UNUTMA,UNUTTURMA..

      UNUTMA,UNUTTURMA..

      Atatürk Ilkeleri...



      ATATÜRK İlkeleri Türkiye Cumhuriyetinin temel prensipleridir. Bu ilkelerin tamamı Atatürk'ün dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bu ilkeler bir bütündür, birbirinden ayrı düşünülemez.
      Çağdaşlaşmayı içeren bir inanç sistemi olan Atatürkçülüğün dayandığı vazgeçilmez ve birbirinden ayırt edilmesi mümkün olmayan altı temel ilkeyi de kısaca şöyle açıklayabiliriz:


      a. Cumhuriyetçilik :

      Devletin yönetim şeklini belirler ve çağdaş alanda ulusal egemenlik ilkesine dayanır. ATATÜRK' ün Cumhuriyetçilik anlayışı, ulusal egemenlik ilkesiyle birlikte demokrasiyi de gerektirir. Çoğulculuğa dönük ve açık bir toplum oluşturmaya yöneliktir. Cumhuriyetçilik eski bir devlet anlayışının bir teki olarak doğduğu gibi çağdaş anlamda anavatan kavramını da kapsar. Cumhuriyet yönetimi, milletin kendi kendini yönetmesi gereği ve bu gerçek özerine kurulmuştur. Yani millet kendi yönetimini elinde tutarak kendi egemenliğine sahiptir. Atatürkçülüğün temel ilkelerinin başına Cumhuriyetçilik konmuştur. Bunun sebebini bilmek için Cumhuriyetin ne olduğunu bilmek gerekir. Cumhuriyet yönetimi ATATÜRK devrimlerinin bütün ürünlerini simgeleyen bir devlet ve düşünce sistemidir. Cumhuriyette esas olan ilk öğe devlettir. Başkanın bir süre için seçilerek başa gelmesidir. ATATÜRK eski yönetim biçimini değiştirerek Cumhuriyeti ilan etmesiyle devlet içinde karar verecek en yetkili ve en son makam olarak milletin tanındığını belirtmiştir. Demokrasi ancak Cumhuriyetle gelişip kökleştiği İçin Türk inkılabının baş ilkeleri arasında Cumhuriyetçilik sayılmıştır. Bunun İçin Cumhuriyetçiliğin iyi kavranması gerekir.

      b. Milliyetçilik :

      Bu ilke millet gerçeği üzerine kurulmuştur. T.C. sınırları içerisinde din, kültür, amaç birliği ile birbirine bağlı olan herkes Turktür. Milliyetçilik ilkesi, millete bağlılık ve milleti yüceltme, yükseltme anlayışıdır. Cumhuriyetçilik ilkesi gibi yeni Türkiye'nin siyasal yaşantısında olduğu kadar sosyal ve kültürel hayatında da yeni bir ilkedir. Toplumların uzun bir tarihsel gelişim çizgisinin sonunda ulaştığı aşama millet aşamasıdır. Milliyetçilik, millet gerçeği üzerine kuruludur. ATATÜRK' e göre " millet " geçmişle bir arada yaşamış, şimdi de bir arada yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında olan, aynı vatana sahip çıkan, aralarında dil, kültür ve duyu birliği olan insan topluluğudur. ATATÜRK' ün milliyetçilik anlayışı, Türk milletini sevmeyi, onu yüceltmeyi ve ona hizmet etmeyi amaç edinir. Bu arada yabancı ulusların da ilerlemesine sempati ile bakar. ATATÜRK' ün milliyetçiliği birleştirici ve bütünleştiricidir. Irkçı, saldırgan ve fanatik bir milliyetçilik değildir. Laik bir milliyetçiliktir. ATATÜRK milliyetçiliği bu gerçekler üzerine kurulu olup, ülkemizde birlik ve beraberliği sağlamanın en önemli özelliğidir.

      c. Devletçilik :

      Bu model 1930'lu yıllarda uygulamaya konulmuştur. Türkiye'nin koşullarından ve ihtiyaçlarından doğmuştur. Yabancı sistemlerle hiçbir ilgisi yoktur. Tamamıyla milli bir modeldir. " Ferdin emek ve çalışmalarım esas almakla birlikte milletin mutluluğu ve ülkemizin bayındırlığı için devleti ekonomi alanında görevli kılmak şeklinde ifade edilmiştir. " Ferdin ulaşamadığı, hizmet götüremediği alanlarda devletin hizmet göstermesi, planlayıcı, girişimci ve teşvik edici olarak ekonomik faaliyetlere katılması ve katkıda bulunması demektir. ATATÜRK devletçiliği kişisel çalışmaları ve faaliyetleri esas tutar. Bununla birlikte mümkün olduğu kadar az zaman içinde dinamik ideale kavuşmak için milletin temel ve yüksek çıkarlarının gereğine göre bütün işlerde, özellikle ekonomik alanda devletin fiilen ilgilenmesini yapma, yaptırma, yönlendirme, teşvik, yardım etme, yapılanları düzenleme ve kontrol etmek anlamına gelir. Ülkemiz bu ilkenin uygulamaya konulması ile çok büyük yatırımlara kavuşmuş ve herkes bu yatırımlardan faydalanmıştır.

      d. Halkçılık :

      Atatürkçülük de halkçılık; yurdu ayrıcalık iddialarından koruyan bir ilkedir. Halkçılığın birinci unsuru demokratlıktır, ikinci unsuru milletin genel haklan dışında hiçbir kişiye, topluluğa ayrıcalık tanımamaktır. Üçüncü unsur, sınıf mücadelelerini kabul etmemektir. Atatürkçülük de halkçılık ile demokrasi eş anlamdadır. Halkçılık ilkesi, özellikle Cumhuriyetçilik ve Milliyetçilik ilkeleri ile yakından ilgilidir. Devletin imkan ve hizmetlerinden yararlanmada herkese eşit davranmayı öngörür. Sınıf, zümre ve fert ayrıcalığı ve üstünlüğünü reddeder. Toplum içinde her bakımdan eşitliği esas alır. Atatürkçülük de " millet" ile " halk " aynı anlamda kullanılır ve aralarında herhangi bir ayrım görülmez. Bilinir ki, böyle bir ayırım milleti veya halkı parçalanmanın eşiğine getirir ve bundan herkes zarar görür. " İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz " ve " Her şey halk için, halka göre ve halk tarafından " cümleleri, ATATÜRK' ün halkçılık anlayışının özlü bir ifadesidir.

      e. Laiklik :

      Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını öngörür. Bireylere vicdan, kanaat ve ibadet özgürlüğü tanır. Dini, bir vicdan meselesi olarak kabul eder ve ona gereken saygıyı gösterir. ATATÜRK" ün laiklik anlayışında bireylere inanma ve inanmama yönünde bir baskı yapılmaz. Genel ahlaka ve kamu düzenine aykırı düşmeme koşulu ile her çeşit ibadete serbestlik tanınır. Kişilerin vicdan ve ibadet özgürlüğünü sağlamak ve kurmak, dini faaliyetlerin iman ve ibadetle, bilimsel ve en ileri teknolojiyi yol gösterici olarak yürütmeyi sağlamak, dinin hakkını dine, devletin hakkını devlete vermek amacı ile uygulanan, dini devletten ayıran bir ilkedir. Ancak, devlet teşkilatı, hukuk sistemi ve eğitim kurumları laik bir çerçevede tutulur ve dini kural ve ilkelere dayandırılamaz. ATATÜRK' ün İslam dinine büyük önem vermiştir ve çağların içinde ona bulaşan kir ve paslardan arındırarak gerçek konumuna oturtmaya çalışmıştır. ATATÜRK ilke ve inkılaplarının temel taşı olan laikliği iyi anlamak, geleceğimiz açısından çok önemli bir görevdir.

      f. İnkılapçılık :

      İnkılapçılık çağdaş uygarlık yolunda sürekli ilerlemeyi amaç edinir. Çağın ve olayların dışında kalmama, her an ilerleme, iyiye, güzele ve doğruya koşma bu ilkenin doğal gereğidir. Bu ilke ile ATATÜRK' ün önderliğinde gerçekleştirilen " Türk İnkılabı " koruma altına alınmış, ruh ve özüne bağlı kalınması koşuluyla, ilke ve inkılapların geliştirilmesi sağlanmıştır. İnkılapçılık özü itibariyle dinamik bir devlet ve toplum düzenini sağlamaya yöneliktir. Türk İnkılabının “Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak " olduğunu biliyoruz. ATATÜRK' ün inkılapçılık anlayışı zamana göre geri kalmış müesseselerin ortadan kaldırılması ve yerine ilerlemeyi, gelişmeyi kolaylaştıracak, geliştirecek müesseselerin konması esasına dayanır. Bu inkılapçılık anlayışı iyiye, doğruya ve faydalıya yöneliktir. İnkılap mevcut müesseseleri zorla değiştirmek demektir. Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymaktır. Devlet hayatında inkılap, sosyal durumumuzu da kapsar. ATATÜRK' ün inkılapçılığındaki temel gaye Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüntüsüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır.
      Resimler
      • 219.jpg

        23.6 kB, 0×0, 222 defa görüntülendi

      ATATÜRKÜN VASİYETNAMESİNİ YAZMAYA KARAR VERİŞİ

      ATATÜRKÜN VASİYETNAMESİNİ YAZMAYA KARAR VERİŞİ

      Atatürk'ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı;
      "1938 senesi sonbaharı, Dolmabahçe Sarayı'ndayız. Bir sabah Atatürk'ün yatak odasına girdim. Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu.

      Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı:

      "Ne haber?"

      O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahal bir pamuk ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.

      Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.

      Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.

      "Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."

      ATATÜRK'ÜN VASİYETİNİ NOTERE VERİŞİ

      "Atatürk, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.
      Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.

      Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.

      Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan Noter Kanunu ve İstanbul'daki noterler üzerine görüştü. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:

      " Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.


      ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ'NİN TAM METNİ

      Malik olduğum bütün nutuk ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlara, terk ve vasiyet ediyorum:

      1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

      2. Her seneki gibi nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

      3. Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.

      4. Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

      5. İsmet İnönü'nün Çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

      6. Her sene nemedan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.

      K.Atatürk
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!