerimi zora dayanarak kabul ettirmeyi asla benimsemedim, arzulamadım ve uygulamadım. Ben yaşadığım zaman içinde milletimin hayrına, refahına ve maddî manevî mutluluk ve onuruna uygun gördüğüm önlemlerin alınmasına çalıştım. Hepsinin bileşkesi uygar ve ileri bir yaşamın
      yaratılması çabasıdır.
      (Hamdullah Suphi Tanrıöver'den naklen,Cemal Kutay, Mustafa Kemal'in Ufuktaki Manevî Mirasçısı ile Sohbet, s.2)


      Millete dayanma
      Benim yaşamımı inceleyenler görürler ki, ben Mısır fıravunları gibi kendime mezar yaptırmak için kırbaçlar altında insanları sürmedim. Ben, memlekette uygulamak istediğim herhangi bir fikri evvelâ kongreler toplayarak, onlarla konuşarak bu fikirleri onlardan aldığım yetkiye dayanarak uyguladım. İşte Erzurum, Sivas kongreleri, işte Büyük Millet Meclisi bunun en canlı ifadeleridir.
      1932 (Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s. 304)

      Kapıda duran nöbetçi bile benden korkmaz. İsterseniz kendisinden sorunuz. Korku üzerine egemenlik kurulamaz.Toplara dayanan egemenlik devamlı olmaz. Böyle bir egemenlik ve hattâ diktatörlük, ancak ihtilâl olursa geçici bir zaman için gerekli olur.
      1930 (Ayın Tarihi, II, 73, 1930)

      Benim her emrim yapılır; çünkü benden, yapılmayacak emirler çıkmaz.
      (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 17. 7. 1949)

      Benim kendi kuvvet ve kudretim, halkın bana gösterdiği inan ve güvenden oluşmaktadır. Bu güven devam ettikçe, ben de bu güvene lâyık olmaya hak kazanmakta devam edecek ve geleceğe bu karşılıklı güvenle hep beraber yürüyerek inşallah pek az zamanda millete refah ve mutluluk verecek olan büyük amacımıza ulaşacağız!
      1923 (Atatürk'ün S.D.11, s.163)


      Zorbalarla Mücadele
      Biz keyfî hareket etmeyiz. Zorba asla değiliz. Yaşamımız bütün çalışmamız, memleket işlerinde keyfî ve zorbaca hareket edenlere karşı mücadele ile geçmiştir. Bizim
      akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek belli özelliğimizdir.
      Bütün yaşamımızı dolduran olaylar, bu gerçeğin kanıtlarıdır. Memleket ve millet işlerinde kişilikleriyle, yaptıklarıyla, fikirleriyle zararlı olmak durumuna düşenlere karşı, zaman zaman karşı koyduğumuz olmuştur. Milleti gerçek iyileşme yolunda yürümekten alıkoymak isteyenlere sert ve amansız olmak eğilimindeyiz. Toplumsal düzenimizi, bilerek veya bilmeyerek, bozucu kimselere izin veremeyiz; bunlar doğrudur. Bizden bu konuda sessiz kalma ve tarafsızlık isteyenleri tatmin edemiyorsak, bunun sebebi, memleket ve millet çıkarlarını her şeyin üstünde gördüğümüzdür. 1925 (Atatürk'ün S.D.V, s. 211)


      Cihangirlik hakkında
      Efendiler, kendimizi cihanın egemeni sanmak dalgınlığı,artık hiçbir kafada yer bulmamalıdır. Gerçek durumu tanımaktaki dalgınlıkla, dalgınlara uymakla, zavallı milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir. Bile bile aynı acı olayı devam ettiremeyiz!
      1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 1.2.1930)

      Artık millet, yalnız bir şeyi için silâha sarılacaktır: Millî sınırlarımız içinde yaşamını, bağımsızlığını ve egemenliğini korumak için! Artık bizim saldırgan bir askerî siyasetimiz olmayacaktır. Cihangirlik sevdasında, savaşarak ülkeleri alma peşinde olmayacağız. O düşünüş biçimini izleme yüzünden en ağır cezaları hâlâ çekmekteyiz.
      1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 8.1.1930)

      İngiliz yazarı Armstrong'un "Bozkurt Mustafa Kemal" adlı kitabındaki görüşleri üzerine söylemiştir :

      Bu İngiliz subayı bana bir "cihangir" gözüyle bakıyor. Ben, "cihangir" değilim; olmak da istemem! Biz Türk ordusuyla "cihangirlik"e karşı koymuşuzdur.
      (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, T.T.K. Belleten, Cilt XX, Sayı : 80, s. 531-532)

      Prof. Dr. Utkan KOCATÜRK
      Resimler
      • ATATÜRK.jpg

        11.9 kB, 0×0, 338 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      . Milliyetçilik:

      . Milliyetçilik:
      Türkiye Cumhuriyeti' ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)
      Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)
      Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."

      Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."


      " Milletimiz, kuvvetli karakter, sarsılmaz sistem, ateşli milliyetçilik, iktisadî muvaffakiyetlerden doğup çoğalacak imkânlarla da kuvvetlendirilmelidir"

      "Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur."

      "Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin
      M kemal Atatürk
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      BİR OSMANLI BEYEFENDİSİ ATATÜRK

      "Ben zoraki ve insafsız davranmayı bilmem. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim." -Mustafa Kemal Atatürk-


      ŞIK GİYİMİ VE SOFRA ADABI

      Atatürk, aydın, düşünceye saygılı, nezih bir aile ortamında yetişmiş tam bir Osmanlı beyefendisidir. Atatürk’ü seçkin bir Osmanlı beyefendisi yapan özelliklerinden birisi de giyimine gösterdiği özen ve bu konuda sahip olduğu derin zevkti. Atatürk, gayet temiz giyinen, giydiğini kendine yakıştıran, şık, kuvvetli, zinde bir insandı.

      Yaz günleri daima ince gri pantalon üzerine kolları kısa ipekli veya keten gömlek giyerek gezerdi. Bu kıyafetle çıktığı zaman da ayaklarına çorapsız sandal giyerdi. (Atatürk'ün Hususiyetleri, s.100)

      Atatürk’ün sahip olduğu giyim zevki günümüz modacılarının da dikkatini çekmiştir. Nitekim ünlü Türk modacı Faruk Saraç, Atatürk’ün ölümünden 60 yıl sonra, Atatürk’ün kostümlerini arşiv fotoğraflarından incelemiş ve iki yıllık bir çalışma sonucunda O’nun giyim zevkini ortaya koyan bir defile düzenlemiştir. Ünlü modacı bu olayı meslek hayatının en önemli olayı olarak nitelendirmiş ve Atatürk’ün giyim zevkine ve giyimindeki detaylara olan hayranlığını açık bir şekilde ifade etmiştir.

      Büyük devlet adamı Atatürk’ün gerçek bir beyefendi olduğunu gösteren özelliklerinden biri de sofra adabına verdiği önemdi. Sofrası Atatürk’ün en büyük zevklerinden biriydi. Çok muntazam, çok dikkatli olduğu için, sofranın da çok muntazam olmasını isterdi. Onun için sofraya otururken herşeyin yerli yerinde, düzgün halde bulunmasına özellikle dikkat ederdi. Sofranın tanziminde, sofra örtüsünde, tabaklarla çatal bıçaklarda bir çarpıklık, bir yanlış görürse, bunları bizzat düzeltir, ondan sonra sofraya otururdu.

      Bu düzene sadece kendi evinde değil, davetli bulunduğu başka yerlerde de dikkat ederdi. Sofra, Atatürk’ün karar ve düşüncelerinin bir nevi mihrak noktası, müdavimlerinin ise adeta feyz kaynağı idi.

      Atatürk’ün sofrası bir yemek sofrası, bir içki sofrası, bir eğlence sofrası değil, bir nevi akademi, adeta bir nevi dershane idi. Sabiha Gökçen Ata'nın bu özelliğini şu sözleriyle anlatmıştır:

      "Şu bilinmelidir ki, Gazi Paşa’nın sofrası asla bir işret alemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi.. O bu sofrayı adeta bir okul haline sokmuştu. Dünya sorunlarının, yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusu'nun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra... Aydınlıklarla, iyi niyetlerle dolu bir sofra." (Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s.55)

      Bununla beraber sofra, bazılarının sandığı ve telkin ettirmek istedikleri gibi, bütün devlet işlerinin müzakere yeri değildi. Atatürk, sofrasında dedikodu mevzularının konuşulmasına da asla müsaade etmezdi. (Atatürk'ün Hususiyetleri, s.100)

      Akşam sofrasında iltifat etmek istediği beş-on arkadaşını etrafına toplamak, onlarla konuşmak, sohbet etmek ve böylece tatlı bir gece geçirmek biricik eğlencesiydi. Onlarla geçmiş şeylerden bahseder, olaylar nakleder, sırasına getirerek hoş öyküler söyler, maceralar anlatırdı. Bu, onun için bir zevkti.

      Atatürk sofra adabının yanı sıra ince bir musiki zevkine de sahipti. Atatürk alaturka sazdan hoşlanır, çoğu zamanlar kendisi de şarkılara iştirak ederdi.

      Ancak en keyifli eğlence anında sofrada bile karşısında görevlilerden birini gördü mü sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, "Beni mi istiyordun?" diye kalkıp giderdi. Ülke işlerini herşeyin üstünde tutardı. (Devrim Tarihi ve Toplum Bilim Açısından Atatürk, s.138)


      ATATÜRK'ÜN ÖRNEK TAVIR VE DAVRANIŞLARI

      Atatürk’ün askeri dehası, devlet adamlığı, bir ülkeyi kurtaran Büyük Önder ve Başkumandan olması vasıflarının yanı sıra Atatürk’ün bir insan olarak ön plana çıkan önemli özellikleri vardı. Atatürk’ün yakın arkadaşı, TBMM’nin Gaziantep vekili Kılıç Ali Paşa, Atatürk’ün kişiliğini şöyle özetlemiştir:

      "Atatürk, çok müşfik, çok ince, çok vefakar bir adamdı. Vefasızlara, vefasızlıklara karşı son derece gücenir ve üzüntü duyardı. Yakınlarının, sevdiklerinin hususi, hatta ailevi dertlerini dinler, adeta bir baba şefkatiyle onlara çareler arar, teselli ederdi. İnsan onun huzuruna çıkarak dertlerini döktükten sonra rahatlar, kalbi huzur dolarak, büyük bir ferahlık içinde yanından çıkardı."

      Atatürk, hiç kimsenin, hatta düşmanlarının bile ıstırabına, sıkıntı çekmesine asla tahammül ve müsaade etmezdi. (Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 71)

      Atatürk çok sabırlı bir adamdı. Bazen sofrasında, kendisiyle davetlileri arasında, mebuslarla, arkadaşlarıyla mücadele şekline dökülen öyle münakaşalar olurdu ki, onun müsaade ve müsamahasından cüret alınarak gösterilen taşkınlıklara sabır ve tahammül gösterebilmek için, ancak ve ancak Mustafa Kemal olmak lazımdı. Bu sabır ve tahammül ona mahsus, ona yakışan bir meziyetti. (Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 72)

      Atatürk, ikiyüzlü, riyakar, dalkavuk insanlardan hoşlanmazdı. Hiç kimsenin gammazlık etmesine, yahut birbiri aleyhinde dedikodu yapmasına ve bu kabil bayağılıklara müsamaha etmezdi. Onun huzurunda şu veya bu, filan veya falan aleyhinde dedikodu yapmak kimin haddiydi? Böyle bir hal vukua geldiği takdirde, bir punduna getirir, derhal o iki insanı yüzleştirirdi. (Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 80)


      ATATÜRK'ÜN DEMOKRAT KİŞİLİĞİ

      Atatürk kişilik olarak her zaman demokrat bir insan oldu. Daima halkın içinde geçen hayatı buna en güzel örnektir. Açık konuşmayı, serbest münakaşayı her zaman sevdi.

      Atatürk’ün büyük meziyetlerinden biri de devlet ve inkılap işlerini arkadaşlarıyla görüşmek, münakaşa etmekti. Atatürk bu münakaşalardan çok haz duyardı. O, harikulade zekasına, büyük görüş kuvvetine, hadiseleri tahlil derinliğine dayanmakla beraber, başkalarının fikir ve mütalaalarına da kıymet verirdi. Onun en kuvvetli tarafı, en büyük kudreti, belki istişare etmesini bilmesi ve istişareler sonunda kendi eşsiz mantığını hadiselere hakim kılmasıydı. (Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 73)

      Diktatör rolünü benimsememiştir. Gerçek tenkitten hoşlanmıştır. Sofrası bazen büyük tartışmalara sahne olmuştur. Gerçi, telkin etmek istediği fikirlerde daima muvaffak olmuştur; fakat, bu fikirler muhataplarına mal olduktan sonra, yani bir dikta havası vermeden, icra edilmişti. (Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, s.18)

      Atatürk, Meclis'e karşı diktatör rolünü benimsememiş, ikna metodu ile Meclis'ten olumlu kararlar alabilmek için çok defa insan takatı üstünde gayret göstermiştir. (Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, s.112)

      Nitekim kendisinin bu özelliğini şu cümlelerle özetlemiştir:

      "Ben diktatör değilim. Gerçi benim arzu edip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü, ben zoraki ve insafsız davranmayı bilmem. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim." (Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı,

      Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, s.33)
      Resimler
      • 09a.jpg

        4.55 kB, 0×0, 224 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000